30 Aralık 2014 Salı

Canım Oğlum Üç Yaşında!

2011 senesinin Kasımından bu yana üç sene geçti. Oğlum üç yaşını doldurdu. Bu geçen üç yılın her anı için ne kadar şükretsem azdır. Oğlum sen bizim gün aydınlığımız, hayat neşemizsin. Senin enerjin, neşen, o alaycı tavırların, her şeyde komik birşeyler bulman ve her ne yapıyorsan mutlaka sana özel bir parça katman ile sen tamamen kendine özel bir çocuksun. Senin her geçen gün büyümeni izlemek bir o kadar güzel bir o kadar da gurur verici. En büyük korkum bu anların değerini tam olarak bilememek. Senin bu yaşındaki görüntün hafızama öyle derin kazınsın ki hiç silikleşmesin istiyorum. Sahip olduğun enerji, her zaman pozitif ve kararlı tutumun hiç bir zaman değişmesin istiyorum.

Doğum gününü doğum gününün olduğu günde kendi aramızda kutladık. Daha aylar öncesinden sen o anı büyük bir heyecanla bekliyordun. Her doğum gününe gittiğinde bana kendi doğum gününü sordun. Ben de sana doğum günü geçecek kişileri sayarak doğum gününe ne kadar zaman olduğunu anlatmaya çalıştım. Ela'nın doğum gününde sonra sana geleceğini ezberlemiştin artık. Bana doğum gününde blueberry cake istediğini söyledin. Yani yine kendine özel bir istekte bulundun. Benden mavi kek veya pembe kek veya üstünde araba resmi olan kek istemedin. Benden yaban mersinli kek istedin. Hangi çocuk böyle bir istekte bulunur ki?  Ben doğum gününün olduğu gün blueberry cake almadım çünkü yaban mersinli doğum günü keki hiç görmedim. Daha sonraki günlerde istediğin gibi blueberry muffin aldım ama.

Doğum gününde sana söylemeden çikolata kaplı dondurmalı pasta aldım. O pastayı da çok sevdiğini biliyordum. Sonra evde bulduğum tepesi kırılmış Meryem'in doğum gününden kalma 5 rakamı şeklindeki mumu pastanın üzerine koyduk. Biz Meryem ile senin pastanı hazırlarken sen babanın odasında birşeyler seyrediyordun. Seni içeriye çağırınca gelmek istemedin. Seni ikna edip içeriye getirmek biraz zaman aldı ama pastayı ve mumu görünce gözlerin hemen parlayıverdi. Çok heyecanlandın.  "Bugün benim doğum günüm" diye sordun heyecanla. Sanki bu anı bekliyordun hep. Ve herşeyden güzeli bu küçücük kutlama sana yetmişti. Başka doğum günlerinde benim doğum günüm geçti dedin sadece. Hiç bir daha olsun diye istemedin, hediye istemedin. Başka çocuklar gelsin istemedin. Bir küçük pasta ve bir mum seni mutlu etmeye yetmişti. İşte senin en çok bu yanını seviyorum. Neyin olmadığı değil, neyin olacağı değil sen anı doyasıya yaşıyor ve sahip olduklarınla mutlu olmasını biliyorsun oğlum.


Bu sene kendini kelimelerle çok güzel anlatır oldun. Bizimle konuşurken veya birşeyleri anlatırken bizimle sadece olayları değil sana hissettirdiği duyguları da paylaştın.  Mutluluğun yüzüne yansıyan kocaman gülümseme ile bize yansıdı hep. Arabada giderken öyle kendi kendine bir şeyler düşünür sonra durup dururken bana sevip sevmediklerinden bahsetmeye başlamanı çok seviyorum mesela. "Ben bugün okulda uğur böceği gördüm. Ben uğur böceklerini çok seviyorum. Bir de danaları çok seviyorum. Bir de kartalları çok seviyorum"

Kendi içinde oluşturduğun bir mantık zinciri ile yaptığın gözlemlerini paylaşmanı seviyorum.
"Bizim kanadımız yok, biz uçamayız. Kartalların kanatları var onlar uçabilir. Uçakların kanatları var. Uçaklar uçabilirler. Ördeklerin kanatları var onlar uçabilirler. Danalar uçamaz çünkü kanatları yok." Ben oradan seni biraz zorlamaya çalışıyorum. Sana peki ya tavuklar deyince öyle havadan atmasyon cevaplar vermiyorsun. Çok net bir şekilde "tavukları bilmiyorum" diyebiliyorsun. Gelişmenin en önemli yanlarından birisi ne bildiğinin farkında olmak kadar ne bilmediğinin de farkında olmak değil mi?

Hayal gücünün derinliğini seviyorum. Çabucak kendine hayalinde karakterler yaratıp bambaşka bir dünyaya dalabiliyorsun. Bir ekmeğe bakıp ekmeği bir balık olarak veya bir gemi veya bir uçak olarak görebiliyorsun. Tuvaletten çıkınca elini yıkamazsan seni kurtlar yer deyince gerçek olacak fikri ile korkup endişelenebiliyorsun. Filmlerden gördüğün karakterler hemen arkadaşın oluyor veya sen film kahramanı oluyorsun. Batman bir aralar favorindi. Bana battaniyeyi sırtına pelerin şekilden bağlatıp az evin içinde turlamadın. Batman pijaması aldığımızda ne kadar mutlu olduğunu anlatamam. Bir de Batman maskesi aldığımızda kaç kere okula o maske ve pijama ile gitiin. Okulun içerisine kadar masken takılı bir şekilde gidiyor ve şöyle bir arkadaşlarına öğretmenlerine göründükten sonra ister istemez hayal dünyandan çıkıp arkadaşlarının arasına karışıyordun. Şimdilerde favorin He-Man. Sana yumurtanı yersen He-Man olursun deyince o gözündeki parlama ile yumurtayı hızlı hızlı ağzına atışın gözümün önünden gitmiyor. Gerçekten He-Man olma amacı ile o yumurtayı yediğin o kadar belliydi ki. Kendine legolardan He-Man kılıcı yapıyor sonra o yaptığın kılıcı He-Man gibi arkana koyup kılıcın kırılmasın dökülmesin dikkati ile yürüyorsun. Ara ara yanımıza gelip büyük bir dikkatle kılıcı sırtından çıkarıp He-Man taklidi yapmak seni epey bir oyalıyor. Geçen gün Meryem ve seninle maske yaptık. Sen tavşan olmak istedin. O tavşan maskesi bir kaç gün yüzünden çıkmadı. Evde, okul koridorlarında tavşan olarak dolaştın bir süre. Benden havuç isteyip tavşan gibi havuçları kemirirken maskenin kağıttan dişleri ıslandı doğal olarak. Yanıma gelip "maskem kırıldı" diye ağlamaya başlayınca hemen maskeni tamir edip, dişlerini bantla sağlamlaştırıp maskenin ömrünü uzattık.



Bir de hayal gücünde düşündüğün korkunçlar var. Legodan yaptığın bir oyuncağı gece yatmaya giderken sehpanın üzerine bırakırken "kimse almasın ama, korkunç da almasın" diye sıkı sıkı tembih ediyorsun. Bu korkunç nedir, senin hayal dünyanda neye benziyor pek bilemiyorum ama bir şekilde senin zihnini meşgul ediyor. Evin karanlık bir yerine özellike bizim yatak odasına tek başına gitmeden önce seni ikna edebilmek gerekiyor. Ben hiçbir şey yok annecim bizim evimiz burası ama diyorum sen yine de bir kaç kere soruyorsun "korkunç da yok" diye. Hayır korkunç da yok oğlum.

Senin meraklı olmanı seviyorum. Geçen gün seninle ve Meryem'le kısa süreli bir doğa yürüyüşüne çıktık. Bir ağacın üzerinde gördüğün kuş yuvasına dikkatle baktın. Daha yakından görebilmen için seni kucağıma aldım. Sonra bir kuru çiçek. Baş vermiş, tohuma durmuş. Size gösterince sen çiçeğin yanına gittin. Elinle dokundun, inceledin bir süre. Sonra bana sen göstermeye başladın. Başka bir kuru çiçeğe yumuşak bir şekilde dokunup dikenli olup olmadığını kontrol ettin.  Bir şeyleri keşfetmek, incelemek, anlamak sanki senin işin. Geçen gün tuvaletini yaparken sifona arka arkaya bastığın için sifonun deposunda su kalmamış. Bana anne bozulmuş dedin. Ben sana bozulmamış sadece deposunda su kalmamış deyinca depo ne demek diye sordun. Sana tuvaletin arkasındaki sifonun deposunu gösterdim. Bir süre baktın. Sonra bana hemen açıklamaya başladın. Su buraya geliyor, sonra buradan buraya diye suyun borulardan depoya doluşunu sonra tuvalete dökülüşünün mekanığını açıkladın iki dakikada hemen.

