30 Ekim 2012 Salı

Bir Teselli Ver!

Meryem ile dün doktora gittik. Meryem'e aşı yapılacaktı. Meryem ilk başta kucağımda ne olduğunu izleyen bakışlarla sessiz bir şekilde durdu. Hemşire iğneyi çıkarınca biraz korkmuştu ama ne olduğunun daha farkında değildi. Sonra hemşire iğneyi koluna batırdı ve içindeki sıvıyı enjekte etti. Kızım önce acıyı hissetti. Sonra ise korku... Ağlamaya başladı. Bir süre ağladı. Ağlaması olayın acısından çok korkusundandı. Hastaneden cıktığımızda ben ona onunla ne kadar çok gurur duyduğumu, iğne olurken hiç bağırmadığını ve nasıl kollarını çekmeden hemşirenin iğnesini yapmasına izin verdiğini söyledim. Çok cesur davrandığını babanla da paylaşacağım dedim. Meryem "babam, kizima ne olduuu der" diye karşılık verdi. Meryem şu an sarılacak bir kucak istiyordu ve sanırım o kucak onun için bu gibi durumlarda babasının kucağıydı. Ne zaman Meryem yere düşse veya bir yerini acıtsa bizim evde bu gibi durumlarda abartılmış bir tepki ile Meryem'e ilgi gösteren Emre olmuştur. Emre, Meryem'in o gibi durumlardaki hassasiyetini çok seviyor ve o anları ikisi için sıkı sıkıya sarılma anları olarak değerlendiriyor.

Bu durumun iki taraflı olduğunu ben geçen hafta başka bir olayda farketmiştim. Meryem dolaplardan birisine elini kıstırmıştı. Emre evde yoktu. Yanıma ağlayarak geldi ve bana olayı anlattı. Eli gerçekten acımıştı. Hatta azıcık morarmıştı. Ben ona sarıldım ve ne olduğunu sordum. Sonra eline buz isteyip istemediğini sordum. Buz istemiyordu. Biraz sarıldıktan sonra bir dahaki sefere daha dikkatli olmasını, çok daha kötüsünün olabileceğini söyledim. Bunun üzerine Meryem "babaaaa" diye ağlamaya başladı. O an anladım babası ile benim aramdaki farkı ve Meryem'in o an ihtiyaci olan şeyin geleceğe dair tavsiye değil sıcak bir kucak olduğunu.

Bir kaç hafta önce çocukları arabaya koyarken arabanın tepesıne kafamı vurdum. "ayy, kafamı vurdum" diye sesli bir şekilde söyleyince Meryem önce "özür dilerim" dedi sonra bunun yanlış olduğunu farkedip "bosver anne gecer" dedi. İşte benim olaylara karşı verdiğim iki genel tepkinin özetiydi bu aslında. Ben eğer yanlışlıkla Meryem veya Bilge'nin canını yakacak birşey yaparsam (emniyet kemerine biryerlerini sıkıştırmak gibi) "özür diliyorum" eğer onlar kendi canlarını yakacak birşey yaparlarsa da "geçer" diyorum. Bu gibi durumlarda bir teselli isteyen kızıma karşı "rating"imin düşmesine şaşmamalı yani.

Deneylerdeki Farelerle Empati

Geçtiğimiz günlerde aile araştırmaları yapan bir çalışmanın katılımcı arama isteklerine pozitif cevap vermistim. Çalışma anne (veya baba)-çocuk katılımı üzerine planlanmış ve verı toplama uzun vadeye yayılmış. Her altı ayda bir çocuk ve anneden veri toplamayı planlıyorlar. Bugun ilk günümüzdü. Oğlum Bilge ile birlikte bilime bir katkımız olsun dedim. Aslında bir açıdan da bu tip çalışmaları anne-babalığa dair görüş ufkumu geliştirdiği için seviyorum. Yani kendimiz için de yararı olabileceğini düşündüğüm için evet dedim.
 Bizim Bilge ile oyun dilimiz Türkçe ve ben bugünkü aktiviteler sırasında dönüşümlü olarak biraz Türkçe biraz İngilizce kullandım. Sadece İngilizce kullansaydım hem bizim Bilge ile doğal iletişimimizi göstermeyecekti hem de Bilge'nin tepkileri değişecekti. İlk başta bunun bir problem olmayacağını söylediler ama bu ilk günden sonra bizim katılımcı durumumuzu bır kez daha gözden geçirmek durumunda kalabilirler. Birincisi biz onların diğer örneklerinden açık bir şekilde farklı bir profile sahibiz. İkincisi topladıkları verinin bir kısmı onlar için pek bir anlam ifade etmeyebilir. Sonuçta onların anlamadıkları bir dil kullanıyoruz.

