14 Aralık 2012 Cuma

Karlar Kraliçesi

Karlar Kraliçesi cocukluğumdan aklımda kalan sevgi ve arkadaşlığa farklı bakış açılarını içerisinde bulunduran bir masal. Bir tarafta sevgi ile paylaşabilen arkadaşlar diğer tarafta bencil, hırslı, sahiplenici arkadaşlar ve yol arkadaşları... Karın büyüleyici güzelliğini anlatışı mı yoksa karların güzelliğini ve kontrolünü kendinde toplayan bir kraliçenin varlığı mıdır tam bilemiyorum ama okuduğum zaman bu masalı çok sevdiğimi hatırlıyorum. Tabii bu çok öncedendi. Bu masalın yedi ayrı kısa hikayeden oluştuğunu şimdi bu masalı tekrar okuyunca farkettim. Snow Queen adresinden bu yedi kısa hikayeye ulaşabilirsiniz.

Bu kış döneminde Karlar Kraliçesi kukla gösterisi olarak çocuklara sunuluyor. Meryem artık 3.5 yaşında. Yani böyle bir gösteriden keyif alabilecek bir yaşa geldiği için hemen ikimiz için bilet aldım. Gösteri üniversite kampüsü içerisinde olan “Wharton Center” da. Burası tiyatro, müzikal, klasik müzik konseri, stand –up show gibisinden birçok gösteriye ev sahipliği yapıyor.

Meryem daha once Emre ile bir kez sinemaya gitmisti. Tiyatronun ne olduğunu ise bugün öğrenecekti. O açıdan hem o hem de ben çok heyecanlıydık. Wharton Center bizim üniversitenin gösteri merkezi ama ne gariptir ki buraya geldiğimizden beri benim için de bu bir ilk olacaktı. Emre ile ben kendimiz için bir zaman ayarlayıp bir türlü gelemiştik ve benim içimde yavaş yavaş büyüyen açlığı gösteri merkezine ait olan binadan içeriye girince daha çok hissettim Evli ve çocuklu olmak sanırım böyle birşeydi. İnsan belirli dönemlerde kendisini birçok şeyden soyutlamak durumunda kalıyor.


 
Bina içerisinde birçok gösteri salonu var. Biz biletimizi gösterip bizim gösterimizin olduğu salondan içeriye girdik. Salonun orta yerine gelen koltukların ön sıralarından kendimize iki kişilik bir yer bulabildik. Henüz gösterinin başlamasına yirmi dakika vardı. Eşyalarımızı bırakıp çocuklar için el işi aktivitelerinin olduğu salona gittik. Bu bir çocuk oyunu olduğu için çocuklar için gösterisinin temasına uygun el işi masaları hazırlamışlar. Meryem sıra ile bütün masalara uğrayarak kaz, geyik ve kar tanesi yaptı.






Daha sonra yerimize geçtik ve gösterinin başlamasının bekledik. Meryem’de neyi beklediğimizi tam olarak bilememin heyacanı ve sabırsızlığı vardı. Arka fonda bir müzik, yumuşak sesli bir anlatıcı eşliğinde sahneye çıkan insan/kuklalarla Karlar Kraliçesi gösterisi başladı.
Hikaye “kötülük aynası, küçük kız ve küçük oğlan çocuğu, çiçek bahçesi, prens ve prenses, hırsız kız, Finli kadın, kraliçenin şatosu ve eve dönüş kısımlarından oluşuyor. Kötülüğü temsil eden şeytan ve insanları çirkin gösteren şeytanın aynası ile hikaye başlıyor. Sonra iki yakın arkadaş olan Kay ile Gerdaye geliyor. Kötülük aynasının iki parçasının nasıl Kay’in gözüne ve kalbine geldiğini ve onu kötü yaptığını, sonra Kay’in herşeyi, herkesi ama en onemlisi en sevdiği arkadaşı Gerdayi gerilerde bırakarak Karlar Kraliçesi ile gittiğini anlatıyor. Gerda yolculuğu sırasında farklı arkadaşlar ediniyor. Bu arkadaşlıkları ona zaman zaman yolculuğunun asıl amacını unuttursa da Kayi arama yolculuğuna azimle devam ediyor ve en sonunda Karlar Kraliçesinin Şatosuna geliyor. Kaye SONSUZLUK kelimesini yazmasına yardımcı olarak onun özgürlüğüne kavuşmasını sağlıyor. Gerda’nin gözyaşları önce Kayin gözündeki cam parçasının sonra da kalbindeki cam parçasının çıkmasını sağlıyor ve birlikte eve dönüyorlar.

