30 Nisan 2013 Salı

Hava Durumu

Ben: Meryem, bugün hava çok sıcak değil mi?
Meryem: Anne hava sıcak olunca terliyorum. Soğuk olunca üşüyorum. Ben soğuk olmasını seviyorum. Soğuk olsun istiyorum.
Ben: Michigan'lı kızım benim...

Final Haftasının Haftasonu

Bu haftasonu  ev haricinde her yerdeydik diyebilirim. Okulda fınal haftası olması haftasonunu benim için daha bir çekici yaptı ve Salı günü olan finalime hazırlanmak veya tez önerimi yazmak yerine haftasonumu tam anlamıyla dolduracak aktiviteleri ardı arkasına planlamaya başladım.

Cumartesi güne Meryem'in yüzme kursu ile başladık. Sonra ben Meryem'i bırakıp ardı arkası bir kaç arkadaşımla görüştüm. Akşama doğru Mete ve Aslı ile piknik için buluştuk. Çocuklar biraz parkta oynadılar ve sonra hep beraber mangal keyfi yaptık.

Eve geldiğimizde saat 9'u geçmişti ve hepimiz çok yorgunduk.

Pazar günü sabah kahvaltı sonrası çocukları bu haftaki pazar etkinliği için Nur'lara götürdüm. Annelerle planladığımız Pazar etkinliklerimiz için de dönem sonu gelmişti ve çocuklarımıza minik bir mezuniyet kutlaması düzenledik.




Aynı gün öğleden sonra bir arkadaşın bebek karşılama partisi vardı. Bizimkiler diğer çocuklarla tekrar bir araya gelmenin tadını çıkardılar.

Haftasonunun bir uzantısı olarak Pazartesi akşamı çocuklarla birlikte yine parktaydık. Ertesi gün finalim var ve ben çalışmamak için herşeyi yapıyorum.

 Kısa bir yürüyüş sonrası biraz banka oturup dinlendik.




Baktık ki çimler kuru, çimlerin üzerinde koştuk, yuvarlandık ve taklalar attık.




Eve geldiğimizde saat 9'a gelmek üzereydi. Çocukları hemen banyo yaptırdıktan sonra babaları ile yatağa gönderdim. O kadar koşuşturmanın sonunda zorunlu olarak çalışma masamın başına geçtim ve Aksiyometrik Geometri kitabımın kapağını açtım.

29 Nisan 2013 Pazartesi

Baba Daha Güzel Yemek Yapıyor

Meryem'in bu geçtiğimiz cuma akşamı yemeğine tepkisi aynen böyleydi. Bana "Baba daha güzel yemek yapıyor. Sen yapma, baba yapsın" dedi. Şimdi bu duruma güler misin ağlar mısın bilemedim. Emre ile hafta içi müsait olma durumumuza göre akşam yemeklerini dönüşümlü olarak yapıyoruz. Emre'nin yemek günleri için klasikleri var. Zamanla klasik yemek listesine yenilerini ekliyor tabii. Mesela fırında tavuğu çok güzel yapıyor. Önce güzelce yoğurtlu, baharatlı sos hazırlıyor ve ağır ateşte yavaş yavaş üstü kapalı bir şekilde pişiriyor. Yanına pilav  ile çok güzel bir yemek oluyor. Kuru fasülye veya nohut, ve tabii ki balık onun klasikleri arasında. Geçen hafta mantarlı tavuk yaptı ve güveç tarzı çok güzel olmuştu. Tavuk göğsünü ince ince kesip az yağda kızartınca da çok güzel oluyor. Bazen fazla kızarmış oluyor ama yine de lezzetli oluyor.