Öncelikle katılımcı olmanın araştırmacı olmanın yanında insana çok ayrı bır tecrübe kattığını söylemeliyim. İnsan araştırmacı olunca yaptığı çalışmanın sınırlılıklarını pek göremiyor. Yazdığımız makalelerin sonuna genelde bir sınırlılıklar kısmı ekleriz ve bu konuda standart söylemlerin dışına pek çıkmadığımızı itiraf etmem gerekir. Şu anda bu bilimsel çalışmaya dair pekçok sınırlılıklar sayabilirim.

Çalışmayı Bilge'nin okulunda üst katta bir odada yaptık. Yaklaşık 1 metrekarelik bir yeşil halıyı oyun yeri olarak planlamışlar ve kamera düzeneğini de ona göre kurmuşlar. Benim zaten yerinde duramayan oğlum yeni bir odaya gelecek, ve onların hazırladığı alanda güzel güzel oyunlarını oynayacak öyle mi? Hazırladıkları ortamı görür görmez bunun pek mümkün olmayacağını biliyordum ama yine de karışmayayım dedim. Sonuçta ben bir katılımcıyım. Yeşil halının üzerine oyuncak ayı, bloklar, oyuncak araba, oyuncak biberon, oyuncak bebek ve bir adet puzzle koymuşlar. Verdikleri komut "hadi her zamanki oynadığınız gibi oynayın" idi. Bilge ilk başta oyuncaklara baktı ve çıngırak şeklindeki arı ile ir süre oynadı. Sonra başka taraflara doğru yönelince ben oyuncak arabayı gösterdim ve bir süre de onunla oynadı. Sonra biberonu gördü. Onu aldı ve gerçek biberonmuş gibi ağzına götürdü. Oyuncak biberon ağzında etrafta dolaşmaya başladı. Bir süre sonra biberonu da bıraktı ve tamamen etrafımızı tanıyalım-öğrenelim oyununa başladı.Neymis efendim, meraklı bir çocuğu yeni bir ortama getirirseniz etrafını tam olarak tanımadan bir oyuncağa konsantre olup onunla oynamasını beklemiyormuşuz. Kameranın yanına gitti. Kamerayı almaya çalıştı. Araştırmacı kızların yanına gidip onlarla iletişim kurmaya çalıştı. Tek tek koltukların üzerine çıktı. Dolapları farketti ve sıra ile bütün dolapları açmaya çalıştı. En son sandalyerin altında emekleyerek ısıtıcı borularına ulaşmaya çalıışıyordu ki başka bir aşamaya geçmeye karar verdik.

Tabii bu ilk aşamanın bizde şöyle doğal olmayan bir başka yanı da var. Ben hiç bir zaman Bilge ile birebir tek başına oyun oynamadım. Daha doğrusu oynayamadım çünkü bizde Meryem gerçeği var. Ne zaman Bilge ile tek başına bir oyuna başlasam hemen Meryem oyunu kendi isteği yönünde değiştiriyor. Bizim oyunlarımız genelde Meryem başrol Bilge gözlemci şeklinde oluyor. Bu aslında bana Bilge'yi istemeden de olsa ne kadar geri plana attığımı gösteriyor. Bizim oyunlarımızda Bilge genelde serbest karakter. Kendi rolüne kendü karar veren bir katılımcı oluyor. Bu belki bireysel olarak iş yapabilme gücünün gelişimi açısından iyi birşey ama öğrenme açısından o kadar da iyi değil. Hemen ilk eylem planımı yaptım: Bilge ile birebir oyun zamanları.

