31 Ağustos 2014 Pazar

Şapkalı Berry: Raspberry

Berry ailesine ait her türlü meyve bizim evde baş tacımızdır. Blueberry'lerin öyle minik olması veya bir pakette bir sürü olması sizi aldatmasın. Tükenme hızını görseniz siz bile şaşırırsınız. Bir kutu Blueberryi yıkadığım zaman Meryem ve Bilge masaya oturuyor ve kuşlar gibi bir iki derken bir anda bitiriveriyorlar. Emre bile şaşırıyor. Artık biraz daha hızlı davranıp marketten alır almaz kendisine bir avuç kadar yıkıyor. Çünkü sonraya bırakırsa çocuklardan ona kalmayacağını biliyor.

Bizim çocuklar için Raspberry yemenin ise ayrı bir keyfi var. Raspberry bizim çocuklar için parmak şapkası. Bu oyunu ilk Meryem başlattı. Önce Raspberryleri tek tek parmaklarına giydiriyor ve sonra onları teker teker yiyor. 


Meryem yapar da Bilge durur mu? Büyük  bir dikkatle, sanki bir matematik problemi çözer ciddiyeti ile Raspberryleri bir elinin bütün parmaklarına geçiriyor. 


Eğer bizim çocuklarla birlikte Raspberry yemek gibi bir planınız varsa bizim evdeki Raspberry yeme kültürünü öğrenmenizde fayda var. Öyle oturup hemen yiyemezsiniz.

Balkonda Evcilik

Herşey balkonda çay içme isteğimizle başladı. Emre ile balkona iki tane sandalye çıkardık ve Cumartesi kahvaltımızı takiben göl manzaramızın karşısında çay keyfi yapalım istedik. İstedik istemesine ama çocuklar dururlar mı? Onlar "ben de, ben de" diyerek yanımıza geldiler. Önce sandalyede bizim yanımızda oturdular. Sonra yavaş yavaş içeriden yastık, battaniye taşımaya başladılar.  Bir bakmışız biz kalkmışız ve onlar sandalyeleri kendilerine birer yatağa çevirmişler.



Bizim balkon keyfimiz onlara birer evcilik oyununa dönüşüvermişti. Onlar halinden gayet memnundu ama ya bizim çay keyfimiz ne olacaktı? Gerçekten bu çocuklar hangi ara bizim oturma alanımızı işgal edip bizi devre dışı bırakmışlardı?

Eski Arkadaşlara Veda

Meryem bir hafta önce Spartan Child Care'deki macerasını sonlandırdı. Mor sınıftaki arkadaşları daha yaz gelmeden teker teker ayrılmaya başlamışlardı bile. İlk ayrılığı Ashley'in gitmesiyle tattı Meryem. Ara ara bana Ashley'e mektup yazmak istediğini söyledi. Geçti masanın başına bana seni özledim, seni seviyorum nasıl yazılır diye sorarak kendince gönderilmemiş mektuplar yazdı.

Geçen hafta Perşembe günü okulun son günüydü ve Meryem heyecanla arkadaşlarına minik hediye paketleri hazırladı. Bu heyecana Bilge bile ortak oldu. Elbirliği içerisinde hediye paketleri ve kartlarını hemencecik hazırladılar.



 
Öğretmenlerine hediyeleri birlikte seçtik. Mr. Andy için gitar şeklinde bir kupayı seçti. Çünkü Mr. Andy onlara bol bol gitar çalıyordu. Ms. Abby için ise mor çiçekli kupa aldık çünkü Ms.Abby'nin düğün rengi mordu. İçlerine birer  teşekkür notu yazdım. Mr. Andy, Meryem'ler oyun alanında tekerlek salıncağa binerlerken o kadar hızlı itiyordu ki Meryem bir keresinde bunu bize heyecanla "biliyor musun Mr. Andy çok güçlü, dünya kadar güçlü" diyerek anlatmıştı. Mr. Andy'e bunu anımsattım teşekkür notumuzda. Ms. Abby de Meryem'in bir gün onu bıraktığım sırada söylediği "bana burda hiç anne yok ki" sözüne bir cevap olarak her zaman onun yanında olmuştu ve bunun için teşekkür ettim ona.

Ms. Abby iki hafta önce evlenmişti ve Meryem Ms.Abby'nin evlenmesini bize komik olarak anlatmıştı. Ona göre öğretmenler evlenmezlerdi.

Hediye paketlerimiz Meryem'in Spartan Child Care'deki son günü için hazırdı.



Ertesi sabah okul girişinde Diego'nun annesi ile karşılaştık. Ben duygulanmıştım ama o bende daha çok duygulanmış gözleri doluvermişti. Çocuklarımızın bu kadar büyümüş olabildiklerine inanamıyorduk.