Biz her tiyatroya gittiğimizde Emre ile tiyatro mu sinema mı tartışması yaşarız. Sinemanın insanlara sunduğu görsel şovu tiyatrodan beklemek tabii ki mümkün değil ancak tiyatroyu neden sevdiğimi ve neden tiyatronun hep olması gerektiğine bu gösteriden sonra çok daha fazla inandığımı söyleyebilirim. Bir kere izleyici tiyatroda sinemada olduğu gibi pasif ve bireysel değil. Sahnede bir oyun sergileniyor ve bunun sadece bir oyun olduğunu herkes baştan kabullenmiş durumda. Oyuncular ve seyirciler arasında karşılıklı bir etkileşim var ve bu etkileşim gösteriyi daha canlı kılıyor. Seyirciler pasif ve kendi bireysel dünyalarında oyunu seyretmek yerine birlikte gülüyor ve alkışlıyorlar.  Her güzel işin sonunda takdir edilmesi gerektiğini pekiştiren kısım ise sonundaki alkış kısmı. Oyuncuların seyircinin alkışı ile sahneye gelerek seyirciyi selamlaması, sahnedekiler ve izleyiciler arasındaki etkileşimi güzel bir şekilde sonlandırıyor.

Meryem bu gösteriyi zevk alarak seyretti. Ama sadece gösteriyi değil, gösteriyi izleyen diğer çocukları, sık sık değişen dekoru ve sahnenin ışıklandırılmasını... 

Meryem ile gösteri sonrasında gösteri merkezini hızlı bir şekilde gezip arabamıza doğru yürümeye başladık. 



Yolda el ele tutuşan iki genci görünce bir şaşkınlık yaşadı. Bana onları göstererek “Ellerini tutmasına gerek yok. Onlar büyük ama”. Ona göre sadece çocuklar büyüklerin elini tutarlardı. Galiba biz Emre ile el ele tutuşmayalı epey bir zaman olmuştu. Çocukların ellerini tutmaktan ya da çocuk arabasını itmekten birbirimizi göremez olmuştuk. Ben Meryem’e birbirini seven insanların da ellerini tutabileceğini söyledim. Ardından bir NİYE sorusunu umarak. Tahmin ettiğim gibi Meryem NİYE diye sordu ama hemen önümüzden geçen yüksek topuklu ve siyah mini etekli bir kız dikkatini dağıtmaya yetmişti. Kızın ayakkabılarını bana göstererek “anne, ben o kızın ayakkabılarını çok sevdim” dedi. Önce parlak siyah renkli topuklu ayakkabılara gözüne takılmıştı. Sonra yavaş yavaş o ayakkabıların sahibi kıza doğru baktı ve kararını vermişti “anne ben o kızı çok sevdim.
Arabamıza binip de evin yolunu tuttuğumuzda çoktan uykuya dalmıştı bile...

3 Aralık 2012 Pazartesi

Kış Parıltıları

Küresel ısınmadan kaynaklı mıdır tam olarak bilemiyorum ama Aralık ayındayız ve hala kış gerçek anlamda geldi diyemem. Birkaç sulusepken atıştırması dışında ne kar yağdı ne de insanı iliğine kadar ısıtacak kadar havalar soğudu. Yine de hayat devam ediyor ve insanlar sanki kışmışcasına daha önceden planladıkları etkinliklerini uygulamaya koyuyorlarç Kar olsunö olmasın... Bu etkinliklerden birisine bu geçtiğimiz Cumartesi tüm aile katıldık. Etkinliğin adı "Winter Glow". Küçük bir alanı kaplayan kış ile özdeşleşmiş aktivitelerin bir araya getirildiği bir etkinlik. Kış sebzelerinin, mum ve benzeri süs eşyalarının satıldığı bir kaç tezgah dışında hemen hemen herşey ücretsizdi. Noel ve kış teması burada genelde birbirine geçtiği için süslemeler bu iki temayı birden barındırıyordu.

Bir köşede buzdan heykel yapımı vardı. Buzdan heykeller yapan adam bir noel ağacı yapmakla mesguldu. Kızağı yapmıs bitirmişti. Bir sonraki ürünü ise kardan adamdı. Bir süre bu adamın buzlara nasıl şekil verdiğini seyrettik. Sonra Meryem ile Bilge buzdan kızağın üzerine binerek hem soğuğu hissettiler hem de kızağın üzerinde poz verdiler.


Sıcak çikolata, tavuk-limon suyu çorbası, burada "chili soup" dedikleri içerisinde genelde kırmızı biber ve kıyma olan çorba kışın temel yiyecekleri biçimde tadıma sunuluyor. Fırında kestanenin dünya çapında değişmez kış geleneği olduğu burada kanıtlanmış oldu.