İkinci aşama kuklalarla canlandırma oyunu. Bana yazılı bir metin verdiler. Bir de iki kukla. Bana verilen yönerge metindeki yazanları kullanarak kuklaları konuşturmaya başlayacağım sonra da metni istediğim gibi devam ettireceğim şeklinde. Metinde bir çocuk anahtarları alıyor, kapıyı açmaya çalışıyor, çalışıyor ama bir türlü başaramıyor. Oyuncak anahtarlarımızi da verdiler ve  ben aldım kuklaları başladım metinde yazanları okumaya. Kuklalar ilk başta Bilge'n'n hoşuna gitti. Sonra anahtarlar devreye girdi ve bütün dikkatimiz dağıldı. Anahtarları aldı  ve kapıya gitti. Ne kuklalar ne de sözler... Artık biz umrunda bile değildik. Anahtarlarla kapıyı açmaktı tek istediği. En sonunda araştırmacı kız anahtarları elinden almak durumunda kaldı.
Kuklaların ikinci aşamasında oyuncak ayı devreye girdi. Yine bir metin verdiler. Çocuğun çok uykusu gelmiş, uyuyancakmış. Oyuncak ayının da uyuması gerekiyor. Nasıl bu oyuncak ayıyı uyutabiliriz? Kuklalarla Bilge'nin dikkatini tekrar çekmeyi başardım ama oyuncak ayıyı uykuya yatırmanın olmayacağını daha baştan biliyorum. Ayıyı eline verdim hadi uyutalım annecim dedim birkaç kere ama o her seferinde ayıyı kim ister tarzında ayıyı yere atıp araştırmacı kızların valizlerinin olduğu yere yöneldi. Acaba valizin içinden birşey bulabilir miyim veya bu çekmeli valizi ben taşıyabilir miyim şeklindeki sorular onun için emini o anda daha ilginçti. Baktı ayıyı eline verip duruyorum, bir iki sırtına vurdu, yani pışpışladı sonra tekrar ayağa kalkıp valize yöneldi. İkinci eylem planı: Kuklalarla canlandırma oyunları.

Üçüncü aşamada blokardan kule yaptığımızda devirecek mi sorusuna cevap arıyoruz. Blokları görünce o kendisi kule yapmayı denedi ve açıkcası benim yaptığım kule ile sadece blok almak için ilgilendi. Dördüncü aşamada kova ve bloklar var. Bakalım kovanın içine blokları koyabilecek mi? Sonunda yaptığı birşey çıktı. Kovanın içine blokları koydu, geri döktü, koydu, geri döktü. Sonra kovanın sapını farketti ve kovayı sapı ile taşımaya karar verdi. Üçüncü eylem planı: Bloklarla kule yapıp bozma oyunları.

Sırada eldivenler ve trampet deneyi var. Ellerine corap gibi geçen eldivenleri oğluma giydirdiler ve trampet ve trampet çubuklarını önüne koydular. Bilge trampet çubuklarını almaya çalışıyor ama parmakları eldivenin altında kaldığı için alamıyordu. Bir denedi, iki denedi, olmadı. O tarafa dönüyor olmuyor bu tarafa dönüyor olmuyor. Ne yapacağını bilemiyordu. Bize yardım isteyen gözlerle bakıyor bakıyor ki biz de tık yok tekrar mücadeleye devam. Problemin nereden kaynaklandığından emin değil ama ellerini her zamanki  gibi kullanamadığını görüyor ve bu duruma sinir oluyordu. Bir ara baktı elleri ile çubukları alamıyor. Ağzı ile almayı denedi. O da olmadı. Ne yapacağını bilemez bir şekilde yere uzandı. Pes etmişti. O an oğlumu deney faresi gibi hissettim. Önüne peyniri ve bir sürü engeli koyup farenin peynire ulaşma çabası ile dalga geçen bilim adamları gibiydik. Oğlum trampeti çalmak istiyor ama bir türlü çubukları eline alamıyordu. Baktılar Bilge pes etti. Eldiveni çıkardılar ve bir süre trampetle oynamasına izin verdiler.