 

Meryem'in kreşteki son oyunu kılık değiştime oyunu idi. Isabella ile ikisi birer erkek işçi kılığında bizi karşıladılar. Ben gelince Meryem Mr. Andy ve Isabella'ya veda ederek dolabına son bir kere geçti. Eşyalarının hepsini topladık ve dolabındaki Meryem yazısını çıkardık.


Mor sınıfın önünde bu sınıfın öğrencisi olarak son bir kez poz verdi ve okuldan ayrıldık. 


Onun için yeni bir sayfa başlayacaktı. Bana okul çıkışında yine arkadaşlarını görebileceği ihtimalini duymak isteğini "yine de markette, parkta karşılaşırız değil mi anne" diyerek dile getirdi.

Okul olmadan geçen bir hafta içerisinde Meryem Mor sınıftaki arkadaşlarını epey bir özledi. Bazen benimle Bilge'yi bırakmaya geldi. Bırakmaktaki asıl amacı kendi sınıfına gidip öğretmenleri ve arkadaşlarını görmek onlara merhaba demekti. Kendi dolabına baktı. Artık başka birinin adı yazıyordu. Sınıfında tanımadığı bir çok çocuk vardı. İnsan bazen sadece kendi hayatındaki değişikliklere odaklanır ve diğer herşeyin bıraktığı yerde bıraktığı gibi kaldığını varsayar. Meryem'in bu ziyareti bu durumun öyle olmadığını gösteriyordu.

Meryem bir sabah yanıma gelerek bana rüyasını anlattı. Rüyasında mor sınıftaki arkadaşlarını görmüştü. Okulda mıydın diye sorduğumda "hayır, arkadaşlarımın hepsi bizim eve gelmişlerdi" diye cevap verdi. Kızım hayatında bir dönemin kapanıp yeni bir dönemin açıldığının farkındaydı ve şu anda bu değişikliği anlamaya çalışıyordu.

Bu hafta Salı günü Meryem yeni okuluna başlayacak. Yeni okulunda öğretmeninin nasıl olduğunu (genç mi yaşlı mı, sesi nasıl) ve arkadaşlarının kimler olacaklarını çok merak ettiğini söyledi. Umarım eski okulunda olduğu gibi kendisini yanlarında mutlu hissettiği ve kendini ifade edebileceği ortamlar oluşturan bir öğretmeni ve arkadaşları olur. En azından eski okulundan Chloe ile aynı sınıfta olduklarını biliyoruz.

29 Ağustos 2014 Cuma

Kelebek Türleri

Dün parka doğru giderken yerde gözüme bir kelebek ilişti. Ölmüştü ama güzel kurumuştu.


Bilge ile Meryem kelebeği ellerine alıp bir süre incelediler. Kelebeği eve götürelim belki bir posta kartı yaparız diye konuştuk. Kelebek o kadar güzel kurumuştu ki sanki canlı gibi öylece duruyordu. Çocuklarla kelebeğe bakarken yanımıza 9 yaşında bir kız geldi. Kız kelebeği eline aldı. Birlikte kelebeği incelemeye başladık. Kız kelebeğin "Painted Lady" olduğunu söyledi. Ben kızın tam olarak ne dediğini anlamadım. Kelebeği resmedilmiş bir bayana benzetiyor diye düşündüm. Cahillik işte... Meryem hemen oradan atıldı "Hayır o bir Moth" dedi. Meryem'in kızın söylediğine itiraz edebilmesi için kızın bir kelebek türünden bahsettiğini bilmesi gerek. O an kendimi beni aşan bir uzman tartışmasının içinde hissettim. Kelebek türlerini konuşuyorlardı ve kimin doğru olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Kız inatla kelebeğin bir "Painted Lady" olduğunu söylüyor Meryem ise "hayır o bir Moth, ben biliyorum" diyordu. Meryem'e kelebeğin cinsini nereden öğrendiğini sordum. Bana okulda banyolarının orada resimlerin olduğunu ve Ashley'nin bu kelebeğin cinsinin Moth olduğunu söylediğini anlattı bana. Ashley Meryem'in arkadaşı ve annesi Biyoloji konusunda uzman. Bu konuda beni şasırtan durum Ashley'nin bunu bilmesi, Meryem ile bu konuda konuşmaları ve Meryem'in Ashley'nin bilgisini uzman bilgisi gibi kabul etmiş olması. Çocuklar gerçekten en iyi birbirlerinden öğreniyorlar.

Kelebeği eve getirdik. Çocuklar heyecanla babalarına gösterdiler. Ama kart yapma işi veya kelebek türleri hakkındaki konuşmamız park ile sınırlı kaldı. Bu sabah evden çıkarken birden Bilge yarı üzgün bir şekilde "ama biz kart yapacaktık" dedi. Ben ilk başta ne demek istediğini anlamadım daha sonra onun kelebekten bahsettiğini farkettim. Ben unutmuştum ama Bilge hatırlıyordu. Bu sabah dışarı çıkarken bir minik kelebek görmüştü ve bu ona bizim kendi kelebeğimizi hatırlatmıştı. Bu akşamki projemiz belli olmuştu. Kelebekli bir kart hazırlamak.