Benim öyle çok klasik bir listem yok. Belki de olmalı. Benim yemeklerimde en fazla dikkat ettiğim şey içinde bir şekilde sebze olması. Artık marketten hangi sebzeyi almışsam, evde ne varsa onu yapıyorum. Ispanak ve zeytinyağlı yeşil fasülye yemeklerine çocuklar alıştı ve çok itiraz etmiyorlar. Hatta o anki ruh hallerine göre seviyorlar diyebilirim. Yoğurt çorbası ve brokoli çorbası ile de araları iyi. Benim en çok yaptığım bir diğer yemek küçük parçalara doğranmış eti biraz kavurduktan sonra sebze ile harmanlamak. Burada "stir fry" adını verdikleri bu yemek tarzından Meryem çok hoşnut değil. Genellikle içine koyduğum malzemeler doğaçlama oluyor ve bazen  gerçekten sebze olayını abartıyorum. Elime ne geçerse katıyorum.

Cuma günü yemekte somon balığı ve bol sebzeli makarna vardı. Bol sebzeli derken abartmıyorum. Emre'nin deyimi ile makarnadan çok sebze vardı yemekte. Marketten aldığın lahanayı uzun zamandır dolapta tutuyordum. Onun hepsini doğradım. Küçük küçük doğradığım kırmızı ve yeşil birberlerle birlikte zeytinyağında kavurdum. Dolaba baktım geçen yemekten kalma bir iki yaprak "bok choy" kalmış onu da içine attım. En son domatesleri ve yeşil soğanı atıp, azıcık salça ile renk verdirdikten sonra haşladığım makarnaları atıp karıştırdım. Meryem bana bu noktada kızdı. O, makarnaları sade veya sadece salçalı yemek istiyordu. Sebzeleri istemiyordu. Meryem'i yemek konusunda ikna etmek için onun tabağına sebzelerini ayırarak koydum. Ama ona sebzeleri yemenin ne kadar sağlıklı olduğunu söylemeyi de ihmal etmedim. Emre ilk başta balığın yanında bu "makarnalı sebze" yemeğimi garip karşıladıysa da tadına bakınca gayet güzel buldu. Bilge ilk başta lahanaları yemek istemedi ama sonra onun da hoşuna gitti. Yani birtek sadece makarnalarını seçip yiyen Meryem oldu.

Meryem'in benim yemeğime yaptığı yorumda haklılık payı da yok değil. Emre klasikleşen tadları sevdiği gibi yeni tatlara da açık ve bu aslında bir şans. Herkes yeni tatlara o kadar açık olamayabiliyor. Bunun yanında her yeni şey güzel olmayabilir. Veya istediğimiz tada ulaşması için birkaç kötü denemeyi göze almak gerekebilir. En son yaptığım asparaguslu omlet olayında bu yeni tatlar deneme olayını biraz uca taşımış olduğumu farkettim. Kendi yaptığım omleti kendim bitirmekte zorlandım doğrusu...

Pazar Eğlencesi

Artık çocuklarla bol bol dışarıda vakit geçiriyoruz. Onlar dilediği gibi oynuyor Emre ile ben ise hem onların peşinden koşuyor hem de sohbet ediyoruz.

Türk arkadaşlarımızla bir araya geldiğimiz bir pazar gününün sabahı çocuklar hep beraber dışarıda oynadılar.


Bilge top ile oynadı, değnek taşıdı ve bir de yerde çimlerin üzerinde yuvarlandı.




 Meryem ise bol bol bisiklete bindi.

 

Aynı  günün öğleden sonrası Lake Lansing Parkına gittik. Önce gölün oraya doğru yürüyüş yaptık. 



Bilge her gördüğü değnek ve su birikintisi için durduğu için Meryem ile ben önden, Emre ile Bilge daha geriden geldiler.

Bilge ile Emre'nin bize yetişmesini beklerken iskeleye oturup güneşin tadını çıkardık.



Her dışarı çıktığımızda Meryem ve Bilge hemen kendilerine birer değnek buluyorlar. Meryem genelde taşıyabileceğinin en büyüğünü alıyor. Bilge ise bir değil birkaç tane birden taşımaya çalışıyor.

 


Daha sonra oyun alanına doğru yürüdük. Meryem iplere tırmandı.