Son aşamada kelime bilgisini kontrol etmek istediler. Önüne top ve bardak koydular. Bilge'den topu vermesini istediler. Bilge önce bardağı aldı. Sonra topu aldı. Bardağı topun içine koyup çıkarmaya başladı. Kız ne kadar topu ver veya bardağı ver dediyse Bilge hiç oralı değildi. O top ve bardağı birlikte oynamaya yoğunlaşmıştı. Elinden top ve bardağı zor aldılar. Kitaptan kelimeleri sordular ve sordukları kelimeye ait resmi göstermesini istediler. O ise kitabi ellerinden alıp kendisi sayfalarını çevirmeye başladı. Kelime anlamında pek bir bilgi elde edemeyeceklerini anlayıp çalışmayı sonlandırdılar.

Sonuç olarak ben bizim yapmadığımız ve yapmamız gereken şeylere dair çok şey öğrendim. Bu bir saat 10 dakikalık zaman diliminde topladıkları veri onların ne kadar işine yarar onu bilemiyorum.

29 Ekim 2012 Pazartesi

Cider Mill Gezisi 2

Bu gectigimiz hafta sonu Novi yakınlarında bir Cider Mill'e gittik. Novi Lansing'e yaklaşık olarak bir saat uzaklıkta bir yerleşim yeri. Pittsburg'dan arkadaşlarımız gelmişti ve iş dolayısıyla geceyi Novi'de geçirmişlerdi. Onların çok yol gitmesine gerek kalmadan ve onlar için farklı olabilecek bir aktivite düzenlemek istedik. Tabii ki bu aktivite bizim çocukların da hoş vakit geçirebileceği bir şey olmalıydı. Böylelikle bu ikinci Cider Mill gezimizi yapmış olduk.
South Lyon'da Erwin Orchards diye bir yere gitmeye karar verdik. Websitesinden aktivite olarak zengin bir yer olarak görünüyordu ve daha önce giden insanların yorumları da fena değildi. Bir önceki haftaya göre çok daha küçük çaplı olduğunu baştan söylemem gerek. Çocuklar için olan aktiviteler daha sınırlıydı ama yine de hoş bir gezi oldu. Halloween temasına uyun olarak düzenlenmiş bölümleri vardı.
Çocuklar Hay Maze denilen balya samanlardan oluşmuş oyun alanına bayıldılar.
Bilge samanların üzerinde yuvarlandı. Saman toplarının üzerine tırmanmaya çalıştı.



 
Babasının yardımı ile olsa da saman toplarının üzerinde olmaktan dolayı kendisi ile gurur duyduğunu gösteren hareketleri ile cok sevimliydi.

 Gördüğü ilgi ise onu ayrıca memnun etti. Zahit abisinin kucağında mutluluk pozları verirken fotoğraflamakta hiç zorlanmadık.
 Emine Hocamıza ise bir ayrı sarıldı.
Meryem, babası ve Zahit ile birlikte saman balyaları üzerinde epey bir oynadı. Bir balyadan diğerine atlamak için yarıştılar. Bir ara Emre ile Zahit Meryem'i unutup kendilerini oyuna kaptırmışlardı bile.


Küçük bir alanı hayvanlar için mini bir çiftliğe dönüştürmüşler. Çiftlik hayvanlarından numunelikler çocukların onları sevmesi için hazır bekliyordu: Eşek, lama, midilli, yavru keçiler, koyun, domuz ve yavru inek. Bu alana gelince ilk olarak Midilli Meryem'in dıkkatini çekti. Atı görünce heyecanlandı. Binebileceğini düşündü. Ben ona buradaki hayvanları sadece sevebileceğini söyledim. Bunun üzerine sadece sevme amaçlı (aslında atın üzerine binmeye çalışır mı diye korkmadım desem yalan olur) bu mini çiftliğin içine girdi ve bütün hayvalara tek tek dokundu.

Sonrasında ayçiçeği bahçesinin oraya doğru yürüdük. Meryem hala tarlada kalmış olan kurumuş ayçiçeklerinin çekirdeği olup olmadığını kontrol etti. Maalesef hepsini kuşlar yemişti.
Daha sonrasında elma ağaçlarının olduğu tarafa doğru yürüdük. 



Açık havada yürüyüş sonrasında taze elma suyu ve tarçınlı donutlara kim hayır diyebilir. Biz de hemen donutlarımızı ve elma suyumuzu aldık. 