Kış ve noel temaları bir arada olunca ister istemez noel babanın kızağını çeken geyikler de süslemelerin bir parçası oluyor. Gariban geyik kafeslerin arkasında seyirlik bir şekilde duruyordu.


Tırmanmak bizim ailede çok popüler. Meryem fırsattan istifade bulduğu bir duvara tırmanırken.


Meryem'e sarı bir uçan balon alıp uçmasın diye koluna bağladık. Sonrasında Meryem ile ben at arabası üzerinde gezi için uzun bir sıranın sonuna geçerken Emre Bilge ile etrafı turladı. At arabasını beklemek düşündüğümüzden çok daha uzun sürdü. Bu sırada Meryem sırada hemen önümüzde buluna Drew adlı bir çocuk ile geçici arkadaşlık kurdu. Mümkün olduğunca az diyalog, bol hareket içeren bir arkadaşlıktı bu. Tipik Meryem arkadaşlığı. Birlikte koştular, hopladılar, balonlarını oynadılar. Uzun süren bir beklemeden sonra kısa at arabası yolculuğumuzu yaptık.


Atların arabaları görünce hızlanmaları Meryem'in çok hoşuna gitti. Bir de tabii nallarının çıkardığı sesler. At arabasından inince Emre'nin rehberliğinde etrafta çocukların hoşuna gidebilecek birkaç yere daha gittik. Biz sıra beklerken Emre boş durmamış etkinlik adına ne var ne yok öğrenmişti.

Önce Otelin içerisindeki süslü yılbaşı ağacına ve çocukların kucağına oturmak için sırada beklediği Noel Anne ve Noel Babaya baktık.

Sonra fotoğraf köşesine gelip başımıza geçirdiğimiz Santa şapkaları ve komik gözlüklerle bir aile fotoğrafı çektirdik.

Ardından ateş üzerinde pişen marshmallow keyfi. Kışın ve kamp alanlarının hemen hemen bir geleneği burada közde pişirilen marshmallowlar. Hatta özel bir adı var: "Smores". Smores kelime olarak "some more" yani biraz daha fazla kelimesinin birleştirilmiş hali. Diğer bir değişle bu ateş üzerinde yapılan marshmallowlar o kadar tatlı ki insan bir yiyince bir daha istiyor.

Emre ile Meryem marhmallowları tam kıvamında yapmayı başardılar. Dış kısmını çok yakmadan içini eritmişlerdi.

Günü akşam yemeği için yol üzerinden aldığımız sandviçlerle noktalayarak eve döndük.

30 Kasım 2012 Cuma

ABC'li Şehriye Pilavı

Markette şehriye ararken baktım rafta kalan tek şehriye ABC'li şehriye. Icimden herhalde bu bana bir işaret dedim ve bu şehriyeyi aldim. Böylelikle yemek yerken Meryem ile alfabe alıştırması yapabilecektik. Ancak bunun o kadar iyi fikir olmadığını yemek yeme vaktimizin ABC şehriyeli pilav içerisinde Meryem'in adını arama kabusuna dönüşünce anladım. Meryem her yediğimiz pilavda hani benim "m"im diyerek pilavını yemek yerine taneleri tek tek ayırıyor, kendi baş harfini bulamayınca bizim tabaklarımızdaki pilavlarda kendi baş harfini bulmaya çalışıyordu. ABCli pilav sadece Meryem'i değil Emre'yi de fazlası ile meşgul etmişti.
Pilavını  yemek yerine çocukların isimlerini yazma yönünde gösterdiği azim takdire şayandı doğrusu.
Bu tecrübeden sonra ben ABC eğitimini sofraya taşımama kararı aldım ve herkes normal yeme alışkanlığına döndü.

Kışın Alternatif Oyun Alanları

Bizim ailemiz için dışarıdaki oyun alanları hayati derecede önemli diyebilirim. Çocuk parkları, festival alanları, kumsal, patika yollar, vs. Ben temiz havayı ve hareket etmeyi seven bir insanım ve doğal olarak bizim çocuklar da o yolda ilerliyorlar. Yaz ve bahar mevsimi o açıdan bizim için bol gezmeli bir mevsimdir. Meryem bilir ki hemen hemen hergün ya parka gideceğizdir ya da göl kenarına oyun oynamaya. Hiç bir şey yoksa dışarıya yürüyüşe çıkarız. Kışın hayatımıza ister istemez bir sınırlama geliyor. Oyun alanları soğuk ve genelde ıslak oluyor. Göl ve kumsal zaten liste dışı. Dolayısıyla çocuklar için alternatif eğlenceler bulmak gerekiyor.