 Denge tahtasının üzerinde yürüdü ve hareket demiri üzerinde sallanıp taklalar attı.



  

Bu arada Bilge parkta yeni keşfettiği müzik aleti ile meşguldü.



Biraz yorulunca ikisi birlikte tahtadan kamyonun kasasına geçtiler. Meryem benim direksiyon koltuğuna geçmemi istedi. Kendisi kasada uyumak istiyormus. 


Tabii ki ben direksiyona geçmedim onlar da biraz enerji depolayınca tekrar oyuna başladılar. Meryem teker salıncakta, Bilge ise normal salıncakta sallandı. Meryem hep hızlı, daha hızlı sallanmak istiyordu.

Bir süre sonra üç tekerli yarış bisikletlerinin oraya geçtik. Geçen sene Meryem bu üç tekerli yarış bisikletlerini tek başına kullanamıyordu. Hem ayağı yetişmiyor hem de çok hızlandığı zaman direksiyonu çok iyi kontrol edemiyordu. Bu sene artık ayağı pedallara yetişiyordu. Ancak yokuş çıkmaktan pek hoşlanmıyordu. Ben ona yardımcı oluyordum ama beni değil babasını istedi. Emre Bilge ile ilgileniyordu. Bilge'yi ben aldım, Meryem'i Emre'ye verdim. Meryem'in neden Emre'yi istediğini anlamam çok uzun sürmedi. Emre ona kolaylık yapıyordu. Bisikleti merdivenlerden yokuşun başına kadar taşıyordu. Meryem böylelikle yokuştan yukarıya pedal çevirmek zorunda kalmıyordu. Kendisini yokuştan aşağıya bırakıyor ve yorulmadan üç tekerli yarış bisikletlerinin tadının çıkarıyordu.

Meryem'i bisikletin üzerinde gören Bilge tahmin edilebileceği gibi köşede durup beklemek yerine sahada olmayı tercih etti ve benim işim onu bisikletin üzerinde taşımak oldu. Bilge oturarak bisiklete binince ayakları yere takılıyordu ama o bütün çabalarıma rağmen ayakta durmaya itiraz ediyor ve hemen oturma durumuna geçiyordu. Ayrıca dümenini tutmama izin vermiyordu. Yani hem onu arkadan ittirmek, hem ona farkettirmeden dümeni kontrol etmek hem de ayağının takılmasını engellemek bana başlı başına bir iş oldu.

Bir hafta sonunu daha bitirmenin tatlı yorgunluğu ile eve döndük.

Sanırım baharın en güzel tarafı bugün yaşadığımız gibi güzel günlerin çok daha fazlasının hemen önümüzde olduğunu bilmek. 

17 Nisan 2013 Çarşamba

Dondurma Aşkı

Ben dondurmayı hep çok sevmişimdir. Havalar biraz ılımaya başlasın kendimi hemen bir dondurmacıda bulurum. Meryem de Bilge de dondurmaya bayılıyor. Bir tek Emre bu konuda istisna.

Havalar ısınmaya başladığından bu yana Meryem ile işbirliği içerisinde hemen bir dondurma kaçamağı yapıyoruz. Meryem ve Bilge'yi okuldan alırken eğer hava güzelse Meryem, "anne birlikte dondurma yemeğe gidelim mi" diye soruyor. Dondurmalarını alırken sabırla bekliyorlar ve güzelce sandalyelerine oturup keyifli keyifli dondurmalarını yiyorlar. Meryem dondurma külahlarında farklı dondurma almamızı istiyor. Böylelikle aynı anda birden fazla çeşit yiyebiliyor. Meryem'in kendisi için ilk tercihi çilek ve çikolatalı dondurma. Bilge'ye ise her seferinde farklı bir çeşit alıyoruz. İki külah dönüşümlü olarak üçümüz arasında gidip geliyor. Emre'nin deyimi ile tükmüklerimiz birbirine karışıyor.