İlgili ve dikkatli olmanı seviyorum. Bir anda birden fazla şeye odaklanabiliyorsun. Daha çok küçükken bu özelliğini Sevil de farketmişti. Sen bahçenin bir köşesinde oyun oynarken biz biraz ötede başka birşeyler yapıyor olabiliriz. Sen yaptığın şeyi bırakmıyorsun ama yan gözle öte tarafı da takip ediyorsun. Her ne yapıyorsan o yaptığın şeyi tamamladıktan sonra bizim yaptığımız şeyi yapmaya başlıyorsun. O yüzden senden birşeyler kaçırmanın gizlemenin pek bir olasığı yok.

Tabii bu aşırı dikkatli tavrın  bizim Meryem ile anne-kız özel anlarımızın baş engeli oluyor. Evde senden gizli saklı birşeyler yapmanın imkanı yok gibi. Bu konuda en büyük çözüm sıranın sana geleceğini sana anlatabilmekte. Meryem ile satranç oynarken senin satranç tahtasını yerle bir etmene engel olmak için bazen Meryem'in odasına kaçıyoruz. Sen bir süre bana satranç setini getiriyor ve "bizim odaya gidelim, kapayı örtüp satraç oynayalım mı anne?" diye soruyorsun. Tabii oğlum sen yeter ki iste. Sorunlar her zaman bu kadar kolay çözülmüyor tabii. Özellikle Meryem ile kitap okuma saatlerimizde kıza yapmadığın eziyeti bırakmıyorsun. Yani ilginin Meryem'in üzerinde olması seni içten içe hırslandırıyor. Nedense ayağın yanlışlıkla Meryem'in suratına çarpıyor. Bir bakmışız Meryem'in kafasına vurmuşsun. Meryem'i senden korumak için epey bir emek harcamak gerekiyor. Bir de unutmuyorsun. İçinde o anın acısı, hırsı oturduysa onu bir şekilde çıkarıyorsun. Özellikle Meryem'den. Durup dururken kıza indirdiğin tokatlara kız da alıştı artık. Bu hırs tabii öğrenmen açısından epey bir olumlu oluyor. Meryem kitap okuyor diye sen alıyorsun kitapları eline bana kelimeleri gösterip bana soruyor sonra benim arkamdan sen de tekrar ediyorsun. Meryem ipad'de yaşına göre oynadığı oyunları sen tam olarak yapamasan da sırf Meryem yapıyor diye açıyorsun.

Merakın, ilgin, uzun süreli odaklanabilme özelliğin ve kararlı tutumların öğrenme yansıyor. Yeni şeyleri hızlı bir şekilde öğreniyorsan. Öğrenmedeki anahtar kelimeyi biz artık Meryem'e ne kadar tekrarladıysan sen içselleştirdin. Yeni bir şey gördüğünde veya Meryem'in kendini geliştirmesi gereken bazı özellikleri hakkında konuşurken sen orada hemen bilmiş bilmiş "practice yapmalısın Meryem" diyorsun.  Meryem evde jimnastik alıştırmaları yaparken sen de Meryem'in yaptığı hareketleri kendi seviyene göre yapabilmeye başaldın. Jimnastiğe gitmeden kendi kendine takla atmayı başardın. Split konusunda yakında Meryem'e yetişeceksin. Şu anda seni jimnastiğe göndersek biliyorum ki büyük bir hızla ilerleyeceksin. Okulda bir kere Yoga yapmışsınız sonra gelip o hareketlerden bazılarını evde tekrarlamaya başladın. Meryem ile ağaç pozu sırasında dengede kalma konusunda yarışıyorsunuz. Bir de tabii  flamingo olmayı çok seviyorsun. Dün akşam ben yoga yaparken hemen hemen bütün hareketleri üşenmeden dikkatle yapmaya çalıştın. Birlikte ağaç olduk, kapı olduk, sfenks olduk. Bu benim için çok keyifli oldu. İkimizin bir arada tam olarak Yoga yapacağı günün heyecanı içimi sardı.

Etken ve öncü tavırlarını seviyorum. Yapılması gereken bir iş varsa hiç beklemeden hemen yapmak için atılıyorsun. Tabii bu iş konusunda istekli olman gerekiyor. Eve dağıtılmış oyuncakların toparlanmasından kaytarmalarını buna dahil etmiyorum. Bir yere gittiğimizde öyle çekingen bir şekilde köşede beklemiyorsun. Ne istediğini söylüyorsun ve bazen diğer çocuklara öncülük yapıyorsun. Çok çabuk oyun başlatabiliyorsun. Dışarı top oynamaya gidelim mi? Sen hazır bekliyorsun. Bir süre top oynadıktan sonra hadi yürüyüş yapalım diyorsun ve birlikte yürüyüş yapıyoruz. Koşmaya çıkacağım ben dediğimde sen ben de geleceğim  diyorsun ve gerçekten de çok yorulsan bile benimle birlikte koşuyorsun. Önemli olan sana yapılacak işi iyi tanımlayabilmekte. Bazen o kadar heyecanlanıyorsun ki beni beklemek yerine kendi başına yapmaya çalışıyorsun. Bu pazar kek yaparken unu masaya dökmene kızdım ama istedim ki beklemen gerektiği zamanlarda beklemeyi bil.

Maskulen olduğun kadar bir o kadar da naif ve hassas tavırlarını seviyorum. Bir bakıyorum elinde kılıcın ile He-man olmuşsun. Kavga etmeyi, güreşmeyi çok seviyorsun. Hadi dövüşelim diyorsun bazen. Taekwando veya karate sana uygun sporlar aslında. İçindeki o kava etme isteğini nötürlemek gerekiyor ara ara çünkü. Bu durumdan en çok Meryem nasipleniyor. Bu kavgacı ve saldırgan tavırlarından bir kaç dakika sonra bakıyorum dans etmeye başlamışsın. Dans ederken Meryem'in elbiselerinden birisini giymek hoşuna gidiyor. Sanırım elbiselerle ile dönmek sana eğlenceli geliyor. Batman olduğun pelerin bir anda Elsa'nın pelerini olabiliyor. Güzel bir çiçek gördüğünde hassas bir şekilde dokunup, kokluyorsun. Sabahları dışarı çıktığımızda güzel havayı içine içine çekip hava ne kadar güzel değil mi diye benimle sevincini paylaşıyorsun.

Koruyucu ve şefkatli tutumunu seviyorum. Meryem ile özel bir ilişkiniz var. Ne kadar oyun oynarken kavga etseniz de ve sen içindeki dövüşme istediğini Meryem üzerinde göstersen de Meryem de sen de birbirinize çok bağlısınız ve ben bunu çok seviyorum. Meryem'i okula bırakırken önce ben sonra sen Meryem'e sarılıyorsun. Eğer Meryem'e güle güle demediysen içleniyosun. Bir bebek gördüğünde yavaşça bebeğe yaklaşıp bebeğe bakıyorsun. Eğer bebek uyuyorsa bizi uyarıyorsun sessiz konuşalım diye. Benim karnımda bebek olduğunu öğrendiğin günden beri bebek hep aklında. Bir yerde bebek gördüğünde burada iki bebek var diyorsun. Yani şimdiden karnımdaki bebeği saymaya başladın. Karnıma dokunuyor, ben bebeği sevdim diyorsun. Yatakta seni kucağıma oturtacaktım ama beni uyardın bebek var diye. Ben bebeğin üstüne oturmak istemiyorum dedin. Geçen gün öğlen yatağa uzanmış yatıyordum. Yanıma geldin ve anne sen hastasın diye benimle ilgilenmeye başladın. Başımı dizlerine koyup bana sarılman ve senden bir süre bana özel ilgi görmek çok hoşuma gitti doğrusu.

Ne kadar sık olmasa da seninle özel vakit geçirmeyi seviyorum. Birgün Meryem'i okul otobüsüne bıraktıktan sonra senin okula gitme ruh halinde olmadığını farkettim. Senin duyguların yapmacıksız, gerçekçi. Eğer olmadık şeye ağlıyor veya olmadık şeye takılıyorsan biraz zaman ihtiyacın olduğunu artık çok daha iyi biliyorum. Seni okula böyle mutsuz bırakmaktansa seninle biraz daha fazla zaman geçirmenin daha iyi olacağını düşündüm. Birlikte Biggby kafeye gidip kahvaltı yaptık ve ilk o zaman farkettim seninle birebir vakit geçirecek kadar büyüdüğünü. Sana sıcak çikolata aldım, kendime kahve ve bir de beraber yemek için bagel aldım. Aslında saat 9:30'a yetişmesi gereken bir işim vardı. Masaya oturken sana benim biraz iş yapacağımı söyledim. Sen yine gözlemci yanın ile herkese tek tek baktın. Hemen hemen herkesin bilgisayarı önünde açıktı. Bana herkes iş yapıyor ben yapmıyorum dedin. Sana çantamda olan oyun hamurunu çıkarıp verdim. Oyun hamurunu görünce hemen gözlerin parladı. Oyun hamuru ile oynamaya o kadar daldın ki ben hatırlatmasam sıcak çikolatanı içmeyi bile unuttun. Oyun hamuru, bagel derken kalkma vakti gelmişti. Sıcak çikolatandan az kalmıştı, bitir de gidelim dediğimde ben arabada içeceğim dedin. Arabaya bindik. Okula geldiğimizde sıcak çikolata kabın elinde arabadan indin. Ben senin amacını anladım o an. Bu özel anı diğer insanlara göstermek istiyordun.  Biggby çikolata kabını sınıfa kadar taşındın ve son yudumunu kendi dolabına oturup içtin. Bitirdikten sonra kabı götürüp sınıfın içindeki çöp kutusuna attın. Havanı atmıştın arkadaşlarına kendince ve bu çok hoşuna gitmişti. Bana hızlı bir şekilde güle güle deyip oyuna daldın hemen. Seninle özel 15 dakika bütün sabahımızı aydınlatmıştı. O günde sonra Biggby kafeye bir kere daha gittik. Gittiğimiz kafe yol üstünde olduğu için ara ara bana soruyorsun şekerli su içebilir miyiz diye. Ben hayır dersem ısrar etmiyorsun. Sanırım ikimizin uygun olacağı bir zamanda tekrar gideceğimizi biliyor ve bu konuda bana güveniyorsun. Ve ben aramızda bu güvenin oluşmuş olmasında dolayı çok mutluyum.

