31 Temmuz 2014 Perşembe

Ana-Oğul Başbaşa

Bugün çocukların evde olma günü. Meryem ile Beyza daha önceden plan yaptılar. Beyza'nın babası onları bugün kütüphanedeki hikaye zamanına götürecek. Meryem'in yaşıtındaki arkadaşlarının fazla olması ve yaşının biraz büyük olması dolayısıyla bir yerlere giden hep Meryem oluyor, Bilge ise çoğunlukla geride kalan. Bugün oğlumun Meryem'in arkasında üzgün üzgün bakmasına gönlüm razı olmadı. Eline bir ipad tutuşturup avutmak da istemedim. Bilge ile bugün birkaç saat de olsa ana-oğul başbaşa vakit geçirelim istedim. Onun için özel bir gün olsun diye düşünerek onu at binmeye götürmeye karar verdim.

Bilge ilk başta Meryem'e güle güle derken üzüldü ve bir süre onun gittiği yere gitmek istediğini söyledi. Ben tercihi ona bıraktım. Yolda giderken ondan biraz düşünmesini istedim. Kütüphaneye gitmek isterse kütüphaneye götüreceğimi at binmeye gitmek isterse at binmeye götüreceğimi söyledim. İlk başta kütüphane dedi. Bir süre düşün diyerek cevabını hemen söylememesini istedim. 7-8 dakika sonra bana "anne ben at binmek istiyorum" dedi.  Başbaşa geçireceğimiz güne hazırdık.

Bilge ile arabada beraber giderken ikimizin de üzerinde ayrı bir rahatlık vardı. Ben arabada tek çocuk olmasının rahatlığını yaşıyordum. Bilge ise bütün ayrıcalıklara geçici bir süre için kendisinin sahip olmasının zevkini. Sadece Meryem varken tek bir çocuğa bile baş edebilmenin dünyanın en zor işi olduğunu düşünürdüm. Sonra Bilge geldi ve ben her ikisi ile her yere gitmeye o kadar alışmıştım ki tek çocuk sahibi olmak nasıl bir duygu unutmuştum. İşte şimdi Bilge ile başbaşaydık ve sanki şu an dünyanın en kolay işini yapıyordum.

At çiftliğine geldiğimizde Bilge büyük bir heyecanla arabadan indi. Yarım saatlik bir midilli gezisi ayarladık. Çiftlik sahibi atımızı hazırlarken biz bir süre çiftlikteki diğer hayvanlarla ilgilendik.


 Bilge heyecanla atının gelmesini bekliyordu.


Atımız kahverengi bir midilliydi. Adı Barney. Bilge benden önce benimsedi adını. Çiftlik sahibi atın adını söyler söylemez atımıza Barney diye hitap etmeye başladı. Barney ile birlikte mini gezimiz içn ormana doğru ilerledik. Yol boyunca oğlumla bol bol sohbet ettik. Arada şarkılar söyleyip olmadık şeylere güldük. Arada Barney'e laf atıp onun fikrini sorduk. Ben Barney'le konuşmaya çalışırken Bilge bana "atlar konuşmaz ki" diyerek güldü. Barney ot yemek için durunca ona çiftliğe dönünce rahat rahat yiyebileğini ama şu anda yolumuza devam etmemiz gerektiğini söyledik.

 

Acaba sıkılır mıyız diye at gezisini yarım saatlik bir süre almıştım ama yolda bir saat boyunca gitsek hiç sıkılmadan gezermişiz onu farkettim. Oğlumla yaptğımız bu yarım saatlik orman yürüyüşü ikimize de çok iyi geldi. Arada böyle kaçamaklar yapmak gerek.  Kalabalık ve gündelik koşuşturma içerisinde ne tam birbirmizi duyabiliyoruz ne de anlayabiliyoruz.

Biz oğlumla başbaşa bir gün geçiriyorduk ama yine de oğlumun aklında ailemizin diğer yarısı vardı. Arada durup durup baba yok, baba evde veya Meryem yok diyordu. Zaten arabaya binince hemen babası ile konuşmak istedi. Eve kadar bekleyemedi. Babasına telefonda heyecanla at bindiğini anlattı. Aralara küçük kaçamaklar sıkıştırsak da en güzeli sonuçta hep bir arada olacağımızı bilmek.