Bu geçtiğimiz Pazartesi günü hava güzeldi ve Meryem okul çıkışında yine dondurma yemeğe gitmek istedi. Okul çıkışında gidiyorsak genelde Michigan State'e ait dondurma dükkanına gidiyoruz çünkü tam yolumuz üzerinde. Ayrıca dondurmaları çok güzel. Bir karar vermeden önce Emre ile telefonda konuştum ve evde yemeğin hazır olduğunu söyledi. Meryem'e yemekten sonra gitmemizin daha iyi bir fikir olduğunu söyledim ve eve gittik. Meryem yemeğini bitirir bitirmez bana dondurma sözümü hatırlattı. Bu sefer Emre'yi de alarak yakınımızdaki Quality Dairy'e dondurma yemeğe gittik. Dondurmalarımızı aldık ve hemen dükkanın yanındaki çamaşır yıkama yerindeki masalardan birine oturduk. Yaklaşık 10-15 dakika kadar orada oturduk ve dondurmalarımızı yedik.



Dondurmalarımız azalmıştı ve biraz yürüyüşün iyi olacağını düşünerek dondurmacının yakınlarındaki Lake Lansing Parkına doğru yürümeye başladık.


Parka geldiğimizde dondurması tek bitmeyen Bilge idi ve bir elinde dondurma ile oyun oynamaya çalışıyordu. Bu şekilde yere eğilip kalmakta ve oyun oynamakta zorlanıyordu. Ayrıca dondurması artık erimek üzereydi. Bilge'nin dondurmasını elinden almanın imkanı yoktu. Birkaç kere denedik ama daha ona yaklaşır yaklaşmaz elini çekiyor ve bize kesin bir şekilde "nooo" diyordu. Kendi dondurmasını bitirmek istiyordu ve ayrıca bu onun için büyük bir keyifti. Oyun oynarken her iki dakikada bir dondurmasının yalamak çok hoşuna gidiyordu ve bunu ihmal etmeden yapıyordu.

Elindeki dondurma külahı tutulamaz duruma geldiğinde sonunda külahı elinden almak zorunda kaldık. Neyseki parkın içerisindeydik ve hemencecik dikkatini dağıtacak başka birşey bulabildik.

14 Nisan 2013 Pazar

Geç Gelen Güzel Havayı İçimize Çektik

Bu hafta bir kaç saat dışında hiç güneş görmedim desem yeridir. Havalar artık o kadar soğuk değil. Baharın geldiğini artan kuş seslerinden, ardı arkası gelmeyen yağmurlardan ve soğuk havanın biraz olsun şiddetini azaltmasından anlayabiliyoruz ama hala tam olarak bahar gelmiş diyemeyiz. Çocuklar artık dışarıda daha çok vakit geçirmek istiyorlar ama sürekli yağmur yağarken bunu maalesef çok uzun süreli yapamıyoruz.
Bugün sabah yağan karı görünce ben bugünden de umudu kesmiştim ama sonra hava birden günlük güneşlik oldu. Biz de tabii koş hemen evin yakınındaki çocuk parkına... Bilge ve Meryem'i, Meryem için aldığımız ama onun hemen hemen hiç binmediği büyük çocuk arabasına koydum. İkisi yanyana çocuk arabasında, güle eğlene parkın yolunu tuttuk. Parka geldiğimizde ben, yaşları yakın iki çocuğun  zamanla hayatımız için bir zorluk değil kolaylığa dönüştüğünü gördüm. Onlar için ise büyük bir zenginlik...

Salıncakta sallandılar.


Kaydıraktan kaydılar.



Koştular, oynadılar, zıpladılar, ve bol bol güneş aldılar. Onlar oynarken, ben de onları seyrederken çok keyif aldım.











Eve geldiğimizde Bilge'nin her zamanki isyancı halinden eser yoktu. Dışarıya yeteri kadar doymuştu.