İşin özeti seni çok seviyorum canım oğlum. Doğum günün kutlu olsun gün ışığım...

24 Aralık 2014 Çarşamba

Kimi Davet Edelim?

Yarın burada herkes aileleri veya sevdikleri ile birlikte geçirecekler çünkü yarın Noel. Ben Eun Mi'leri davet etmiştim ama onlar seyahata çıkmışlar. Birkaç gündür acaba kimi davet etsek diye düşünüyorum. Bu sabah Bilge ile konuşurken bir yandan da sesli düşünüyorum. Bilge'yi giydirirken ona sordum. Yarın yemeğe kimi davet edelim oğlum diye. Bana verdiği cevap beni hem çok şaşırttı hem de duygulandırdı. Musa dedeyi demesin mi? Ne diyeceğimi bilemedim. Gözşyaşlarıma zor engel oldum. Ah keşke gelebilse demekle yetindim. Niye çok mu uzakta sorusunu ise cevapsız bıraktım. Belki çok uzakta belki de her zamankinden daha yakında.

Babamı kaybettiğimdeki acıyı çocuklara yansıtmamak için elimden geleni yaptım. Türkiye'de acımı yaşadım ve uçaktan indiğim an o acımı içime gömmeye çalıştım. Çocuklara öyle çok babamdan bahsettiğim de olmadı. Yani Musa dede bizim sürekli konuşmalarımızda yer aldığı için Bilge öyle söylemiş olamaz. Çocuklar anneleri ve babaları ile ayrı bir empati yeteneğine sahipler bunu zaman zaman görmek beni şaşırtıyor. Ancak Bilge'nin benim babama olan özlemimi bu kadar açık bir şekilde dile getirmesi hiç beklemediğim bir şeydi.

Bilge ile babamın çok özel bir ilişkisi vardı. Birlikte daha çok zaman geçirdikleri zamanlar babamın hastalığına gelmiş olsa da babam Bilge'ye bir ayrı bakar ve severdi. Bu sevginin Bilge'ye geçtiğine eminim. Bir de tabii danalar var. Bilge'nin dana aşkı babamla başladı. Babamın danalarını çok sevmesi ve onları seyretmekten aldığı zevk eminimim Bilge'nin gözünden kaçmamıştır. Belki bu durum babamı kendisine daha yakın hissettirmiştir.

Babamın hep hayal ettiğimiz gibi bizi ziyarete gelemeyecek olmasının verdiği acı hiç geçmeyecek ama bizim kalbimizde, dualarımızda ve düşüncelerimizde olduğunu bir şekilde hissediyordur diye düşünmek ve buna inanmak istiyorum.

Seni çok özlüyoruz babacım...


15 Aralık 2014 Pazartesi

Satranç Oyunu

Bizim uzun zaman önce garaj satışlarından birinden aldığımız Simpson karakterli satranç seti vardı. Meryem geçen gün onu indirmemi istedi. Oyunu oynamak istiyordu. Emre bu konuda daha bilgili ve tecrübeli olduğu için Meryem'e babasından rica etmesini söyledim. Meryem sabırla oyunun nasıl oynandığını dinledi ve kısa sürede oyun taşlarının hareket ediş şekillerini ve oyunun hedefini kavradı.

Meryem arada Bilge'yi karşısına olarak oyunu anlatmaya çalışıyor.Meryem iyi bir öğretmen. Tane tane ve yumuşak bir ses tonu ile konuşuyor ve göstererek anlatıyor.  Tabii Bilge içn oyun şu andan sadece kralın bütün taşları yemesi demek gerçekte öyle olmasa da.


Meryem yine bir gün satranç setini aldı yanıma geldi. Birlikte oynamaya başladık. Ben aslında satrançta Meryem'den kötüyüm. Bana oynarken hangi taşın nasıl hareket edebileceğini anlatıyor. Onun için en önemlisi piyonların kraliçe olabilmesi. Bana anlatırken yüzüne yayılan kocaman bir gülümseme ile piyonunu göstererek "Bunlar kraliçe olabilirler. Gerçek söylüyorum. Eğer en sona gitmeyi başarırlarsa kraliçe oluyorlar" diyerek üstüne basa basa söyledi. Meryem'in oyundaki hedefi netti aslında. Piyonlarının heyecanla kraliçe olmasını istiyordu. En azında ilk başlarda oynarken. Tam bir piyonu sona gelmeye yaklaşmıştı ki ben o piyonunu yedim. Çok sinirlendi. Canı fena sıkıldı. Odasına gidip ağlamay başladı. Epey bir süre o sinirini atamadı. O günden sonra da zaten biz birlikte satranç oynamadık.

Meryem canı satranç oynamak istediğinde satranç setini alıyor ve babasının odasına gidiyor. Emre ise onunla kendi düşünce aşamalarını anlatarak oynuyor. Ufak ufak gelişmeler var. En azından şu anda bir taşa odaklanmak yerine birkaç olası adımı düşünerek oynuyor. Ben bu satranç oynama işine iki yönlü kazanım olarak bakıyorum. Bizim için Meryem ile Emre'nin bir arada geçirdiği anlara özel yeni bir etkinlik olması bir kazanım. Bu oyunun Meryem'in soyut düşünce gücünün gelişimine katkıda bulunması diğer bir kazanım. Ne kadar ilerleyeceğini ve bu oyunu ne kadar seveceğini ise zaman gösterecek.

Ocak Başı Muhabbeti

Emre gelecek misafirlerimize künefe hazırlığı yapıyor. Bilge Emre'nin yanındaki sandalyeye oturdu. Bir yandan babasını izliyor, biraz kadayıfın ucundan tırtıklıyor ve bir yandan babası ile konuşuyor. Babasına sorular soruyor "bu ne", "sen bunu nasıl yaptın" diye. Tatlı tatlı sohbet ediyorlar. Arada iltifat etmeyi de unutmuyor. Babasının kadayıfları ince ince doğradığını görünce "sen ne kadar güzel doğradın öyle!" deyince Emre bile kendi yaptığı işle gurur duyuyor.


Bilge ile muhabbet etmesi çok keyifli. Çok güzel gözlemliyor ve gözlemlerini dile getiriyor. Nasıl ve neden olduğunu sorguluyor. Kendi yaptıklarından örnekler veriyor. Duygularını dile getirmekte hiç tereddüt etmiyor. Araya biraz hayal gücümüz karışıyor tabii. Olayın nasıl olduğunu anlamaya çalışırken kendinin yaptığını düşünüyor ve bazeı şeyleri yapmamış olsa da yapmış gibi bahsedebiliyor. Mesela geçen gün kahvaltı sofrasında oradan buradan konuşuyoruz. Meryem ile Bilge haşlama yumurtalarını yiyor. Bilge'nin yumurta yerken okulda gördükleri kuş yavruları aklına gelmiş olmalı ki başladı anlatmaya.

- Kuşlar yumurtdan çıkar. Yarın bizim okulda yumurtadan kuş çıktı. Sonra ben onu elime aldım. Sonra uçtu. Ama ben uçamadım çünkü benim kanadım yok.

Bu anlattığı hikayenin ne kadarı gerçekten oldu ne kadarı hayal ürünü çok bir fikrimiz yok ama bizim için kahvaltı sofrasında hoş bir paylaşım olduğu gerçekti.

Hasılı Bilge hoş sohbet bir çocuk. İnsanlarla sohbet etmesini seviyor. Onların hayatları hakkında bilgi edinmeye çalıştığı gibi kendi duygu ve düşüncelerini paylaşıyor. Bu paylaşımlara kendi yaşadıklarından (hayallerinden) kesitler katmayı ihmal etmiyor. Zaten gerçek paylaşım da bu demek değil midir?