29 Temmuz 2014 Salı

Benim Minik Mutlu Kardan Adamım

Karlar Ülkesi çizgi filmini seyretmediyseniz mutlaka seyredin. Büyükler olarak biz bile birkaç defa izledik. Bu film Meryem ve Bilge'yi ilk sinemaya götürdüğüm filmdi. Meryem daha önce babası ile gitmişti ama Bilge'nin ilk sinema tecrübesiydi ve film uzun bir film olmasına rağmen ve hiç ara vermedikleri halde hem Bilge hem Meryem filmi hiç sıkılmadan izlediler. Sonra evde, sonra Türkiye yolculuğumuz sırasında bilimum araçlarda. Çocukların sessiz durmalarını istediğimiz anda filmi önlerine koyuyorduk ve o anda derin bir sessizliğe gömülüyorlardı. Ne kadar uykuları olursa olsun aynı etkiyi yaptı. Çocukların açma kapama düğmesi gibiydi.

Emre ile Meryem geçen hafta kütüphaneden filmin müziklerinin olduğu CDyi ödünç almışlar. Bütün bir hafta yol boyunca karlar ülkesi müzikleri dinledik. Meryem'in favori şarkıları var. Türkçe'ye "Aldırma" olarak çevrilen "Let it go" bu listede bir numara. Ve filmin iki ana kahramanı Elsa ve Anna'nın söylediği tüm diğer şarkılar.

Filmde bir de kardan adam karakteri var. Filmin komik karakteri. Espirileri ile filmin duygusal anlamda yoğun sahnelerini neşelendiren karakteri. Adı Olaf. Bilge Olaf'ı çok seviyor. Olaf filmin bir yerinde şarkı söylüyor. Bu şarkı da CD'de. Meryem Olaf'ın şarkısı gelince diğer şarkılara geçmemi istiyor. Bilge ise Olaf'ın şarkısını dinlemek istiyor. Sadece dinlemekle kalmıyor eşlik de ediyor. En çok Olaf'ın "Happy Snowman" yani "Mutlu kardan adamı" dediği yeri seviyor. Bilge'ye Olaf ne diyor diye sorunca ilk aklına happy snowman geliyor.

Yüzüne yayılan aynı kocaman gülümseme ile Bilge de benim minik mutlu kardan adamım.


Bir Kaç Saate Sığdırılan Bayram Kutlamaları

Yurt dışında bayramlar sadece birkaç saate sıkıştırılan bayram kutlamaları ile sınırlı. Bayram günü hayat aynı hızı ile devam ediyor. Bu bayram sabahı ne bayram namazına katılabildik ne de gün içerisinde herhangi bir bayram kutlaması yapabildik. Bayram sabahı benim yeni projemin sunum günüydü. Birkaç haftadır hazırlandığım konunun sunumunu yapacaktım ve bu sunum benim için önemliydi. Bu sebeple gün içerisinde çocuklara ayıracak hiç zamanım yoktu. Emre'nin durumu da benden farklı olmadığı için çocukları okula bırakmanın daha doğru bir fikir olacağına karar verdik. Çocuklar bayramın ilk gününü okulda hafta içi herhangi bir günmüş gibi geçirdiler.

Neyse ki günün sonunda buradaki Türk topluluğunun düzenlediği bayram pikniği vardı. Meryem artık bayramları bildiği için okuldaki öğretmenine akşamki kutlamadan bahsetmişti. Ancak bana öğretmenine bayramı nasıl anlatacağını bilemediğinden dert yandı. Öğretmenine sadece bugünün özel bir gün olduğunu ve akşam Türk çocuklarla oynayacağını söyleyebilmişti. 

Akşam üzeri çocukları alarak bayram kutlamasının olduğu piknik alanına gittik. Çocuklar bir süre parkta oynadılar. Yemeğimizi yedikten sonra çocuklar için en eğlenceli kısım olan bayram hediyelerine sıra gelmişti. Meryem ve Bilge heyecanla sıraya girdiler. Meryem sıranın ilk başında idi ve hediyesini çok merak ediyordu.


Toplulukta yaşlı bir teyzeyi temsili olarak oturttular. Çocuklar sıra ile teyzenin elini öpüp hediyelerini aldılar. İlk hediyesini alan Meryem'di. 



Meryem'in hediyesi Dora oyuncağı idi. Ancak diğer kızların elinde prenses oyuncaklarını görünce ilk baştaki mutluluğu yerini mutsuzluğa bıraktı. Bütün diğer kızlar gibi bir prenses oyuncağı istiyordu. Oyuncağını değiştirmek için cesaretini toplayıp gittiğinde geriye kalan Hello Kitty seçeneği kabul etti ve Dora oyuncağını Hello Kitty ile değiştirdi. 

Bilge sırada heyecanla bekliyordu. Sırada beklerken bir boşluğunu bulup birkaç çocuğun önüne geçerek sıranın kendisine gelmesini hızlandırdı. 