12 Nisan 2013 Cuma

Sahiplenme

Geçen gün Bilge, Meryem'lerin bölümündeki çocuk parkında oynuyordu. Kaydırağın merdivenli iniş çıkış kısmından birkaç kere indi çıktı ve sonra tırmanma kısmına geldi. Daha neyi yapıp neyi yapamıyacağının tam farkında olmadığı için tırmanma kısmından da merdivenden iner gibi inmeye çalıştı. Benim yardımımla indi, sonra tekrar çıktı. Onu biraz zorlayan bu çıkışı çok sevmişti. En tepeye çıkınca açtı kollarını orada beklemeye başladı, resmen geçiş kapısını kapatıyordu. Birkaç çocuk sırada bekliyordu. Bir süre beklediler ama Bilge çekilmiyordu. Çocuklardan birisi dayanamadı ve tırmanmaya başladı. Bilge kolları iki tarafta çocuğun geçmesine izin vermediği gibi bir yandan da "mine, mine" yani "benim, benim" diye bağrıyordu. Buna resmen dağdan inip, bağdakini kovmak denir. Küçüklerin kısmından gelip büyüklerin oyun alanında onların oynamasına izin vermiyordu.

Bilge'nin sahiplenme durumunu ilk olarak gösterdiği olay bu değil tabii ki. Eve geldiğimizde araba koltuğundan iner inmez hemen sürücü koltuğuna geçiyor. Meryem yanına gelmek isterse onu eli ile itip aynı şekilde "mine" diye bağırarak yanına oturmasına izin vermiyor. Masada sandalyede tek başına oturmak isterse beni oradan itiyor; lavabo başında çeşmeyi kendi tekeline alıyor, ve benzeri birçok şey.

Meryem'de sahiplenme duygusu daha çok sahip olma isteği olarak karşımıza çıkıyor ve daha sessiz gerçekleşiyor. Bu aslında sessiz durum beni korkutmuyor diyemem. Eğer bir arkadaşının evinde çok sevdiği bir oyuncak görürse onu bir şekilde kendi için saklıyor. Cebine koyuyor veya bir bakmışım evde benim çantamdan çıkmış. Bugün Bilge'nin sınıfından bir oyuncak arabayı almış ve cebine koymuş. Sınıfına geldiğimizde baktım cebinden oyuncak arabayı çıkarıyor. Ona bunun doğru olmadığını söyleyip oyuncak arabayı tekrar Bilge'nin odasına götürdüm.

Meryem evimizde sevdiği eşyaları mutlaka dolabının bir köşesine koyuyor. Bu eşyalar ona ait olmak zorunda değil. Benim rengini sevdiği rujum, bir kalem veya bir kitap veya bir oyuncak. Oynamıyor, sadece saklıyor. Sanırım bu durum onda oyuncağa sadece onun sahip olduğu hissini pekiştiriyor. Okulda da aynı şeyi gözlemliyorum. Akşamları onu almaya gittimde bir bakıyorum dolabında bir sürü birbiri ile hiç ilişkisi olmayan şey var. Minik peluş bir kaplumbağa, kendi ve birkaç başka çocuğun yaptıkları resimler, kuru yaprak, taş, çöp artık o gün içerisinde ne ile oynadıysa ve neyi kendisine ayrımak istediyse.

Bu sahiplenme veya sahip olma isteğinin Meryem ve Bilge üzerine farklı şekilde yansımasını kız-erkek farkı ile mi yoksa karakter farkı ile mi açıklayabiliriz bilmiyorum ama Bilge'deki sahiplenme duygusu daha çok pratik kullanım amaçlı Meryem'deki ise saklama amaçlı. Birisi anın derdinde diğeri geçmiş ve geleceğin.