10 Ekim 2014 Cuma

Ms. Schmidt'in Profesyonel Tutumu

Ms. Schmidt Meryem'in anaokulu öğretmeni. Epey bir tecrübesi olan bir öğretmen. Meryem'in deyimi ile biraz yaşlı ama benim gözlemlediğim kadarı ile ne yaptığını gayet iyi biliyor. Meryem okula başladığından beri hep okul otobüsü ile okula gittiği için öğretmeni ile konuşma fırsatım hiç olmuyor. Meraklı bir anne olarak bundan birkaç hafta öncesinde Ms. Schmidt'e mesaj attım ve Meryem'in nasıl olduğunu sordum. Ondan mümkünse kısa bir görüşme randevusu talep ettim. Mesajıma Meryem'in okula yavaş yavaş adapte olduğundan ve birkaç yeni arkadaş edindiğinden bahsederek cevap vermiş. Genelde sabahları 8'de uygun olduğunu söylemiş ve ona bildireceğim herhangi bir sabah kısa bir görüşme yapabileceğimizi söylemiş. Ben cevap olarak Perşembe günü gelebileceğimi söyleyince bana eğer var olan sorularımın bu mesajla yanıtlandığını düşünüyorsam ve eğer Meryem ile ilgili herhangi ciddi bir kaygım yoksa 2 Ekim'deki okul müfredat toplantısında görüşebileceğimizi söylemiş. Tabii ben ne diyebilirim ki buna. Ciddi bir kaygım veya öyle çok önemli sorularım yok ama kızımı öğretmeninden dinlemek istiyorum ve bu durum bekleyebilir.

Okul müfredat toplantısında öğretmenle birebir vakit geçirme imkanımız olmadığı için mecburen Meryem'in durumunu konuşmak veli toplantısına kaldı. Gelecek hafta bakalım Ms. Schmidt ne diyecek. Bu arada okul müfredat toplantısı sırasına Ms. Schmidt'e ne zaman gönüllü velileri sınıfına kabul edeceğini sordum. Bu soruma yanıtı da çok netti. "Ben genelde gönüllüleri Ekim ortasında almaya başlıyorum. Sınıf düzeni oturduktan sonra". Yani yoktu, herhangi bir açık alan yoktu ki okul sınırlarından içeri girip Meryem'in neler yaptığını görebileyim.

Bu hafta Meryem ateşli bir hastalık atlattı. İki gün okula gidemedi. Salı ve Çarşamba evde idi. Perşembe Meryem'i okula gönderdikten hemen sonra Ms. Schmidt'e mesaj attım ve ondan Meryem'in gelmediği günler için okulda yaptıkları çalışmaları eve göndermesini rica ettim. Böylelikle eksikleri kapatmış olacaktık. Yine gayet profesyonel bir şekilde yazılmış bir cevapla bana bu gibi durumlardaki genel tutumunu anlatıyordu. "Ben gelmeyen çocukların gelmediklerı günlerdeki çalışma kağıtlarını Pazartesi dosyası ile billikte yolluyorum. Siz de Meryem'in gelmediği günlerdeki boş çalışma kağıtlarını Pazartesi dosyasında bulabileceksiniz." Ne denir ki bu cevaba? Ara çok kapanmadan hazır da haftasonu geliyor, boş çalışma kağıtlarını gönderseniz de yapsaydık demek isterdim ama diyemem. Çünkü Ms. Schmidt açıkça nasıl bir yol izlediğini bana anlatmış. Aslında bir yandan bu profesyonel tutumu biraz mesafeli bulsam da bir yandan da takdir ediyorum. Böylelikle Ms. Schmidt bir öğretmen olarak velilerle ilişkisini tutarlı bir düzeyde tutuyor ve ayrıca ilerde önüne çıkabilecek milyon gereksiz işin önünü kesmiş oluyor.

Yaşından Büyük Sorular ve Yorumlar

Herşey Nasıl Oldu?
Bir kaç gün önce Meryem arabada durup dururken bana "burası nasıl oldu" diye sordu. Ben önce sorusunu anlamadım. Bu sorudan birkaç dakika önce elektrik tellerinden konuşuyorduk. Onu soruyor sandım. Hayır dedi. "Burası, yani herşey. Yani dünya nasıl oldu diyorum" dedi. Bir an bu soruya nasıl cevap vermem gerektiğinden emin olamadım. Yaratılış olarak mı anlatsam yoksa büyük patlamadan mı bahsetsem bilemedim. Yaratılış olarak cevap vermek hem kolaya kaçmak olacaktı hem de Meryem ile geçtiğimiz günlerde yaşadığımız olay bu konuda beni biraz tereddüte düşürmüştü. Meryem'e geçen gün neden okulda konuşmadığını veya neden yeni şeyler öğrenmek için o kadar heyecanlı olmadığını soruyordum. Bana "bilmem, Allah beni böyle yaratmış" deyince onda nasıl kaderci bir tutumun gelişmekte olduğunu farkettim. Onda oluşturmaya çalıştığımız Allah inancı onu sebepleri anlamayı ve sorgulamayı bırakan bir duruma doğru götürüyordu. Bu sebeple Meryem'in dünya nasıl oldu sorusuna bilimsel bir yanıtın daha uygun olacağını düşündüm. Dilim döndüğünce büyük patlamayı, gezegenlerin ve dünyanın bu patlama sonucu oluşan parçalar olduğunu anlatmaya başladım. İnsanlar nasıl oldu sorusuna gelmiştik ki neyse ki Bilge'nin kreşinde geldik ve konu kapanmış oldu.

Bu Dünya Çok Sıkıcı
Dün dışarı çıkacağız. Meryem ona geçen gün aldığımız pembe cüzdanı yanına almak istedi. Ama bır türlü nereye koyduğunu bulamadı. Birlikte biraz etrafa bakındıktan sonra ona kızarak "aldığın şeyi yerine koymazsan bulamazsın" dedim. Dışarı çıkmamız gerekiyordu ve daha fazla oyalanamazdık. Meryem biraz üzgün ve biraz kızmış bir şekilde "Off bu dünya çok sıkıcı. Ben bu dünyada yaşamak istemiyorum. Başka bir dünyada yaşamak istiyorum" dedi. Bu sözleri 5 yaşındaki kızımdan duymanın şoku ile ben ne diyeceğimi bilemedim. Sadece o an onun bu pes etme özelliğini baskılayıp mücadele duygusunu ortaya çıkarmam gerektiğini düşünebildim. "Bu dünyada bir şeyleri kazanman için hep çalışman gerekiyor. Uğruna mücadele etmezsen hiçbirşeyi elde edemezsin" diye yanıt verdim.

Benim Gördüğüm Senin Gördüğün

Dün Meryem'in jimnastik dersi sonrası öğretmeni ile konuşmak için bekledim biraz. Ona Meryem'in nasıl olduğunu sordum. Her zamanki gibi "harika" cevabını aldıktan sonra kadın benim soruyu sormamdaki amacımı anladı ve Meryem'in hala bu sınıfta kalması gerektiğini söyledi. Bir üst seviyeye geçmesi için gereken iki hareketi daha yapamıyormuş. Birincisi hareket çucuğunda kendisini kaldırarak tek başına takla atamıyormuş. Diğeri ise denge çubuğu üzerinde yapması gereken bir hareket varmıs onu yapamıyormuş. Bunlar bir üst seviye için temel olan şeylermiş. Tabii ben bu durumda biraz hayal kırıklığına uğradım biraz da öğretmene kızdım. Ders boyunca çocuklara doğru geri bildirim vermek yerine harika deyip geçiştirmelerine kızıyorum bir yandan.  Bir de Meryem'de bu eksik olarak gördüğü durumları geliştirecek yeteri kadar alıştırma imkanı yaratmamasına.

Öğretmeni ile konuştuktan sonra biraz endişeli bir şekilde Meryem'in yanına gittim. Meryem bana heyecanlı bir şekilde ne kadar güzel hareket çubuğu üzerinde takla attığından bahsediyordu. İşte tam da benim düşündüğüm durum olmuştu. Öğretmeni onun bu hareketi yapamadığını düşünüyordu ama Meryem'e verdiği geri bildirime göre Meryem bu hareketi çok güzel yapmıştı. Klasik bir Amerikan geri bildirimi ile karşı karşıyaydık yine.

Bu sırada Beyza yanıma geldi ve bana "ben ne kadar güzel yaptım, gördün mü" diye sordu. Evet canım çok güzel yaptın diyerek Beyza'ya cevap verdim. Bunun üzerine Meryem atıldı ve ben diye sorunca zaten Meryem'in gelişimi açısında endişeli olduğumdan ona "sen pek iyi yapamadın" diye cevap verdim. Kızım çok üzüldü tabi. Sonra ben de. Hemen ona "yok sen de iyi yaptın" dedim ama Meryem bana "hayır, iyi yapamadım işte" diye kızgın bir şekilde cevap verdi.