Alacağı hediyeye odaklanmıştı. Meryem hediye almıştı ve o da almak istiyordu. El öpmesi gerektiğini söyleyince hızlı bir şekilde yaşlı teyzenin elini öptü ve heyecanla hediyesini kucaklayarak yanıma geldi. 




Meryem ile birlikte hediyesini açtılar. Hediyesi casus oyuncak seti idi. 


Birkaç arkadaş daha bizim çocuklara hediyeler almışlardı. Birer adet yeni kıyafetleri, hediyeleri, şekerleri ve balonları ile piknik yerinden ayrıldık. Bayram en çok çocuklara bayramdı.


Eve gitmeden yarım saatliğine Atahan'lara bayram kutlamasına uğradık ve sonra evimize döndük.

Bayram burada bu birkaç saatlik bayram kutlaması ve bir de iki arada bir derede ailelerimizle yaptığımız telefon görüşmelerimiz ile sınırlı. Ancak şunu çok iyi biliyoruz ki dar zamanlara sığdırmaya çalıştığımız bu paylaşım anları bizim için geniş zamanlara serpiştirilmiş silik bir kaç anıdan çok daha değerli.

Doğum Günleri ve Pinyata'dan Yere Dökülen Şekerler

Bu hafta sonu doğum günleri haftasonu idi. Cuma akşamından doğum günü kutlamalarına başladık. Atahan'ın doğum günü için Atahan'lara gittik. Thomas'lı doğum günü pastası Atahan'ın olduğu kadar Bilge'nin de hoşuna gitti.


Cumartesi iki doğum günü birden vardı. Önce Diego'nun doğum gününe gittik. Diego Meryem'in arkadaşı olmasına rağmen Bilge'yi de götürdüm çünkü Bilge Diego'yu çok seviyor ve birlikte güzel vakit geçiriyorlar. Diego'nun doğum gününü kendi evlerinde planlamışlardı. Doğum gününün teması süper kahramanlardı. Doğum günü davetinde eğer istersek "Süper Kahraman" kostümlerimizi giyerek gelebileceğimiz yazılıydı. Bir an Bilge'nin sırtına battaniye'den yaptığımız pelerini takıp gitmek aklıma gelmedi değil ama çok basit olacağını düşünerek vazgeçtim. Oraya gittiğimizde gördüm ki sadece çocuklar değil büyükler bile süper kahraman kostümleri giymişlerdi. Herkesi kostüm içerisinde gören Meryem ilk başlarda takmak istemediği "4th of July" bağımsızlık günü saç bandını takınca biz de biraz olsun doğum günü temasına uyum sağlamış olduk.


Doğum günü çok eğlenceliydi.  Yemekten hemen sonra doğum günü pastasını kestiler.


16-17 yaşlarında bir genç çocuklara göz yanılması gösterisi yaptı.


Çocuklar su balonları ile Penguen rolüne bürünen Diego'nun babasını vurmaya çalıştılar.





Su kayağının üzerinde bol bol ıslandılar.



Hediyeleri açarken Meryem hemen Diego'nun yanında yerini aldı ve Diego ile birlikte hediyeleri açmaya başladılar. O an ikisi arasındaki teklifsiz arkadaşlığı farkettim. Meryem Diego'nun yanına oturmuş hiç sormadan onun hediyelerini kendi hediyeleri gibi heyecanla açıyordu ve Diego bu durumdan hiç rahatsız olmuyordu.

Hediyelerden sonra sırada Pinyata vardı. Sıra ile Pinyata'yı parçalamaya çalıştılar.



Şekerler yere saçılır saçılmaz bütün çocuklar şekere hücum etti. Bilge şekerlerin içerisinden bir iki tanesini alıp bana getirdi. Aldığı lolipoplardan birisini açmamı istedi. Meryem yere dağılan şekerleri toplamaya yoğunlaşmıştı. Epey bir ganimet toplamıştı.

Öğleden sonra Syney'in doğum günü vardı. Bu sefer Bilge'yi evde bıraktım. Yol üzerinde Beyza'yı alarak doğum gününün olduğu yere geldik. Burası bir spor kompleksiydi. Sydney'in doğum günü teması Karlar Ülkesi idi. Doğum günü odası Karlar Ülkesi filmine uygun dekore edilmişti. Çocuklar önce spor salonlarının birinde oyunlar oynadılar.


Sonra havuz kısmına geçtiler. Bir süre havuzda vakit geçirdikten sonra üzerlerini değiştirip doğum günü odasına geldiler.  Doğum günü pastasından sonra sıra Pinyataya geldi.