10 Nisan 2013 Çarşamba

Kötü Sözleri Kullanmaya Karşı İstek

Meryem'de şu aralar televizyonda veya bizden duyduğu ve bizim kullanılmasının kötü olduğunu sözlediğimiz sözleri kullanma isteği var.
Avrupa Yakası bu konuda çok iyi örnek oluyor diyemeyeceğim. Gerizekalı, Manyak ve Salak bu dizide en çok kullanılan kelimeler. Bizim de zaman zaman ağzımızdan kaçıyor tabii. Bir de Emre'nin şaka usullu kullandığı "lan".
Meryem Bilge'ye sesleniyor: Ne yapıyorsun lan? Sen niye geldin lan?

Geçen gün arabada kendi kendine konuşuyor.
Meryem: Gerizekalı, manyak, salak, lan...
Ben: Kızım ne diyorsun sen?
Meryem: Anne ben kendi kendime konuşuyorum.

Yine evde aynı listeyi tekrarlıyor. Ben de öyle konuşmak iyi değil deyince bana  dedi ki "ama anne, ben kendi kendime konuşuyorum, öyle söylemek hoşuma gidiyor".


Gidenin Arkasından Üzülmek

Meryem'i kreşe bırakmalarımız bugüne kadar hep çok zor oldu. Hatta biraz da dramatik diyebilirim. Bana veya Emre'ye sıkıca yapışmalar, ağlamalar, arkamızdan koşmalar. Bu son birkaç aydır bu adar dramatik değildi ama yine de bizden ayrılırken zorlanıyordu. Bu nedenle sabahları onu kreşe bıraktığımda giderken el sallamaya, öpücüklerle ayrılmaya özenle dikkat ediyordum.

Son birkaç haftadır ben onu bıraktığımda bana el sallamayı unutuyordu. Hatta ben sınıfının dışarısındaki camda bir süre bekliyordum, öğretmenler ona benim beklediğimi hatırlatınca hızlı bir şekilde el sallayıp arkadaşlarının yanına gitmeye başlamıştı. Dün ilke defa Meryem bana el sallmayacağını söyledi. Çok şaşırdım, aslında sevindim ama biraz da hüzünlendim. Bulunduğu ortamda mutluydu ve bizim gitmemiz onu artık o kadar üzmüyordu.

Bilge ilk başlarda sınıfına alışmakta çok zorlanmıştı ama sabahları Bilge ile ayrılık anlarımız Meryem'inki kadar dramatik olmadı hiç bir zaman. ve o da birkaç gündür kapıyı kendi açıyor, içeri giriyor ve hemen arkadaşlarının olduğu tarafa doğru yürüyor. Bize bakmıyor bile.

Meryem ile ikimiz bir yerlere gittiysek eve geldiğimizde Bilge artık koşup bana sarılmak yerine Meryem'e sarılıyor ve en az bir dakika ona sarılı kalıyor.

Sanırım çocuklarımızın daha dışarıya dönük ve bizden bağımsız olmaya başladıkları döneme başlıyoruz. Sanırım bu süreçte gidenin arkasından üzülme rolü bize düşecek.

2 Nisan 2013 Salı

Nerede Benim Terliklerim?

Geçtiğimiz günlerde evin içerinde bir türlü terliklerimi bulamıyorum. Olabilecek her yere baktım yok. Nasıl olsa ortaya çıkar dedim ve aramaktan vazgeçtim. Bundan bir gün sonra Meryem ile mutfakta yemek hazırlıyoruz. Anne terliklerini giysene dedi bana. Ben ona bulamadığımı o yüzden giyemediğimi söyledim. Belki çöpün içerisindedir dedi ve baktık gerçekten orada. Sonra gözlüklerin de belki oradadır dedi ve onlar da oradaydı.  Kızım bunlar çöpe nasıl girdi dedim. Ben attım dedi biraz suçlu biraz mahçup bir tavırla. Neden dedim. Geçen gün sen bana kızmıştın ben de sana kızdım ve onları çöpe attım dedi. Şimdi buna ne denir? Benimle paylaştığın için teşekkür ederim ama keşke bunun yerine benimle kızgınlığın geçtikten sonra konuşsaydın diyebildim.