Benim karakterimin en belirgin özelliklerinden birisi kendime yüksek hedefler koymam ve genelde kendimde eksik olanları görmemdir. Bu bende sürekli tekrarlayan hayal kırıklıkları oluşturuyor ve derin karamsarlıklara sürüklüyor. Bu durum üzüerine düşününce Meryem'de aynısını yaptığımı farkettim. Kızımdan beklentilerim hem çok yüksek hem de genelde yapabildikleri yerine yapamadıklarına yoğunlaşıyordum. Daha da kötüsü olayları güzel tarafından gören kızımın bakışlarını bulandırıp benim bakışımı ona geçiriyordum. Böyle bir bakış açısıyla hayatın ne kadar zor olduğunu benden daha iyi hiç kimse bilemez.

Bugün tesadüf bir reklam filmi karşıma cıktı. Annelerine ve kızlarına birbirlerinden habersiz şekilde kendilerinde en sevdikleri ve en sevmediklerini yanlarını soruyorlar. Kız çocukları 7-8 yaşlarında. Reklam filmine konu olan 4-5 anne ve kız var. Yani ne kadar genellenebilir onu bilemeyeceğim ama insanı derinden sarsıyor. Annelerinin kendilerinde sevmediklerini söyledikleri fiziksel özelliklerin aynısını kızları söylüyor. Aynı şekilde kızların sevdikleri özellikleri annelerinin verdiği yanıtın hemen hemen aynısı.

Çocuklar ister istemez anne ve babalarının gözleriyle olayları görmeye başlıyorlar. Sadece sık tekrarlanan hareketler veya açık açık söylenen kelimeler değil belli belirsiz bir ima bile bunda yeterli olabiliyor.

30 Eylül 2014 Salı

Bal Kabağı Toplamaya

Son baharın gelişi ufuktaki Cider Mill gezisinden belli olur. Meryem ve Bilge'ye bu sene Atahan katıldı. Bal kabağı tarlasını gitmek için traktör bekledik.




Sonra çocukların hepsini bir el arabasına bindirdik ve bal kabağı tarlasından bir bal kabağı seçtik.



Çocuklar birer tane de küçük bal kabağı almak istediler. Meryem en güzel şekilli bir tanesini seçti. Bilge ise seçimi ile şaşırttı.



Bal kabağı tarlasından sonra eğlence alanına gittik. Üç tane seçme hakları vardı. Üçü birden önce dönme dolaba bindi. Meryem ve Atahan treni Bilge ise atlı karıncayı tercih etti. En son hakkını Meryem basket topu atarak ödül kazanma oyunu için kullnadı. Bilge ise elma kurduna bindi.





Sonrasında oyun alanına gittik. Bilge tahtadan arabalardan birine geçti ve dıreksiyonu kimseye vermeden epey bir süre oynadı.


Sonra baktım anneleriden birisi kötü kötü bakıyor, yanlarına gittim. Bana biz yeteri kadar bekledik deyince Bilge'yi zar zor da olsa tahta arabadan uzaklaştırdım. Zamanının kalanını tahtadan trende geçirdi.



Meryem ve Atahan ise zamanlarının çoğunu kum alanında geçirdiler.



 Son olarak taze elma suyumuzu ve tarçınlı çöreğimizi aldık ve evin yolunu tuttuk.

Birkaç gün sonra bal kabağının başına oturduk.

Önce içini boşaltmak gerekiyordu.  Meryem elinin kirlenmesini istemiyordu. Bu iş Bilge ile bana kalmıştı.



Bilge durumundan gayet memnundu. Elinin yapış yapış olması hiç umurunda değildi. Bal kabağının içi tamamen boşalınca Bilge kabağın içine girdi. Yaptığı işe illa kendinden birşey katacak. Bu değişmez kural.



Kabağa şekil verme işi bu sene daha zor oldu. Çünkü Bilge ısrarla bıçağı kendi tutmak istiyordu. İkisinin de çok az bir parça kesmesine izin verdikten sonra işi tamamen ben devraldım. Bu iş aslında benim için iyi bir meditasyon olmuştu. Epey bir zevk aldım.


Ön Teker Nereye Arka teker Oraya

Eskilerin bu sözünde gerçekten çok büyük bir doğruluk payı var. Büyük kardeşler küçüklerin hayata bakışını şekillendiriyor ve onların belki de normal gelişimlerinden çok daha hızlı bazı becerileri kazanmalarını sağlıyor. Meryem sayı sayma alıştırması yapıyor, hemen arkasından Bilge. Meryem parande atma çalışmaları yapıyor Bilge parande yapamasa da takla atıyor.

Bu futbola başlama işi ise hayatımızı değiştirdi. Bilge'yi Meryem'in ilk maçında zor tuttuk. Neden Meryem'in takımında olamayacağını anlatmak epey bir zaman aldı. Bizim onunla oynamamız değildi. Onun deyimi ile o da adamla (yani koç) oynamak istiyordu.

Babası ile Meryem futbol antrenmanı için dışarı çıkıyor ve tabii Bilge de onlarla. Bilge bu işi daha üi yaşına gelmeden halletmiş olacak. Şimdiden topa vuruşları çok güçlü.

Evdeki Yardımcılarım

Çocuklarımız hayatımızın içinde olmayı çok seviyorlar. Büyüklere ait işlerde küçük de olsa bir rol alabilmek onların kendilerine güvenine arttırıyor. Bilge de Meryem de çamaşır katlama konusunda artık uzmanlar diyebilirim. Emre çamaşırları yerleştirme işinin çoğunluğunu Meryem'e bırakmış durumda. Hem Meryem içın bir uğraş oluyor hem de iş yükü paylaşılmış oluyor. Bulaşık makinasından çıkan kaşık, çatalları yerleştirme işinin de son zamanlarda Meryem'in işi haline geldiğini görüyorum.

Bilge bana yemek hazırlarken yardımcı olmayı seviyor. Sebzelerden yıkanması gerekenleri yıkıyor mesela. Tabii bunu yapmayı sevmesinin bir başka sebebi daha var. Sebzeleri yıkarken uçlarından bir iki ısırık almayı seviyor. Bir yandan yıkıyor, bir yandan yiyor yani. Yıkadığının hangi sebze olduğu hiç farketmiyor. Kabak, biber ve hatta geçen gün mantarlardan yiyordu. Yani iş yaparken aynı zamanda kendine bir pay çıkarmayı unutmuyor.

Kahvaltı için mantarlı omlet hazırlıyoruz. Mantarlar yıkandı. Kim bu mantarın ucunu tırtıklamış böyle acaba?



Sıra yumurtalarda. Bilge'ye altı yumurta verdim. Hepsini güzelce kırdı.


Çırpmak için benden çatal istiyor. Bu konuda birz daha gelişmemiz gerek o yüzden çırpma süresini mümkün olduğunca kısa tutuyorum.



 Bilge'nin işi bitti. Artık superman olmaya devam edebiliriz.

Futbola Giriş

Burada Çocuklar arasında çeşitli spor aktiviteleri organizasyonu son derece profesyonelce yürütülüyor ve hemen hemen herkese ulaşıyor. Futbol tanıtım broşürleri gelince Meryem için iyi bir aktivite olur dedik ve Meryem'i kaydettirtik. Böylelikle bir takım oyununa giriş yapmış olduk. Ancak maçlar beklediğimden çok hızlı başladı. Sadece iki hazırlık seansından sonra birden kendimizi maçların içinde buluverdik. Çocuklar daha maçın kurallarını öğrenmeden karşı takımla maça çıktılar. Yaşayarak öğrenme bu olsa gerek. Oynadıkça kendilerini biraz daha geliştiriyorlar. İlk maçımızda Meryem tam üç gol attı. Herkes çok sevindi ve Meryem'e övgüler yağdırdı. Şu ana kadar olan maçlarda en az iki tane gol atması bu işe yeteneği olduğunu gösteriyor. Koçu ve diğer anne babalar da bu konuda hem fikirler. Hem çok hızlı koşuyor hem de topu güzel götürüyor. Ancak takım mantığı henüz oturmadı. Aslında çocukların hiç birinde yerleşmedi tam olarak. Topu kendileri alıyor ve tamamen kendi çabaları ile kaleye götürmek istiyorlar. Bir de bunun yanında atağa kalkma ve savunma arasında tercih etme durumu var. Meryem atak yapmayı ve gol yapmayı seviyor ama savunmaya pek odaklı değil. Top diğer takıma geçince topun peşinde tekrar atağa kalkabilmek için koşuyor yani kendi kalelerini korumak için değil. Takımlarındaki bir çocuk ise tam tersi. O genelde topun peşinde kaleyi korumak için koşuyor. Karakterler sahaya doğal olarak nasıl yansıyor insan çocukları izlerken bunu daha iyi görüyor.