Okula gelince her zamanki gibi okuduğum makalenin tam ortasında Meryem ile parktaki kız arasında geçen konuşma aklıma geldi. İnterneti açıp kelebek türlerini araştırdım.

Painted Lady

Kaynak: http://www.butterfliesandmoths.org/species/Vanessa-cardui

Bir de Monarch diye bir çeşit vardı ve ben acaba Meryem Moth yerine Monarch mı demek istedi diye bir an tereddüt ettim.

Monarch

Kaynak: http://www.butterfliesandmoths.org/species/Danaus-plexippus

Sonra internete gidip Moth nedir onu araştırdım. Moth kelebek gibi olan ama kelebek olmayan başka bir gruptu. Genelde tonları daha donuk idi ve kanatlarını açıp kapamaları biraz farklı idi. Sonuçta daha önce hiç düşünmediğim bir alana girmiştim. Parkta karşılaştığımız dokuz yaşındaki kız çocuğu bizden çok daha fazla bilgiye sahipti.

Kelebek türleri hakkında kısa bir araştırma, çocuklara ve bize bildiklerimizi gözden geçirmek için güzel bir olanak sağlayacaktı.

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Ben Yemek İstiyorum!

Bilge dün sabah kalktı ve ben yemek istiyorum diyerek masaya oturdu.

Ben: Yumurta mı istersin tost mu yapayım?
Bilge: Ben yemek istiyorum.
Ben: Tamam oğlum, ne istersin ne hazırlayım? Yağda yumurta ister misin?
Bilge: Hayır, ben yumurta istemiyorum. Ben yemek istiyorum.
Ben: Tamam o zaman tost yapayım. Bak Meryem de tost istiyor.
Bilge: Hayır ben tost istemiyorum. Ben yemek istiyorum.
Ben: Ne yemek istiyorsun peki?
Bilge: Yemek... Davuk.
Ben: Tavuk mu? Oğlum sabah sabah tavuk yenmez ben sana başka bir şey hazırlayım.
Bilge: Yemek hazırla.

Gitti dolabı açtı, dünden kalan birtek nohut vardı. Nohut ısıtıyım mı diye sordum artık çaresiz bir şekilde. Hayır onu da istemiyordu. O akşam yemeği gibi mükellef bir sofra istiyordu. Belki haftasonu kahvaltısı şeklinde donatılmış bir kahvaltı sofrası onu tatmin ederdi ama o anda vaktim yoktu. Zar zor tosta ikna ettikten sonra yarı memnun bir şekilden kahvaltı sofrasından kalktı ve okulun yolunu tuttuk.

Gerçekten neden kahvaltıda tavuk değil de yumurta veya tost yiyoruz, değil mi ama?

Kardeş Etkisi

Bilge davranışlarında Meryem'in büyük etkisi altında kalıyor. Meryem ne yaparsa onu taklit etmeye çalışıyor. Meryem ders çalışırsa oturuyor o da ders çalışıyor, Meryem resim yaparsa Bilge de onunla birlikte. Meryem birşeyler anlatmaya başlayınca Bilge hemen ben de anlatacağım diyor ve hatta kendisi sırayı almak için gidip eli ile Meryem'in ağzını kapatıyor. Meryem dans ederse hemen Meryem'in elbiselerinden birisini üstüne geçirip dans sahnesinde yerini alıyor. Bu durum epey bir komik oluyor tabii. Meryem eğer sürekli olarak birşeyi söylüyorsa bir süre sonra Bilge'den de tam olarak aynı kelimelerle aynı sözleri duyuyoruz. Mesela hep sürekli olarak aynı şeyi yapıyorsak Meryem pek bir şikayet eder. Meryem'in klasik şikayetlerinden birisi "hep, hep, hep pilav yiyoruz". Aynı şikayet şimdi Bilge'den gelmeye başladı. Birbirini kopyalama, taklit etme öğrenmenin de bir anahtarı aslında. Benim sanırım bu konuda en büyük endişem Bilge'nin hayat görüşünün Meryem'in süzgecinden geçmeye başlaması.