Pinyata'nın içerisindeki ganimetler yere dökülür dökülmez bütün çocuklar yerdeki şekerleri, oyuncakları toplamaya başladılar. Bu konuda Meryem'in ne kadar ustalaştığını gördüm. Yerdekileri tek tek toplamıyordu. Yeri eli ile süpürüp eteğinin altına depo yapıyordu.




O kadar çok toplamıştı ki topladıkları poşete zor sığdı. Aslında Meryem'in amacı topladıklarını yemek değildi. Meryem kelimenin tam anlamı ile bir yarışçıydı ve oradan en fazla sonuçla çıkmalıydı.

Mini Bisiklet Gezisi

Bir Perşembe sabahı çocuklarla hemen kahvaltı sonrası dışarı mini bisiklet gezisine çıktık. Meryem ile rotamızı belirledik. Birlikte yakındaki parka kadar gidecektik. Bilge bisiklet üzerinde biraz daha uzun mesafe gidecek kadar büyümüştü. Çocuklar bisikletinde ben onların yanında yürüyerek yola çıktık. Meryem son hedefe odaklı bir şekilde bisikletini hızlı sürüyor, biraz ilerleyince bizi beklemek durumunda kalıyordu. Bilge ise yolculuğun tadını çıkarıyor, bisikletini sürerken etrafı seyrediyor, ara ara durup yerdeki otları, yaprakları inceliyor sonra yoluna devam ediyordu. Kesin olan bir şey vardı ki ikisi de bu yolculuktan çok keyif alıyordu.  Bilge arada "Ni Ha!" diyerek keyif çığlıkları atarak başına büyük gelen mavi şapkasını çıkarıp havada sallıyordu. Parka yakın bir yerde büyük bir taş görünce orada biraz dinlenmeye karar verdiler.



Sonra yola devam. Sonunda hedefimize ulaşmıştık. Bilge parkta oynarken Meryem bir süre oradaki yokuştan aşağı bisiklet sürmenin keyfini çıkardı. Kısa bir süre parkta oynadıktan sonra yine aynı neşe ile eve doğru yola koyulduk.

Bu gezimiz sırasında  çocuklarla planladığımız aktivitelerden artık o kadar çok yorulmadığımı farkettim. Çocuklarımızın her geçen gün daha bağımsız olduklarını görebilmek ne kadar güzel.

Sen adam gibi oldun!

Yine bir sabah ve hepimiz okul icin dışarı çıkmaya hazırlanıyoruz. Emre de bizimle geleceği için hazırlandı. Emre genelde evde çalışıyor ve çocuklar onu rahat kıyafetleri ile görmeye alışıklar. Çocuklar Emre'yi giyinmiş görünce şaşkınlıklarını gizleyemedi ama günün yorumu Bilge'den geldi:

Baba, sen adam gibi oldun!

Bilge biraz daha büyük olsaydı bu adam gibi olmanın anlamını biraz olsun açabilmek isterdik ama o anda bu yoruma sadece gülebildik.

18 Temmuz 2014 Cuma

Superman, to the rescue!

Bilge'nin bu aralar en favori oyunu. Bana bir battaniyeyi getiriyor.  Sırtına pelerin şeklinde bağlıyorum. Başlıyor odaların içerisinde "Superman, to the rescue!" diyerek koşmaya.




Battaniye o koşarken arkasında belirli bir his bırakıyor sanırım çünkü belli bir süre sonra yanıma üzgün bir şekilde gelip "olmuyor, kırıldı" diyor. Ne kırıldı diye sorunca aynı şeyi tekrarlıyor. Öyle düzeltiyorum böyle düzeltiyorum olmuyor. Üç dört kereden sonra onun istediği tarzı buluyoruz ve tekrar başlıyor odaları turlamaya.

Bilge bu oyunu o kadar büyük bir zevk alarak oynuyor ki belli bir süre sonra ona Meryem eşlik ediyor. İki süperkahraman odaları turluyor. Meryem oyuna kendi yorumunu katarak katılıyor. Tişörtler çıkmış ve biraz canavar-süper kahraman sentezi şeklinde oyun devam ediyorlar.


15 Temmuz 2014 Salı

Bireysellik mi Özgecillik mi?