Bu arada maçları izlemek bende epey bir stres oluşturuyor. Eskiden babamla birlikte maç seyretmeye bayılırdım ama sonra bir şekilde bırakmıştım. Neden o çocukkenki ilgimi sonradan kaybettiğimi unutmuştum. Nedenini şimdi hatırladım. Maçlar ben de aşırı heyecan yapıyor. Maç boyunca dişini sıkıyorsun, defalarca yüreğin ağzına geliyor ve çoğu zaman elin bomboş dönüyorsun. Meryem'in maçlarında bunu daha iyi farkettim. İkinci maçımızda oynadığımız grup çok iyiydi ve biz son iki dakika içerisnde attığımız iki golle maçı kazandık. Ne kadar üzülmüşlerdir kim bilir. Geçen haftasonundaki maçta bizim çocuklar çok iyiydiler. Topu hemen hemen hiç bizim sahaya getirtmediler. ama yine de diğer takım 3 gol attı. Yani bu futbol o kadar anlık bir iş ki maç boyunca heyecanına engel olamıyorsun. Kazanmak ise birden çok faktörün bir araya gelmesi demek. Ne kadar iyi olursan ol yine de kazanacağının bir garantisi yok.

Geçen haftaki maçta Meryem'in takım arkdaşlarının epey bir iyiye doğru ilerlediklerini gördüm. Büyük ihtimalle diğer takım oyuncuları da öyle. Anlaşılan işler iyice kızışacak. Tabii Meryem'in bu geçici olarak kazandığı popülerliğini devam ettirmesi için daha çok çalışması gerekiyor. Başlangıç olarak iyi bir yerden başlaması hep iyi olacağını garantilemiyor. 

15 Eylül 2014 Pazartesi

Bilge'den Meryem'e Öğütler

Cuma günü akşam üzeri Meryem acıkmış bir şekilde dolapta kalan tek bir muza saldırdı. Meryem'in elinde muzu görünce Bilge de muz istedi. Meryem'in elindeki son muzdu ve paylaşmaları gerekecekti. Sabah muzlu süt içmişlerdi ve Meryem öğle yemeğinde meyve olarak muz yemişti. Meryem'e "Kızım elindekini kardeşinle paylaşsana. Hem sana bu kadar muz zararlı olur" dedim . Meryem'in pek paylaşmaya niyeti yok gibiydi. Bir süre sonra Meryem dans etmek için elindeki muzu koltuğun üstüne bıraktı. Meryem muzunu bırakır bırakmaz Bilge "sana zaralı olur" diyerek muzu aldı ve Meryem'in muzunu yemeye başladı.

Bu sabah Meryem'i okul otobüsüne bırakmak için yürüyoruz. Bilge otobüse yaklaşırken "öğretmenini iyi dinle" diyerek Meryem'i tembihlemeyi unutmadı.

Bu çocuklar herşeyi ne kadar çabuk alıyorlar insan şaşırıyor.

Yeni bir öğüt daha:
Meryem tatlı yemek istiyorum deyince Bilge'nin cevabı "tatlı yok Meryem. Çok tatlı yersen sonra dişin çürür sen de ahh dişim ağrıyor diye ağlarsın!"

8 Eylül 2014 Pazartesi

Hırs, Azmetmek ve Teşvik Etmek

Dün Meryem'in buz pateni dersinin ilk günü idi. Beyza, Erva ve Ela da ders için gelmişlerdi. Ela bir ileri kurdan başlamıştı. Buz pateni kayıtlarını Emre halletmişti ve planda Erva, Beyza ve Meryem'in aynı sınıfta olmasının onlar için daha eğlenceli olacağını düşünmüştük. Bu sebeple bizimkiler başlangıç düzeyindeki gruptaydılar. Erva'nın ilk buz pateni tecrübesiydi ve çok korkmuştu. Kısa bir zaman sonra denemekten vazgeçti ve sahanın kenarında beklemeye karar verdi. Meryem'in ilk buz pateni tecrübesini bildiğim için bu durum beni çok şaşırtmadı. Ancak Meryem'in sanki hiç birşey bilmiyormuş gibi kenarda beklemesi ve daha buzun üzerinde ayakta durmayı beceremeyen çocuklarla bir arada kendi sırasını beklemesi beni rahatsız etti. Üstüne üstlük Meryem sıranın kendisine gelmesi için hiç bir girişimde bulunmuyor ve hiç kimse onunla ilgilenmiyordu. Köşede epey bir süre öylece durdu.

Meryem'lerin grubunu öğretmenler kendi aralarında bölüşmüşlerdi ve nasıl olduysa Meryem hiç bir gruba düşmemişti. Yani orada görümez gibiydi ve kendini görünür yapmaya çalışmıyordu. Bu durum beni çok sinirlendirdi. Hemen öğretmenlerden birine seslendim ve kızımın dakikalardır köşede beklediğini ve kimsenin onunla ilgilenmediğini söyledim. Öğretmen çok fazla çocuk olduğunu ve sıranın ancak geldiğini söyledi ama ben durumun öyle olmadığını herkesin bir kaç tur almasına rağmen benim kızımla hiç kimsenin ilgilenmediğini söyledim. Sonunda hatayı onlar da farketmişti ve Meryem ile bir öğretmen ilgilenmeye başlamıştı. Ama ben hala sinirli idim. Meryem'in öyle köşede durması ve kendi istek ve azmini göstermemesi beni yiyip bitiriyordu. Bir yandan Meryem'e bakarken bir yandan Beyza ve Ela'ya bakıyordum. Beyza hemen gurununa kaynaşmış, gayet mutlu görünüyordu. Ela her zamanki gibi kendi çabası ile tekrarlar yapıyordu. Meryem ise hala köşede bekliyor ve eldivenini ısırıp duruyordu. Ben Meryem'e hadi kızım sen de denesene  diyor, sürekli onu gözlemliyordum. Öğretmeni bile göz ucuyla benden korkar bir şekilde bana bakıyordu. Sonra Emre beni uyardı. Bakışlarım çok sertti ve yanlış mesajlar veriyor olabilirdi. Biraz daha kendimi sakinleştirip Meryem'in güzel hareketlerine yönelmeyi denedim. Benim rahatlamamla beraber Meryem de rahatlamıştı. Öğretmeninin gösterdiği herşeyi yapıyor hatta kendisi fazladan tekrarlar yapıyordu.

Dersin sonunda öğretmeni Meryem'in bu kur için ileri düzeyde olduğunu ve bir üst kura geçireceğini söyledi. O kurdan beklenilen bütün hareketleri yapıyordu. Sanırım ben olayları bazen gereğinden fazla abartıyorum. Başarı için biraz hırs göstermek her zaman iyidir ama bu hırsın zaman zaman beni tamamen ele geçirdiğini farkediyorum. Kızıma öğretmek istediğim, bir işe başladıysak azmetmeli ve o işi en iyi şekilde tamamlayasıya kadar elimizden gelen tüm gayreti göstermeliyiz. Bu süreç içerisinde bana düşen onu teşvik edebilmek ve takıldığı yerlerde onun elinden tutabilmek. Ben ise hep sonuca odaklanıyorum ve gelmesini istediğim yeri hemen görmek istiyorum. Onu teşvik ederek çalışma azmini arttıracağıma hırsımla enerjisini daha düşürüyorum. Sadece Meryem'in değil benim de  bu süreçte öğreneceğim çok şey var.

Yaza Veda Turları

Yazın bitmesine yakın beni bir telaş aldı. Yazın yapabileceğimiz bütün aktiviteleri yaz bitmeden birkaç kere daha yapmak istiyorum. Göle ve havuza girmek bu listede en öndeler.

Yolda Beyza'yı aldık ve hep beraber göle gittik. Çocuklar sanki kalan güzel havaların azaldığını hissetmişçesine gölde epey bir vakit geçirdiler. Biraz suya girdiler biraz kumda oynadılar. Önce kumdan kaleler sonra kekler yaptılar.




Sudan sonra oyun alanının oraya gittik. Doyasıya oynadıktan sonra ise dondurma yemeye...



Bilge her zamanki gibi kendi hayal dünyasında kendini süperman olarak hayal ederek sınırları zorlamay tercih etti.




Beyza ve Meryem zaman zaman bir evcilik havasında zaman zaman ise birbirlerine yapabildikleri hareketler ile meydan okuyarak oynadılar. Meryem takla atıyor Beyza deniyor, Meryem iplerin üzerinden yürüyor arkasından Beyza geliyor.




 

Bundan birkaç gün sonra kaydıraklı havuzun oraya gittik. Havuzun bu sezon için son günüydü. Önce havuzun içerisinde sonra kum havuzunda epey bir oynadık.





Bir ara Atahan'lar da bize katıldı. Birbuçuk saat kadar kaldılar. Hava biraz serin gibiydi ve onlar bizim böyle bir havada havuza gelmemizi çok anlamlandıramamışlardı. Ancak biz çocuklarla hiç eğlenmediğimiz kadar çok eğleniyorduk. Tepemizde dolaşan ve yağmur başladı başlayacak mesajı veren kara bulurlara rağmen. Atahan'lar gittikten sonra biz çocuklarla su fıskıyelerinin altında dans ettik sonra tekrar havuza girdik. Çıkmaya hiç niyetimiz yoktu ama öyle bir yağmur başladı ki havuzu boşaltmak durumunda kaldılar. Havuza bu sezon veda ederek ayrıldık. Eve geldiğimizde yağmur iyice hızlanmıştı ve  arabadan eve kadar olan mesafede sırılsıklam olmuştuk.