Arabada giderken çocuklar hikaye CD'leri veya sevdikleri şarkıları dinliyorlar. Karlar ülkesi şarkılarından kardan adam Olaf'ın söylediği şarkı ve Kristof'un söylediği şarkı hariç Meryem diğer şarkıların hepsini çok seviyor. Ancak Olaf'a gelince Meryem "anne ben bunu istemiyorum, bunu geç" diyor. Bilge Olaf'ı çok seviyor ve onun komik olduğunu düşünüyor. Olaf'ın söylediği şarkıyı dinlerken ona yüksek seslerle eşlik ediyor(du). Geçen gün arabada Bilge ile ikimiz gidiyoruz ve Olaf'ın söylediği şarkı denk geldi. Aynen Meryem'in sözleri ile şarkıyı değiştirmemi istedi. Ben nedenini sorunca önce Meryem'den esinlendiği belli bir şekilde "kötü bu" dedi ama sonra aslında tam olarak öyle düşünmediğini farkederek Olaf komik dedi. Aynı durum "Karbeyaz" ve "Oyunbozan Ralph" hikayeleri sırasında kendisini tekrar etti. Bilge "Karbeyaz"cı Meryem ise "Oyunbozan Ralph"cı idi uzun bir süre. Meryem Karbeyaz'daki cadı kısmının korkunç olduğunu düşünüyor ve hikayeyi dinlemek istemiyor. Bilge ise bu masalı seviyor. Arabaya her bindiğimizde birisi Karbeyaz'ı istiyor diğeri ise Oyunbozan Ralph'ı. Bu durum problem oluşturmaya başlayınca hikayeleri sıraya koymuştum. Bir gün Bilge'nin isteği oluyor ve Karbeyaz'ı dinliyor, diğer bir gün ise Meryem'in istediği gibi Oyunbozan Ralph'ı dinliyorduk. Ancak geçen gün yine Bilge ile arabada yalnızken Karbeyaz hikayesini açtım o sever diye düşünerek. Bilge'den beklenmedik bir şekilde "Bu korkunç, ben Wreck it Raplh"ı istiyorum demesin mi.

Markette Meryem'in okul arkadaşları için hediye alışverişi yapıyoruz. Bu arada cadılar bayramı süslemeleri çıkmış. Bilge bana sormadan plastikten bir tane beyaz bir tane siyah yarasayı arabaya atmış bile. Meryem yarasaları görür görmez "korkunç, ben istemiyorum" dedi. Bilge "Meryem bak! Korkunç değiller" diye yarasaları ona göstermeye çalışıyor ama Meryem başını başka bir tarafa çevirerek "görmek istemiyorum" diyor. Markette biraz gezindikten sonra Bilge birden yarasaları aldı ve "bunlar korkunç!" diyerek yerine koydu. Sanırım Meryem'in dedikleri üzerine biraz düşündü ve her zaman olduğu gibi onun düşüncelerini kendi düşünceleri gibi benimsedi.

Kardeşler insanın hayatındaki en büyük destek. En yakın arkadaşlar ve aynı zamanda en güçlü rakipler. Büyükler küçükler için önemli bir rol model. Ancak insanın hayat görüşünün şekillenmesinde kardeşin bu kadar güçlü bir yerinin olması beni korkutmuyor değil açıkcası. Bilge'nin ve Meryem'in kendine özgü kişilikleri var ve ben bire doğru yaklaşmalarından öte farklılıkları ile zenginleşmelerini istiyorum.

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Bize Ne Getirdin Gezileri

Çocuklar artık Emre veya benim konferans için veya işimiz dolayısıyla onları birkaç günlüğüne bir diğerimize emanet ederek gittiğimiz kısa süreli gezilerimize alıştılar. Daha Meryem bir yaşındayken onu geride bırakıp üç günlüğüne Denver'a konferans için gitmiştim. Kızım bu konuda daha tecrübeli yani. Bilge'yi ise bebekken bir-iki kere yanımda götürdüm. Tabii bu gezilerim ekstra bir pahalı olmuştu benim için çünkü gittiğimiz yerlerde bebek bakıcısı ayarlamam gerekiyordu ve saat başı ücretleri epey bir yüksek oluyordu.