Toplantısı yarım saat kadar erken biten Miray da bize katılınca kadro tamamlanmış oldu. Ekim ayı olması sebebiyle her yerde cadılar bayramı temalı süslemeler vardı.
Korku odası çok çekici görünmesine rağmen çocuklarla çok uygun olmayacağını düşünerek sadece önünde poz vermekle yetindik.
 

Hep beraber etrafta uzun bir tur attıktan sonra biraz üşümüş biraz da yorgun bir şekilde arabalarımıza bindik. Bilge ve Meryem'in uykuya dalmaları çok sürmedi.



28 Ekim 2012 Pazar

Cider Mill Gezisi 1

Geçtiğimiz hafta ve bu hafta Michigan'daki Cider Miller'i tanima firsati bulduk. Geçen hafta Pazar günü buradaki bir grup Türk arkadaşla St. Johns'taki Uncle John Cider Mill'e gittik. Çocuklar için eğlenebilecekleri herşey vardi. Dönme dolap, miniyatür tren, tırtıl, her türlü zıplama oyuncakları, oyun alanları, baloncu amca, patlamış mısır, elma şekeri, vs. Çocuklar icin bir harikalar diyarı diyebilirim. Elma ağacları, bal kabağı tarlası, elma şarap evi ziyaretlerini traktör veya at arabası ile yapabiliyorsunuz. Haftanin 7 günü açık. Geçen hafta Pazar günü sanırım hem Pazar olduüu için hem de hava çok guzel olduğu için sanki bütün Michigan oradaydı.
 Önce mini lunaparkı ziyaret ettik.

Meryem'in Tırtıl macerası biraz aksamalı oldu. Meryem ile birlikte tırtıla binen cocuk tırtıl hareket eder etmez ağlamaya basladı. Görevli adam tırtılı durdurdu ve ağlayan coçuğu indirip yeni bir çocuk bindirdi. Bir süre sonra yeni binen çocuk da  ağlamaya baslayınca görevli tırtılı tekrar durdurmak zorunda kaldı.







Bu durumu Meryem şaşkın bakışlar içerisinde izlerken o ilk bindiğindeki heyecanının birazcık korkuya döndüğünü anlamıştım. Üçüncü kez dönmeye başlayan tırtıl bu kez duraklama olmadan turunu tamamladı.

 Trenin lokomotifine  Meryem heyecanla geçti.

Bilge de arkadaki yolcu vagonuna...


 Kısa Tren yolculugu sonrasında dönme dolaba bindiler. Bilge dönme dolaptan tren kadar mutlu olmadı. Bir süre sonra oturdugu yerden bana yalvaran bakışlarla bakmaya başladı. Kendisini emniyet kemerinden kurtarıp ayaklanınca dönme dolap turunu kısa kesmek zorunda kaldık.
Diğer çocuklarla bir araya gelip at arabasına binmeye gittik. At arabasını çeken atlar çok güzellerdi. Çocuklar at arabasına binmeden önce atlara merhaba diyerek atları sevdiler.

At arabası sırasında Bilgeiyi kucağımda tutmakta epey bir zorlandım. Yanından geçtiğimiz elma agaçlarının dallarını tutmaya calışıyor veya aşağıya inmeye calışıyordu. Bilgenin güvenliğini sağlamaya çalışmaktan gezinin tadını çıkarmam çok mümkün olmadı.
At arabasından inince çocuklar peşimize takılan köpeği sevdiler. Bilgeyi köpeğin yanından ayırabilmem epey bir zor oldu.

 Taze elma suyu ve donut zamanı. Meryem donutların satıldığı yere yaklaşır yaklaşmaz kokuyu aldı ve anne acıktım demeye başladı. Bu orada satılan donutlar için dile getirilen bir açlıktı.