Dışarıda özgürce bisiklete binmek bir diğer yaz aktivitemiz. Bunun zamanını sonbaharın sonuna kadar uzatabiliriz ama yine de hazır havalar güzelken bulduğumuz fırsatları değerlendirelim istiyorum. Pazar günü çocuklarla bisiklerleri aldık ormana doğru yola çıktık. Uzun süreli bisiklet gezilerinin tek problemi Bilge'nin dikkatini dağıtmasına engel olmak ve gücünü yolun sonuna kadar koruyabilmek.



Bilge ilk başlarda sadece bisikletini sürmeye odaklı olarak çıktığı yolda en önde ve gayet keyifli bisikletini sürüyor. Daha sonraları yolun sağında ve solunda gözüne çarpan şeyler dikkatini çekiyor. Güzel bir çiçeğe dokunmak için duruyoruz, bir büyük taşın üzerine çıkmak istiyor, sarı çiçeklerin tüylerini üflemek için koparıyor, sincabın peşinden koşuyor derken yol epey bir uzuyor. Bazen her adım başı duruyoruz ve bu gideceğimiz mesafeyi gözümde büyütmeye başlıyor.

Sonunda ormana gelebildik. Bilge hayvan görme umuduyla etrafı kolaçan ediyor. Bir tane sincap haricinde pek bir hayvan yok. Sivrisinek ve kelebekleri hayvan olarak nitelendirebilir miyiz acaba?


Meryem ise çiçek arıyor.  O zaman ben en son orman gezimizin ilk baharda olduğunu farkettim. Hep beraber çok güzel çiçekler toplamıştık. Zaman ne de hızlı geçiyor.


Ama artık hiç çiçek kalmamış. Sonbaharda çiçekler yerine minik minik meyveler veren bitkiler karşımıza çıkıyor. Babamın sonbaharı herşeyin döküm mevsimi olarak adlandırması aklıma geliyor o an. Artık tabiatın meyve verme zamanı.

 

Bilge ne kadar uyardıysam da bu bitkinin meyvelerine dokunmaktan kendini alamıyor.

Dönüş yolundayız ve bu bizim için en zor olanı.


Gidiş yolunda Bilge bir oraya bir buraya koşmaktan bitap bir şekilde "ben artık yoruldum" diye isyanlarda. Olmaz, yola devam!

Belki suya girme olasılığımız artık hemen hemen hiç yok ama önümüzde hala piknik yapabileceğimiz, bisiklete binip açık alanda oynayabileceğimiz günler var. Önemli olan bu günlerin sayılı olduğunun bilinci ile sonuna kadar değerlendirebilmek.







Bilge'nin Otobüsü

Meryem'in yeni okula başlama konuşmalarından yeni okuluna başlamasına kadar herşey Bilge'yi epey bir etkisi altına aldı. Meryem için kreşteki son gününde okula veda ettiği gün Bilge kendisinin de şu anki sınıfına veda ettiğini düşündü. Meryem olmadan okula gittiğimiz ilk gün kendi yaş grubunun sınıflarının olduğu koridor yerine Meryem'lerin sınıflarının olduğu koridora yöneldi. Onu kendi sınıfına götürebilmek için epey bir uğraştım. "Ben büyüdüm artık ben bu sınıfa gidiyorum" diyerek Meryem'in sınıfına gitmek istedi.

Geçtiğimiz hafta Meryem'i yeni okuluna gitmesi için okul otobüsüne götürdüğümüz sırada Meryem kadar Bilge de heyecanlı idi. İkisi de sabırla otobüslerin gelmesini beklediler. En sonunda Meryem'in otobüsü gelmişti. Meryem binip Bilge geride kalınca ben de bineceğim diye ısrar edince onu kucağımda tutmak zorunda kaldım. Bu sefer "Bilge'nin otobüsü, Bilge'nin otobüsü" diye sormaya başladı. Otobüse binemeyeceğini değil de başka bir otobüse binmesi gerektiğini düşünmüş olmalı. Önüne çıkan bir okul otobüsüne Bilge'nin otobüsü diyerek binmeye çalıştı. Senin daha büyümen gerekiyor dedim ama hala ben de bineceğim diye otobüs sayıklıyordu.

Okulda geçen hafta çoğunlukla oyuncak okul otobüsleri ile oynamıştı. Bu sabah yine aynı şekilde Meryem'i okul otobüsüne bindirmek üzere yola çıktık. Bilge sırtına sırt çantası ile Meryem'den önce sıranın başına geçti. Otobüse yöneldi. Bu arada bana sesini kalınlaştırarak "ben artık çok büyüdüm" diyordu. Meryem otobüsüne bindi ve Bilge yine geride kaldı. Meryem'in otobüsüne binemeyince diğer otobüslerin olduğu yere yöneldi ve yine aynı cümle dilinde "ben artık çok büyüdüm". Ona göre bu bir haflalık süreç içerisinde yeteri kadar beklemişti. Oğlum bu sene değil, biraz daha büyümen gerekiyor diyerek onu arabaya bindirdim. Okula girer girmez beni hızlı bir şekilde öptü ve hemen oyuncak okul otobüslerinden bir tane aldı. Madem gerçeğine binemiyor, oyuncağı ile yetinmeye çalışıyordu.

5 Eylül 2014 Cuma

Okul Otobüsündeki Büyük Çocukların Küçüklere Tavrı

Meryem okul dönüşü otobüste bir şekilde kendisinden büyük çocuklarla konuşmaya başlamıştı. Meryem'in bize anlattığı kadarı ile çocuklara "I have a girlfriend. Her name is Chloe" yani "benim bir kız arkadaşım var ve adı Chloe" demişti. Bunun üzerine çocuklar onunla dalga geçmeye başlamışlardı. Meryem sınıfında daha önceden tanıdığı bir arkadaşı olduğundan bahsetmek istemişti ve çocuklar bu konuşmayı tamamen farklı bir yere çakmişlerdi. Senin erkek arkadaşın var diyerek onunla dalga geçmişler, üstüne üstlük bu durumu gelip bize anlatmakla tehdit etmişlerdi. Senin evini bulacağız ve annene babana söyleyeceğiz demişlerdi. Bu durumda erkek arkadaşı olması gibi çocukların yaşından çok daha erken bir durumu kızımın aklına sokmalarına mı yoksa gizliden gizliye böyle şeyler anne-babalardan saklanır mesajı verilmesine mi üzülsem bilemedim.

Bu gibi dalga geçme durumları daha çok olacağı için Meryem'in nasıl kendisini koruması gerektiğini öğrenmesi gerekiyor. Bunun yanında  Meryem küçük veya büyük bu gibi olayları bizimle paylaşabilmeli ki biz ona yardımcı olabilelim. En azından kızımız neler yaşıyor onu bilebilmemiz gerekiyor. Meryem'in bu olayı hemen bizimle paylaşmış olmasında dolayı çok sevindik. Kızımın her ne olursa olsun bize anlatabileceğini bilmesi çok önemli.

Okul Başladı!

Bu Salı günü ilk ve orta öğretim kurumları eğitim-öğretim yılına başladı. Bu yıl ve bundan sonraki yıllar boyunca bu bizim hayatımızda önemli bir gün olacak. Meryem de artık bir okullu. Salı günü Emre, ben ve Meryem, Meryem'in okuluna gittik. Öğrenciler için yumuşak bir başlangıç planlamışlardı. Bu ilk gün çocuklar için yarım gün  anne babalar içinse bir tanıtım günüydü.

Bir gün önceden saati kurduk. Meryem çantasını düzenledi. Giyeceği kıyafete karar verdi ve hemen benim söylediğim saatte yatağa girdi. Heyecanlıydı. Öğretmenini, arkadaşlarını, sınıfını çok merak ediyordu. Biraz endişeliydi aynı zamanda. Ya sınıfımı tek başıma bulamazsam, hangi otobüse bineceğimi nereden bileceğim gibi bir sürü sorusu vardı. Meryem Teddy Bear sınıfındaydı ve öğretmeni Mrs. Schmidt idi. Haftasonu Atahan Yunuslar sınıfında olduğunu öğrendik. Atahan'ın sınıf ismi Meryem'in daha çok hoşuna gitmişti. Acaba onun sınıfı Yunuslarla mı süslenmiştir diye sormadan edemedi.