İlk gezimiz sırasında Bilge daha 4 aylık kadardı. Phoenix'a gitmiştik. Bilge'nin ilk uçak yolculuğuydu ve uçak kalkarken epey bir ağlamıştı. Ben ne kadar uğraştıysam da onu teskin edememiştim. Aslında o ağladıkça ben o kadar sıkıntı yapmasaydım o daha çabuk sakinleşecekti ama işte insan çevreden de hissetttiği baskı ile daha bir stresli oluyor. Aynı zamanda uçakta birkaç bölüm arkadaşım ve bir hocamız vardı ve bu durum sanırım benim stresimi arttırmıştı. Bilge sustuğunda bütün bir uçak bir oh! çekmiştik. Bölüm arkadaşım Eun Mi oğlunu getiriyordu ve aynı bebek bakıcısı onun o zamanlar üç yaşında olan oğlu Dongkwan ve Bilge ile ilgilenecekti. Bebek bakıcısını ayarladığımız şirket çok iyiydi. Biz daha Phoenix'e ulaşmadan bize bebek bakıcısının özgeçmişini yollamıştı. Bebek bakıcı ise süperdi. Bilge daha çok küçük olmasına rağmen onunla çok güzel ilgilenmiş hatta çocuklar otel odasında tıkılıp kalmasınlar diye gün içerisinde yürüyüşe bile çıkarmıştı. Bilge'nin doğduğu sene sanırım benim kariyerim açısından hırs yaptığım seneydi ve aynı sene içinde iki konferansa birden katılmıştım. Diğer konferans Phoenix'teki konferanstan iki-üç ay sonra Philadelphia'da idi. Yine gitmeden bir bebek bakıcısı ayarladım. Eun Mi üç gün kalacaktı. Biraz dönüşümlü çocuklara baktık biraz çocukları bebek bakıcınsına emanet ederek konferansa gidip geldik. Bu sefer uzun bir süre kaldığımız için birden çok bebek bakıcımız oldu ancak Phoeniz'teki bakıcımız kadar titiz ve özenli değillerdi. Bakıcıları ayarladığım şirket ise idare eder diyebileceğim bir şirketti. Bize ilk gittiğimiz zaman bize gelecek olan bebek bakıcısının ismini ve telefonunu vermişlerdi. Ben tedbir amacı ile bebek bakıcısını aradığımda bakıcının bize geleceğinden  haberi olmadığını öğrendim. Bu ilk hayal kırıklığı ile tam güvenemez bir şekilde çocukları emanet edip konferans yerine gitmiştik. Nasıl bir hızla geri odaya döndüğümü hatırlıyorum. Bir yanda acaba bıraktığım süt Bilge için yeterli olacak mı kaygısı diğer yanda bu bebek bakıcı bu çocuklara nasıl bakacak endişesi. Irkçı biri değilim ama siyahi insanlarla birebir çok tecrübem olmadığı için siyahi bebek bakıcımıza biraz şüpheli gözle baktığımı da itiraf etmeliyim. Odaya gittiğimde herşey yolunda idi ama odada televizyon açıktı ve bu bile benim için bir ipucuydu. Bilge'nin bebek bakıcılarına tonla para vererek ama yine de içimi yeyip bitiren kuruntudan kurtaramadan geçirdiğim o bir haftanın sonunda eğer bir konferanda gideceksem çocukların biraz daha büyümelerini bekleme kararı aldım. Tabii bu kararımı yazın bize 3.5 saat uzaklıkta olan Travers City'deki konferans ile bozmam bir istisnaydı. Çünkü oraya ailecek gitmiştik. Ne bebek bakıcısı parası vardı dert etmem gereken ne de bakıcıdan endişe duymam için bir sebep. Çocuklarımı gönül rahatlığı ile babaları ile bırakabilirdim.

Çocukların senden mesafelerce uzakta dahi olsa onları hep içinde taşımak, her gördüğün şeyde onları aklına getirmek sanırım anne baba olmanın bir parçası. Ben normalde öyle her gördüğü çocuğa sevgi ile bakan, çocuk delisi kişlerden değilimdir. Benim sevgim benim çocuklarım için. Diğer çocuklar iyidir, tatlılardır ama benim çok ilgi alanımda değillerdir. Ancak konferanslara gidince bana birşeyler oluyor. Her gördüğüm çocuğa sarılmak istiyorum. Özellikle yaşları benim çocuklarımın yaşında ise. Etrafta gördüğüm çocuklarda mutlaka Meryem veya Bilge'ye ait bir özelliği görüyorum. İnsan bu kadar çocuklarını içinde taşıyınca onlarla bu kısa süreli gezilerden dönünce bir paylaşım alanı yaratmak istiyor. Bunun için bir küçük hediyeden daha iyi ne olabilir? Gezilerim dönüşünde çocuklara hediyeler getirmeye Meryem daha çok küçükken başladım. İlk başlarda Meryem pek anlamıyor gibiydi ama zamanla bu tercih bir alışkanlığa dönüştü. Ne tesadüftür ki son iki gezimiz sırasında Emre de ben de hediye getirmeyi unuttuk. Ben iki günlüğüne Bloomington'a gitmiştim. Jen'in arabası ile gidiyorduk. Tekerimiz patladı, yedek lastik işe yaramıyormuş, araba çekildi derken yolda gidişimiz zaten o kadar maceralıydı ki kendimizi geri evimize nasıl attığımızı bilemedik. Dolayısıyla ne hediye almaya ne de hediye düşünmeye vaktim oldu. Emre ise bir haftalığına gittiği staj gezisinden ufak tefek hediyelerle gelmişti ama o da yine iş telaşından hediye almaya tam olarak vakit ayıramamıştı. Meryem biz her geldiğimizde gözü çantamızda bize ne getirdin sorusu ile bizi karşılayınca ben kendimi biraz kötü hissettim.