 Baloncu amcadan aldıkları kelebek şeklindeki balonları Meryem ve Zeynepı bır süreliğine oyaladı.
Sonrasında canlı müzik eşliğinde dansettiler. Bilge, Meryem ve Ekrem epey bir süre müziğin tadını çıkardılar.
 Çocuklar için hazırlanmış oyun alanı son durağımız oldu. Meryem bir süre oyun evinde oynadı.
 Daha sonra Ekrem ile birlikte tahta trene bindiler.
 Daha sonra da şişme atları sürmeyi denediler.
 Oyun alanı kumla kaplanmıstı ve bu durum en çok Bilgeyi mutlu etti.
Günün sonunda ikisi de baştan aşağı kum olmuşlardı. Bilge sadece kumla oynamakla kalmadı tabii ki. Fırsat buldukça ağzına götürmeyi de ihmal etmedi. Bir ara bu yeme işini abartıp yere yüzün koyun uzanıp yemeye bile çalıştı. Daha fazla kum yememesi için epey bir mücadele etmek zorunda kaldım.
 Günün sonunda ikisi de epey bir yorulmuşlardı. Arabaya biner binmez uykuya daldılar.

18 Ekim 2012 Perşembe

Meryem'den İnciler

Anne beni domuzuna alsana (omzumu kastediyor)
Şeşil kurba şeşil kurbaa ne goruyosun? (Kitap okuyor - Yesil kurbaga Yesil Kurbaga ne görüyorsun?)
Ayıı.... (Dayısına sesleniyor)
Bu boy (erkek demek istiyor- kitaptaki keçiyi gösteriyor), bu boy (erkek - kitaptaki aslanı gösteriyor). Anne ben boy'ları sevmiyorum. Ben bunu seviyorum (kelebeği gösteriyor). Bu girl (kız- kelebeği kastederek).
Peppe peppe cok üzülülüyor (şarkı söylüyor). Sonra o da hatasının farkına vararak anne benimki olmuyor diyor. Tekrar deniyor ve tekrar aynı hata.
Babasinin buyuyen gobegini farkeden Meryem "Baba sen spora git" diye tavsiyede bulunuyor.

Bu sabah (29 Ekim) gunes daha dogmadan biz yola cikmistik. Meryem'e biz gunesten erken kalktik deyince o da "yasasin, biz kazandik" dedi. [Biz bu çocukları çok mu kazanma odaklı yetiştiriyoruz acaba?]

Anne ben kucugum. Sen buyuksun. Sen minicik buyuksun (?!)

Ben: Meryem jimastik kursundaki ogretmenin seviyor musun?
Meryem: O ogretmen degil ki?
Ben: ama size birseyler ogretiyor.
Meryem: o arkadas ogretmen.

Anne, sen Bilge'yi ne okula goturdun? [Kendisi hastaliktan dolayi evde kalinca gozleri Bilge'yi aramaya basladi].

Anne sen neden babaanneye anne diyorsun?
[Acaba sosyal aile kavramindan ve dogum yolu ile ve kazanilarak elde edilen sanlardan bahsetmek icin cok mu erken?]

Ben: Merhaba Meryem
Meryem: Bana ne yaba [merhaba demek istiyor] diyosun. Yaba misafirlere denir...

Anne, o benim sen yima (yeme demek istiyor).

17 Ekim 2012 Çarşamba

Nasil Ogrenebilirimden Nasil Ogretebilirime Gecis

Kucuklugumden aklimda cok net bir ani var. Kac yasinda oldugumu hatirlamiyorum ama en fazla 8 veya 9 olmaliyim. Cunku oturdugumuz evi hatirliyorum. Herkesin ogrenmeyi zor hatta imkansiz buldugu seyler vardir ya. Benimkinin oyle Matematik, Fizik veya Turkce ile yakindan uzaktan alakasi yoktu. Kucukken babamin isyerine zaman zaman giderdim. Babam ticaretle mesgul oldugu icin para dongusu cok olurdu. Benim aklimda kalan ve ogrenmenin neredeyse imkansiz oldugunu dusundugum sey bir tomar parayi alip hizli hizli sayabilmekti. Tek elinde parayi tutarsin, sonra bir parmaginlaa banknotlari teker teker cevirirken diger taraftan da sayma islemini yaparsin. 10 liralari, 20 liralari eklersin, 100'e gelince tekrar 1'den baslarsin ama bu arada kacinci yuzde oldugunu da unutmazssin. Cok iyi hatirliyorum, buyuk bir hayranlikla parayi hizli hizli sayan babama bakar ve ben hayatta boyle para saymasini ogrenemem derdim. Simdi o ani hatirladikca kendimi, o anki hayret ve imrenme duygumu hatirlayip guluyorum. Simdi bunu yapabiliyorum mu? Belki yine babam kadar hizli degil. ve tabii buna hic bir zaman o kadar hizli para dongusu yasamadigimi da eklemek gerek.