Oyuncak ayılar sınıfımıza girdiğimizde oyuncak ayı temasının sınıfa hakim olduğunu gördük. Meryem diğer çocukların yanında yerini aldı. Biz ise geride anne ve babaların yanında. Meryem öğretmenini dinliyor ve katılması gerektiği yerde katılıyordu. Ama bazı diğer çocuklar gibi ekstradan söz alıp sorular sormuyor veya yorum yapmıyordu. Öğretmen bazı sınıf kurallarından bahsetti. Sonra çocuklardan kendi isimlerini akıllı tahta üzerinde (veya Meryem'in deyimi ile büyük bilgisayar üzerinde) boyamalarını istedi. Bu aktivite sonrasında öğretmenlerinin verdiği kız veya erkek resimlerini boyayarak mini bir grafik çalışması yaptılar. Meryem bu kız çocuğunu boyama işini sevmişti. Okuldaki aktiviteler bitince fazladan iki tane daha boyadı.

Boyama aktivitesinden sonra okulu gezdik. Öğretmen bize teker teker bilgisayar, resim, beden eğitimi sınıfları ve kütüphaneyi gösterdi. Dönüşümlü olarak saat 11 ve 12 arasında bu aktivite sınıflarında olacaklardı.


En son yemekhaneye geldik.


Meryem diğer cocuklarla birlikte sıraya geçerek atıştırmalık olarak verdikleri krakerden aldı ve kendi sınıfına ayrılan masaya oturarak krakerini yedi. Yemek salonunda Meryem'e bizim öğle yemeğini evden koyacağımızı söyledim. Arkadaşları yemek yerken onları gözlemleyebileceğini ilerleyen zamanlarda canı birşey isterse alabileceğini ilave ettim.

Yemekhane sonrası dışarı oyun alanına bir göz attıktan sonra tekrar sınıfa döndük. Meryem'in aklı dışarıdaki oyun alanında kalmıştı. Ona ilerleyen zamanlarda orada bol bol oynama imkanının olacağını söyledim.

Sınıfta çocuklar için serbest oyun vakti idi. Bizler için ise bilgilendirme zamanı.


Çocuklar hemencecik bir alana yöneldi. Bazıları legolarla oynamaya başladı, bir kaç çocuk oyun hamuru köşesine geçti. Üç tane kız çocuğu mutfak köşesinde oyuna başlamıştı bile. Meryem bir süre geride durdu. Benim yanıma geldi önce. Ona diğer çocuklarla oynamasını söyledik ama o gitmek istemiyordu. Çocuklar hemencecik birbiri ile kaynaşmışlardı ama Meryem biraz geride durmayı seçmişti. Biraz oyun hamuru masasında biraz legoların olduğu masada oynadıktan sonra bir süre öylesine ortada dolandı. Ne zamanki mutfak köşesi boşaldı Meryem hemen oraya gitti.

Sonradan ilk başta da oraya gitmek istediğini ama çocuklar orada olduğu için gitmekten vazgeçtiğini öğrendim.

Okulda ilk günümüzün sonunda gelmiştik. Ertesi gün Meryem için büyük gündü. Tek başına ve tam gün okulda olacaktı.


Ertesi sabah hepimiz saat yedide ayaktaydık. Hemen kahvaltımızı yaptık. Meryem ikiletmeden kahvaltısını tamamen bitirdi. Beslenme çantasını son birkez kontrol etti. Birgün önceden birlikte hazırlamıştık. Üzerlerimizi giydik ve dışarı çıkma vaktinden onbeş dakika kadar önce hazırdık. Bu durum bize koşturmadan okul otobüsüne yetişme imkanı sağlamıştı. Okul otobüsünü beklemek için hemen yanı başımızdaki Murphy ilkokulunun bahçesine gittik. Bizle birlikte bekleyen iki tane daha anaokulu çocuğu vardı. Meryem diğer çocuklar gibi çantasını bana taşıtmıyordu. Ona yere indirmesini söylediğim halde yere de indirmek istemedi.

Bizim otobüsümüz en son geldi. Otobüse binmeden önce bana birkaç kez gelirken hangi otobüse bineceğini sordu. Bir de nerede oturduğumuzu. Haslett'i birkaç kere tekrar etti. Otobüs numarası ile ilgili olarak ona endişelenmemesini çantasına taktığımız etikette yazılı olduğunu söyledim. Ona okula giderken ve eve gelirken bineceği otobüslerin numaralarının yazılı olduğu kısmı gösterdim. İçi rahat etmişti. Kaybolma endişesi azalmıştı sanırım. Otobüsü bizim yanımıza geldiğinde Meryem bana sarıldı ve otobüsüne bir an bile tereddüt etmeden bindi. O zaman kızım ile gurur duydum. Gerçekten büyümüştü. Kendi sorumluluğunu biliyor ve ona göre davranıyordu. Bu arada Bilge ise "benim otobüsüm nerede, benim otobüsüm nerede" diye kendi bineceği bir otobüs arıyordu. Ona onun henüz otobüse binemeyeceğini anlatmak biraz zaman aldı.

Akşam Meryem'i Emre karşıladı. Okulun ilk gününde öğretmenden bir ödül kazanmıştı. "I am a bucket filler!" kağıdı. Bunu öğretmeninin bütün çocuklara verdiğini tahmin ediyorum ama yine de hem bu "bucket filling" kavramını anlatmak hem de teşvik etmek açısından iyi olmuştu. Ona öğretmenini güzel dinler ve ondan istenileni yaparsa, arkadaşlarına yardım ederse bu ödüllerden daha çok alacağını söyledim. Belli bir sayıya ulaşınca öğretmeni gerçek bir ödül verecekti.

Herşey iyiydi hoştu ama okulda hiç ciddi bir iş yapmamışlardı. Meryem biraz yazma, okuma çalışması bekliyordu. Yeni defterini ve kalemlerini kullanamamak onda hayal kırıklığı oluşturmuştu. Ertesi gün okul için hazırlanırken o bilmiş ses tonu ile "bence bugün de Mrs. Schmidt hiç birşey yaptırmayacak!" deyince ondaki hayal kırıklığını daha iyi farkettim. Okulda hedefleri yüksek tutmak ve çocuklara yaptıkları aktivitelerde, oyun dahi olsa öğrenme amaçlarını paylaşmak ne kadar önemli şu anda görüyorum.

Bugün Meryem okulun ilk haftasını tamamlıyor. Odasında artık kendisine ait bir çalışma masası ve sandalyesi var. Umarım bu sene kızım için her geçen gün kendisini geliştirdiği, akademik ve fiziksel olarak büyüdüğü, ilk günkü heyecanını ve mutluluğunu hiç kaybetmediği bir sene olur.

4 Eylül 2014 Perşembe

Siyah Üzüm ve Yeşil Üzüm

Bilge ile marketteyiz. Aklımda Meryem'in beslenmesi var. Mümkün olduğunca çeşitli meyve ve sebze almaya çalışıyorum. Yeşil üzümü Meryem çok sever. Alışveriş arabasına koydum. Bilge üzümleri görünce siyah üzümleri gösterip "ben bunları çok seviyorum" dedi. Hadi o halde biraz da siyahtan alalım. Eve geldiğimizde yeşil üzümleri gören Meryem sevinçle "ben yeşil üzümleri çok seviyorum" dedi. Hemen yeşil üzümlerden yıkayıp bir tabağa koydum. Bunu gören Bilge siyah üzümlerin poşetini getirip "bana da öyle hazırla" dedi. Meryem gibi büyük bir tabakta üzüm istiyordu ama onunki siyah olacaktı. Meryem için yeşil Bilge için siyah üzümler. Masamızı renklendiren üzümlere ve onları iştahla yiyen çocuklarımıza baktım. Siyah üzüm Bilge ve yeşil üzüm Meryem...bizim hayatımızı renklendiriyorsunuz.

31 Ağustos 2014 Pazar

Şapkalı Berry: Raspberry

Berry ailesine ait her türlü meyve bizim evde baş tacımızdır. Blueberry'lerin öyle minik olması veya bir pakette bir sürü olması sizi aldatmasın. Tükenme hızını görseniz siz bile şaşırırsınız. Bir kutu Blueberryi yıkadığım zaman Meryem ve Bilge masaya oturuyor ve kuşlar gibi bir iki derken bir anda bitiriveriyorlar. Emre bile şaşırıyor. Artık biraz daha hızlı davranıp marketten alır almaz kendisine bir avuç kadar yıkıyor. Çünkü sonraya bırakırsa çocuklardan ona kalmayacağını biliyor.

Bizim çocuklar için Raspberry yemenin ise ayrı bir keyfi var. Raspberry bizim çocuklar için parmak şapkası. Bu oyunu ilk Meryem başlattı. Önce Raspberryleri tek tek parmaklarına giydiriyor ve sonra onları teker teker yiyor. 


Meryem yapar da Bilge durur mu? Büyük  bir dikkatle, sanki bir matematik problemi çözer ciddiyeti ile Raspberryleri bir elinin bütün parmaklarına geçiriyor. 


Eğer bizim çocuklarla birlikte Raspberry yemek gibi bir planınız varsa bizim evdeki Raspberry yeme kültürünü öğrenmenizde fayda var. Öyle oturup hemen yiyemezsiniz.