Geçtiğimiz perşembe vekalet işlerim için günü birlik Şikago'ya gitmem gerekiyordu. Daha yola çıkmadan büyük bir kararlılıkla bu kez çocuklara hediye ile döneceğim dedim kendi kendime. İşlerimi hallettikten sonra Şikago'da turlarken aynı zamanda ne çocuklarım için güzel bir hediye olur diye düşünüyordum.
Bir çikolata dükkkanının önünden geçerken kendimi bilinçsiz bir şekilde dükkanın içinde buldum. Uzun uzun çikolara baktıktan sonra çocuklara çiçek çikolatalardan hepimize ise bir paket içi dolgulu çikolata aldım.
Beni karşılamaya geldiklerinde Meryem'in ilk sorusu tabii ki bize ne getirdin oldu. Onlara evde çiçek çikolatalarını verdim.

 

Akşam çok geç olduğu için çikolatalarını ertesi gün yemek için kaldırdık. Ancak hepimiz dolgulu çikolardan birer tane yedik. Ertesi gün bir süre çikolatalarını ellerinde tutup oyuncakmış gibi oyun oynadılar. Meryem çiçek çikolataların ikisini alıp önce gözlük sonra sihirli çubuk yaptı.



Bilge çikolatasınden bir parça aldıktan sonra o şikayet eden sesi ile yanıma gelip çiçeğim kırıldı diye bana dert yandı. Bilgecim sen çikolatanı yedikçe çiçeğin kaybolacak, bundan daha normal ne var diye ona anlatmak biraz zaman aldıysa da sonrasında tadını çıkara çıkara çikolatasını yedi.

Hediye verme işini çok beceremesem de her zaman hediye vermenin hediye almaktan çok daha mutluluk verici olduğunu düşünmüşümdür. Bu düşüncemde yanılmadığımı br kere daha gördüm. Ufacık birşey çocukları mutlu etmeye yetmişti.

Paylaşma

Geçen Cumartesi Emre bir arkadaşının veda yemeğine katılmıştı. Akşam yemeğine yeni bir şeyler hazırlamak yerine evde önceki günlerden olan yemekleri ısıtarak Meryem ve Bilge'nin tabağına koydum. Kendime ayrıca bir tabak koymadım çünkü çok aç hissetmiyordum ve bir de çocukların tabağından yerim diye düşündüm. Meryem hemen yemeğini bitirip kalktı, yemek sonrası patlamış mısır için sabırsızlanıyordu. Bilge her zamanki gibi kendi hızında biraz konuşarak biraz etrafı seyrederek yemeğini yiyordu. Ben bir yandan onunla sohbet ediyor bir yandan da onun tabağından yiyordum. Sanırım onun tabağından yeme işini biraz abartmıştım. Bilge benim onun tabağından bu kadar çok yememe şaşırmış bir şekilde bana dönerek "sen ne kadar çok benimle paylaşıyorsun" dedi. Aslında demek istediği ne kadar çok benim tabağımdan yiyorsundu ama onun kelime hazinesinde bu paylaşma demekti. Ben ise ona benimle yemeğini paylaştığı için teşekkür ederek cevap verebildim.

14 Ağustos 2014 Perşembe

AquaPark

Çocuklarla birkaç hafta önce bir Cumartesi günü East Lansing Aquaparka gittik. Havuza gelince heyecanla hemen suya girmek istediler. İkisine de hemen can yeleklerini giydirdim. Kendim kenardaki şezlonglardan birine geçtim. Gözüm üzerlerinde hem onların suda eğlenmelerini seyrediyorum hem de kendi gölge köşemin tadını çıkarıyorum. Meryem bir süre oynadıktan sonra can yeleğini çıkarmak istedi. Can yeleğinin onu sürekli kaldırmasından rahatsız oluyormuş. Önce izin vermek istemedim ama sonra etrafttaki çocuklara baktığımda hepsinin can yeleği olmadığını gördüm. Dikkatli olmasını, ona gösterdiğim alandan uzaklaşmamasını söyleyerek can yeleğini çıkarttım.

Bir süre sonra Atahan'lar geldiler. Atahan da onlara katılınca minik kurbağlı su kaydırağı daha bir eğlenceli hale geldi. Ancak ben Aylin (Atahan'ın annesi) ile bir ara sohbete dalınca çocukları gözümün önünden kaçırdım. Heralde su kaydırağının arka tarafındalar diye düşünüyordum ama bir yandan da gözlerimle onları arıyordum. Bir süre sonra bizim çocukların havuzun öbür ucunda can kurtan ile birlikte yürüdüklerini farkettim. Ne oldu şaşkınlığı ve telaşı içinde onların yanına gidince can kurtan bana çocuklarımın ikisinin de can kurtaranlar tarafından boğulmaktan kurtarıldığını söyledi. Ben daha ne olduğunu tam anlamamışken bir de gözümün sürekli çocuklarımın üzerinde olması gerektiğini bana azarlar bir tonda söylemesin mi? O anki yaşadığım şok ile bana verdiği formu doldurdum. Çocukları alıp hemen oturduğumuz yere gittim. Meryem'den tam olarak ne olduğunu bana anlatmasını söyledim. Farkında olmadan biraz derin olan bölgeye geçtiğini ve tam o anda can kurtaranın düdüğünü duyup korktuğunu anlattı bana. Ne olduğunu tam hatırlamıyordu ama çok korkmuştu. Gerçekten bir boğulma tehlikesi atlatmıştı ama farkında değildi. Bilge orada ne yapıyordu? O nasıl onlara katıldı hiçbir fikrim yok. İkisi can kurtaranın yanında tıpış tıpış yanıma doğru gelirlerken ben karşımda birbirine sıkı sıkı tutunmuş iki kardeş gördüm. Zor anlarında birbirlerine sarılmışlar ve ne yapacaklarını bilememenin şaşkınlığı ile olanları anlamlandırmaya çalışıyorlardı.