Bu ani simdi neden tekrar gozumde canlandi? Ayni imkansizlik duygusunu zaman zaman Meryem'e birseyleri ogretmeye calisirken yasiyorum. Tuvalet egitimi sirasinda bu duyguya kapilmistim. Kizim 2 yasina gelince hatta 2 yasina gelmeden ben buyuk bir hevesle tuvalet egitimine basladim. Bizim kiz hic orali degil ve hic de istekli degil. Bir ara heralde Meryem okul cagina gelecek ve hala bezle dolasacak dedigimi hatirliyorum. Sonra bir anda mucize gibi birsey oldu. Anne ben bez takmayacagim dedi ve ondan sonra da hic takmadi. Basta birkac kazamiz olduysa da cok cabuk bir sekilde bu duruma adapte oldu. Mayis ayinin sonlarina dogruydu sanirim bu gecis zamani. Yani uc yasinin iki ay gecmisti. ee herkesin ogrenme hizi ve sekli farkli. Bunu ben ilk o zaman anladim. Bir anda hizli bir gecis. Nasil rahatladim o anda anlatamam.

Simdi bu imkansizlik duygusu okuma yazma konusunda. Meryem daha 3 bucuk yasinda ne okuma yazmasi diye dusunulebilir ama bu yas harfleri tanima yasi. Hatta cocuklardan kelimeleri bile tanimalari bekleniyor. Her zamanki gibi ben diger cocuklara bakiyorum ve ona gore Meryemden beklentiye giriyorum.Meryem kendi adini taniyor. M harfi onun icin Meryem'in harfi. W ile M'yi ayirt edemiyor daha. E'yi babanin harfi, F'yi annenin harfi olarak biliyor. B'yi her ne kadar d ile karistirsa da Bilge'nin harfi olarak biliyor. Bir de O'yu biliyor. Bu kadar. Digerlerini ogrenmeye karsi ne istegi var ne de ilgisi. Sayilari da 10 kadar sayabiliyoruz ve her seferinde 9'u atliyoruz. Ben ayni bez olayinda oldugu gibi umutsuz bir sekilde benim kizim okuma yazmayi hic ogrenemeyecek galiba diye dusunmeden kendimi alamiyorum. Aslinda yine ayni sey biliyorum belki de benim kizim icin henuz zamani degil ama yine de bu duygudan kendimi kurtaramiyorum.

Bunu ogretmenlik yaparken de gormustum ve simdi cok daha iyi biliyorum ki birseyi ogretmeye calismak ogrenmeye calismaktan cok daha zor. Karsindakinin duygularini, dusuncelerini ve su an icin nerede bulundugunu bilmeden ogretmeye calisirsan ogretmek degil ogrenmeye karsi olumsuz bir davranis gelistirmesine bile neden olabilirsin.

15 Ekim 2012 Pazartesi

Sonbaharda aile fotograflari

Bu kare dune ait. Meryem ile arkadasimizin evinin onunde cektigim bir poz.

Simdi sirada bize cok yakin olan meyve sebze pazarinin oldugu yerde cektigimiz fotograflar. Meryem bu pazari encok sattiklari sekerli, kocaman kazanda yaptiklari patlamis misrlari icin seviyor. Ben de ne zaman buraya gelsek bir paketine uc dolar isteseler de misiri almadan edemiyorum. Bizim icin bir gelenek gibi birsey. Alttaki fotografta kizim misir paketine sarilmis bir yandan misirini yiyor bir yandan da poz veriyor.
Bu fotograflari cektigimiz yer Meridian Historic Village diye geciyor. Yani buranin tarihi koy orneklemesi.  Sene icinde cesitli aktivitelere ev sahipligi yapiyor, Tabii bizim bildigimiz koylerle yakindan uzaktan alakasi yok. Hemen koyun girisindeki kirmizi yapraklari ile bizi karsilayan agaci arkamiza alip birkac kare cektik. Bu agac "Mapple Tree" diye geciyor. Turkcesi sanirim akcaagac. Bu agacdan uretilen suruplar burada cok unlu. Ayrica yapraklarinin sekli de cok guzel.