Bu yaz Meryem'lerin sınıfı günü birlik gezilere çıkıyor. Her ne kadar yaz olsa da yağmurumuz eksik olmuyor. Okul gezisinin olduğu bir güne yağmurla başladık. Meryem'i okula bırakırken yağmur yağarsa giysin diye yağmurluğunu dolabına astım. Ancak yağmurluğunun şapkası yoktu. Dolabına şemsiyeyi de bıraktım ki yağmur altında yürümek durumunda kalırlarsa ıslanmasın. Akşam Meryem bana biraz kızgın biraz üzüntülü bir şekilde yağmurluğunun şapkası olmadığı için yağmurda ıslandığını söyledi. Öğretmenleri şemsiyesini almasına izin vermemişlerdi. Bu duruma biraz üzüldüm ama o kadar çok büyütmedim. Büyük ihtimalle birkaç damla serpiştiriyordur diye düşündüm. Bu geziden bir hafta sonra gezi resimleri duvara asılmıştı. Otobüse yeni bindikleri zaman çekilmiş bir resim içimi acıttı. Bütün çocukların yağmurluklarının şapkası vardı ve hepsi kupkuruydu. Meryem ise minik ıslak bir kedi yavrusu gibi görünüyordu. Yağmur o kadar çok yağmıştı ki Meryem'in saçları resimden bile farkedecek şekilde ıpıslak olmuştu.

Bu olay yetişilen kültüre göre kazanılan davranışları çok güzel bir şekilde örneklendiriyordu. Diğer bütün çocuklar yağmurluklarının şapkası olduğu için kuru kalırlarken Meryem'in ıslanmasına göz yuman öğretmenlerini düşündüm. Sanki Meryem'e herkes kendinden sorumlu, eğer şapkası olmayan bir yağmurluğun varsa yağmur altında ıslanmayı kabul etmelisin der gibiydiler. Arkadaşlarına ise Meryem'in yağmur altında ıslanmasına aldırmayın, bu tamamen onun problemi mesajı veriyorlardı. Bu ve benzeri olaylar Meryem'e kendi kendine yetmeyi öğretecektir. Zamanla kendi ihtiyaçları konusunda daha bilinçli ve dikkatli olacak ve kimseden hiçbirşey istememesi gerektiğini anlayacaktır.

Aynı durum Türkiye'de olsaydı ne olurdu? Meryem aynı şekilde yağmurluğunun şapkası olmayan tek çocuk olsaydı öğretmenleri onun ıslanmasına göz yummazlardı. Bir ihtimal Meryem'in şemsiyesini kullanmasına izin verirlerdi. Eğer çocukların şemsiye kullanmasını istemiyorlarsa muhakkak bir öğretmeni şemsiyesini Meryem ile paylaşırdı. Hatta öğretmenlerinin içinden birisi ileri gidip kendi yağmurluğunu Meryem'e bile verebilirdi. Amerika'da çocuklar bireysel kültüre uyum sağlamaya çalısırken Türkiye'de bu duruma benzer olaylar özgeci davranışları örneklendiriyor. Çocuklar yalnızca kendilerine değil çevrelerindeki insanlara karşı da duyarlı olabilmeleri gerektiğini öğreniyorlar. Fedakar öğretmenler onlara zaman zaman başkalarının yararının kendi kişisel yararlarının önüne geçebileceğini gösteriyor.

Bireysellik toplum içerisindeki bireyleri güçlü ve özgür yaparken özgecillik toplumu bütünleştiriyor, insanların birbirine olan sevgisini güçlendiriyor. Sanırım ben Meryem'de ve Bilge'de her ikisinin karışımını görmek istiyorum. Okulda yaşadığı olay her ne kadar beni üzdüyse onu daha çok güçlendireceğini bilmek içimi rahatlatıyor. Paylaşımcı ve duyarlı bir ortamda olmasını sağlamak ise bize düşüyor.

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Sen Hiç Yemek Hazırlamıyorsun!

Gelen Ramazanla birlikte akşam yemeği saatimizi ileri almak durumunda kaldık. Çocuklara akşam üzeri meyve veya hafif birşeyler hazırlıyoruz. Oruç açma vakti gelince hep beraber sofraya oturup yemeğimizi yiyoruz. Meryem bu değişiklikten çok etkilenmedi ama Bilge son yarım saatte artık doğru düzgün bir şey yemek istediğini açık açık söylüyor. Artık dayanamadı geçen gün bana "sen hiç yemek hazırlamıyorsun" diye şikayette bulunuyor. Aslında demek istediği ben acıktım ve hala yemek yemedik. Onun bunu kastettiğini ben biliyorum da başkalarının yanında bunu söylemesi benim çocuklarımı aç bıraktığım düşüncesi oluşturabilir. Mesela dünkü iftar daveti sırasında yine fazlasıyla acıkmış bir şekilde yanıma geldi. O şikayet eden kısık ses tonu ve küçük Emrah bakışları ile "sen hiç yemek hazırlamıyorsun"deyince ben ne diyeceğimi bilemedim.