Bu olay bana büyük bir ders oldu. Suyun şakası ihmali yoktu. Bir türlü sonuca ulaştıramadığımız yüzme işini bu sene halletmemiz gerekiyordu. Ancak o an için daha öncelikli birkaç şey vardı. Meryem'e her ne olursa olsun yüzmeyi tam olarak öğrenmeden can yeleğini çıkartmaması gerektiğini anlatmalı ve bu yaşadığı korkunun kalıcı bir korkuya dönüşmesini engellemeliydim. Bir-iki dakika kızıma sarılıp kucakladıktan sonra can kurtaran yeleğini giydirip tekrar suya soktum. Meryem can kurtaranın düdük sesini duyduğu sahneyı aklından bir türlü çıkaramadığını söylüyordu. Epey bir korkmuştu. Ancak bu korkunun üstesinden gelmeliydik. Bilge ve Meryem'i suyun biraz derin kısmına götürdüm ve onlarla nasıl suyun dibinden kendimizi yukarı çekeriz alıştırması yaptırdım. Meryem'le epey bir tekrar yaptık ve zamanla bu alıştırma bir oyuna dönüştü. Meryem'in yavaş yavaş eski neşesi geri gelmeye başlamıştı. Bilge ile birlikte tekrar kurbağlı kaydırağın oraya geçtiler ve kaydıraktan önce kim kayacak yarışı ile oyuna daldılar. Ben köşemde ama hep gözüm üzerlerinde onların neşeli oyunlarını seyretmeye devam ettim.




Havuzdan sonra epey bir süre kum havuzunda oynadılar. Bilge bir ara fıskıyelerin oraya gitti. 


Sabah 11'den hemen hemen havuzun kapanış saati olan 7'ye kadar orada vakit geçirdik. Bilge'yi havuzdan zar zor da olsa çıkmaya ikna ettikten sonra arabamıza bindik ve ben daha havuz alanından ayrılmadan ikisi de arabada uykuya daldılar.

12 Ağustos 2014 Salı

Yaz, yaz, yaz!

Yaz ne de çabuk geçiverdi yine. Haftaya yeni dönem başlıyor. Ders verip almadığım için benim için çok da farketmeyecek ama yine de dönemin başlayacak olması insanı ürkütüyor. Yazın bitiyor olması sıcak havaların ve yaz aktivitelerinin yavaş yavaş sonlanması demek. Bugün hava buz gibi ve bu yazın sonuna geldiğimizin en iyi habercisi bence. Bu yaz yine dolu dolu geçti. Çocuklarla havuzda, göl kenarında parklarda sokaklarda çok güzel vakit geçirdik. Çocuklar doyasıya olmasa da bol bol bisiklete bindiler. Göl kenarına gitmek yapmayı en çok sevdikleri aktiviteler arasında yerini alıyordu. Bilge bile haftasonu tempomuza alışmıştı. Güne onun yüzmeye gidiyoruz, parka gidiyoruz soruları ile başlıyorduk. Havaların soğuması ile birlikte bu aktivite çeşitliliğimiz de yavaş yavaş azalacak. Bu bile insanda buruk bir his oluşmasına yeterli. Bu yaz sanırım geçtiğim yazlara nazaran en az yaptığımız şey mangal başında vakit geçirme oldu. Meryem ne kadar mangalda pişirilen eti yemeyi özlediğini ve pikniğe gitmeyi istediğini söylediyse de bir türlü arkadaşlarla hep beraber yapacağımız bir piknik ayarlayamadım. Yazdan kalma bir kaç güzel güne bütün az yaptıklarımızı sıkıştırmaya çalışacağız artık.

5 Ağustos 2014 Salı

Kararlı Olabilmek

Kararlılık, azim ve sebat hayatta dinlediğimiz, okuduğumuz başarı hikayelerinde tekrar tekrar karşımıza çıkan kelimeler değiller mi? Keşke küçükken sahip olduğumuz kararlılığımız aynı şiddeti ile büyüdüğümüz zaman da kendisini gösterebilse. Maalesef bir çok güzel özellik gibi kararlı olabilme özelliğini de farkında olmadan törpülüyoruz çocuklarımızda.