 Asagidaki karede arkamizda bir mini ruzgar degirmeni ve temsili koy ahiri bulunmakta.

 Meryem koyun tam ortasindaki kameriyeye bayildi. Onun icin minik bir evcilik kosesiydi.



Koyu markete baglayan merdivenin altindan akan irmaga dalgin dalgin bakan kizimin bu guzel goruntusunu kacirmak istemedim. Geride sonbahar pazarinin vazgecilmezi balkabaklari gorunuyor.

Sonbahar

Sonbahar burada cok guzel oluyor. Sari, kirmizi, yesil ve kahverenginginin cesitli tonlarindaki yapraklar hem agaclarin ustunu hem yerleri susluyor. Zaman zaman yagmurla etraf temizleniyor ve sonra birden aniden cikan gunesle birlikte renkler daha da bir canlaniyor sanki. Burada sonbaharda  geleneksellesmis cesitli aktiviteler var. Elma Toplama ve Bal Kabagi hasadi aktiviteleri en cok bilinenleri.
Biz Meryem'le baska bir aktiveteye katildik.  "Apple Butter Festival" yani Elma Tereyagi festivaline katildik. Burada yapilan aktiviteleri ve insanlarin nasil kucuk seyleri buyuk bir oganziyazyona, onemli bir hale donustuduklerini gorunce kendi ulkemde onemsemedigimiz bircok zenginlik adina uzuluyorum.
Elma Terayagi bizim bildigimiz marmelat gibi birsey aslinda. Elmanin kazanda uzun sure kaynatilmasi ile bir cesit karamelize olmasi ve marmelat kivamina donusmesi ile olusuyor.

(http://www.closetcooking.com/2008/03/apple-butter.html)

Iste elma tereyagi gosteriminden bir kare.
Cesit cesit elmalari bir masaya dizmisler. Hem ismini cinsini ogreniyor hem de tadina bakabiliyorsun. Istersen sandiklardan satin da alabiliyorsun.
Elma suyunun nasil cikarildigini biraz tarihi gecmis sayilabilecek bir aletle gosteriyorlar. Cocuklar bu aletin basina bizzat gecip kendileri yaparak bu islemi gorebiliyorlar. Meryem once elmalari atip elmaalrin parcalanmasina yardimci oldu.
Sonra da press islemine.

Balkabaklarini tarladan toplamadik ama istedigimizi secip sekil verme masasinda ucgen temali suslememizi yaptik.
En sonunda da yemek cadirinin oraya gittik. Meryem kendi patlamis misirini kendisi satin aldi ve masalardan birine oturup biraz canli muzigin keyfini cikardik.

Sandalyesinde Oturabilen Cocuklarim Olamiyacak mi?

Meryem mama sandalyesine yemege basladigi zaman orada oturarak durmasi bir iki dakikadan fazla uzun surmuyordu. Sonrasinda ayaga kalkiyor, biraz ayakta yiyor sonra da inmek isiyordu. Su an yemek masasinda da durum pek farkli sayilmaz. Yemegini sandalyede ayaga kalkarak yiyor. Bunun bir sebebi sandalyenin buyuk, onun kucuk olmasi. Bir diger sebebi de yerinde duramiyor olmasi.
Bilge baslarda daha agirbasli duruyordu. Onun hareketlenmesi de cok uzun surmedi. Hemen hemen ayni asamalardan geciyoruz. Bilge mama sandalyesinde biraz daha fazla duruyor. Eger onu oyalayan seyden mutlu ise... Orada vakit gecirmeye deger bir yiyecek varsa oturuyor. ama her an kalkmaya hazir bir modda duruyor.

Yemegi biter bitmez veya yedigi seye karsi ilgisi tukenir tukenmez ayaklaniyor ya sandalyesini masaya gecis amacli kullaniyor ya da ters donerek kendini asagiya sarkitiyor. Insan ister istemez acaba bu cocuklarin oturdugu yerde duran versiyonlari yok muydu diye dusunmeden kendini alamiyor.