Kararlılık, azim ve sebat Bilge'nin en belirgin karakter özelliklerinden. Birşeyi kendi yapmak istiyor ve yapasıya kadar deniyor. Daha kolayını veya daha güzeli değil kendi yaptığı olsun, kendi seçtiği olsun istiyor. Deniyor ve başarıyor da. Daha önce de yazmıştım burada. O "ben yaparım Bilge". Birşeyi ben yaparım diyorsa gerçekten o yapacak anlamına geliyor.

Meryem ve Bilge Lake Lansing parkta bisiklet sürüyorlar. Bilge kaldırımdan çimlerin üzerine geçti. Çimlerin üzerinde pedalleri çevirmesi çok daha zor. Girdiği yer biraz da engebeli. Ben ona yardım etmek adına bisikletini itiyorum kaldırıma doğru. Bana kızıyor. "ben kendim yapmak istiyorum" diyor. Bunun ne demek olduğunu çok iyi biliyorum. Orada bekliyorum. Bir beş dakika orada bisikletini çıkarmaya çalışıyor. İleri gidiyor, geri gidiyor ve sonunda başarıyor. Yüzünde bir gurur ifadesi ile "ben kendim yaptım" diyor. Sanırım en çok sonundaki bu zafer hissi hoşuna gidiyor.

Meryem ve Bilge babaları ile dışarıya bisiklet binmeye çıkacaklar. İkisi de kapıda. Bilge'ye ayakkabılarını giydirmek istiyorum ama o ben yaparım diyor. Ayakabısını çıkarıp çıkarıp tekrar giyiyor. Herşey iyi hoş da her seferinde arka tarafı biraz içerde kalıyor. Ben elimi atıyorum düzeltmek için ama bana kızıyor ve tekrar çıkarıyor.  "Ben kendim giyerim" diyor. Ben bu arada kapının önünde "bak oğlum Meryem indi, bisiklet biniyor" gibi sözlerle onu ikna etmeye çalışıyorum ancak Bilge beni duymuyor bile. Ve sonunda giyebildi. Yine aynı zafer ifadesi ile "ben tek başıma giyebildim" diyor.

Sabah okula bırakıyorum. Okulun ağır kapısını kendi başına açmaya çalışıyor. Açıyor açmasına ama kapı aynı hızda geri kapanıyor. Kapıyı aralık tutabilmek biraz daha fazla güç istiyor. "Oğlum sen aç kapıyı, ben tutuyum, olur mu?" Benim ona açarken yardım ettiğim kapıyı tekrar kapatıyor, kendisi yapacak. Başka birisi geldi ve Bilge için kapıyı tuttu. Ben onlara teşekkür edip kendimizin yapmak istediğini söylüyorum. Sonuçta onlar da anne-baba ve ne demek istediğimi anlayan bir gülümseme ile kapıdan çıkıyorlar. Kapıyı açtı içeri giriyor ancak kapı üzerine kapanmak üzere. Artık dayanamayıp onunla birlikte ve ona belli etmemeye çalışarak kapıyı tutuyorum. Sonunda içeri giriyoruz. Bana "anne birlikte açtık" diyor. Benim ona yardım ettiğimi farketmiş ve bu yüzden kendisi yapmış saymıyor. Neyse ki tekrar denemek için ısrar etmiyor.

Bu kararlılık sadece birşeyleri kendisinin yapması konusunda değil. Kendi tercihlerini yapmak istiyor. Masadaki kaptan meyveyi kendisi alacak, şekerlerin arasında kendisi bir tane şeker seçecek ve buna benzer seçim gerektiren olaylarda etken bir tavır takınmak konusunda mutlaka kararlılığını belli ediyor. Geçtiğimiz günlerde kahvaltı soframızda bu sebeple kısa bir gerginlik yaşadık. Yumurtasından önce simit yemek istiyor. Emre ise önce yumurtasını bitirmesi konusunda ısrarlı. İkisi de birbirine direniyor. Emre artık dayanamıyor ve Bilge'yi odasına gönderiyor. Bilge'nin odasından "bagel istiyorum" sesleri geliyor. Ben bu duruma dayanamıyorum. Bir de oğlumun karakterini de biliyorum. Her ikisinin de istediği olacak bir anlaşma yapıyoruz. Bilge yumurtasını ve simitini aynı anda yiyor.

Anne-babaları olarak bize düşen görev Bilge'nin ve Meryem'in kararlı duruşlarını beslemek, teşvik etmek ve güzel işlere yönlendirebilmek. Umarım hayatlarındaki seçimlerinde edilgen değil her zaman etken bir tutum gösterirler.