Benim alternatif listemin başında alışveriş merkezi var. Bu sanırım benim için de iyi bir kaçamak olduğu için listede başı cekiyor.  Yoksa çok daha iyi birkaç alternatif daha var. Mesela buranın kütüphaneleri çok donanımlı. Mutlaka çocuklar için bir bölümleri var. Bu çocuk bölümlerinde hem her yaş grubuna yönelik kitapları var hem de cok güzel oyuncakları var.

Diğer bir alternatif bilim müzesi. Bu müzenin biraz büyük cocuklara göre yönelik kısmında cocukların bazı basit bilim kurallarını (denge, kaldırma kuvveti gibi) keşfedebilecekleri oyun alanları var. Bir de bizimkilere göre bir odası var. Hem Bilge'nin hem de Meryem'in aynı anda oynayabileceği bir oda burası. Mini bır kaydırak, mutfak köşesi, bulmaca köşesi ve su ile oyun yeri var. Buranın sorunu Meryem'in burada çok çabuk sıkılıyor olması.

Bizim favori alışveriş merkezimiz Meridan Mall. Bu alışveriş merkezine gittiğimizde ilk durağımız mini oyun alanı. Çocuklar için alışveriş merkezinin ortasında oluşturulmus küçük bir oyun alanı var. Meryem ve Bilge'nin enerjisini atabileceği hoplama zıplama yerleri mevcut ve ayrıca duvarlarla çevrili olması sebebiyle güvenli. Buranın hemen yan tarafında bozuk para ile çalışan mini arabalardan oluşan bir bölüm var. Çocuklar sıkılmaya başlayınca oraya geçiyoruz ve biraz orada vakit geçiriyoruz. Tabii para harcamadan. Arabalar öne arkaya gidip gelme hareketi yapmadan da yeteri kadar eğlenceli.

Buradan sonra Mall'de biraz dolaşıyoruz. Mall içerisi güvenli olduğu için Meryem rahatça kendi başına yürüyor. Bilge'yi bazen arabasına bindiriyorum bazen onun da yürümesine izin veriyorum. Meryem "Victoria's Secret" mağazasına girip oradaki kremlerin örneklerini denemeye bayılıyor. Bu mağazadaki ışıklandırma mı yoksa renkler mi bilemiyorum ama bebekliğinden beri ne zaman Meryem'i yürümeye bıraksam onu bu mağazanın içerisinde buluyorum. Emre de aynı şeyden şikayet ediyordu. Bu benim için cok büyük bir problem değil ama kadın kozmetik ürünleri ve iç çamaşırı mağazasının içerisinde dolaşmak Emre'nin hoşlandığı bir aktivite olduğunu sanmıyorum. Neyse zamanla Meryem buradaki kremleri, parfümleri keşfetti ve bu neredeyse bizim için bir rituel oldu. Eğer bu mağazanın önünden geçiyorsak ikimiz de nümunelik kremlerden, parfümlerden sürünebildiğimiz kadar sürünüp öyle çıkıyoruz.

Alışveriş merkezinde çocuklar için alışveriş merkezinin içerisini turlayan tren var. Arada bir Meryem o trene biniyor. Tabii bu her zaman yaptığımız birşey değil çünkü kişi başı 3 dolar istiyorlar.
Alışveriş merkesindeki duraklarımızdan birisi de buradaki kitapçı. Burada hem bir cok kitabı, hem de farklı oyuncakları inceleme firsatı buluyorlar.

İşte bu gezilerimizden birisini Bilge'nin doğum gününün tam ertesi günü yaptık.
Miniyatür oyuncak hayvanların olduğu köşeyi ikisi de çok sevdi.

Meryem her zaman ki gibi oyuncakları sıraya dizdi. Hepsi hemen hemen bir doğru üzerinde olacak şekilde mükemmel bir sırada olmalı. Eğer bunu başaramazsa çok sinirleniyor.  Fil ailesi bir arada, sonra inekler, zurefalar. Mutlaka anne, baba ve çocuk olmalı. Anne ve baba olarak nitelendirebileceği birşeyler olmazsa üzülüyor. Hayvanlarımızı hizaya diztikten sonra onları sayma zamanı. Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz ve on. Dokuz her zaman araya kaynıyor.
,

Bilge'nin bu hayvalarla iletişimi yaşı gereği biraz daha farklı.


 
Bilge daha çok hayvanları yemekle meşgul. Acaba bunun tadı diğerinden farklı mı sorusuna cevap alıyor sanırım.
Üşenmeden sıra ile hepsini tadıyor.


Hayvanları yere vurunca çıkardıkları sesler tatlarından sonra diğer merakımız.
 Arada farklı tonlamalardaki çığlıkları ile hislerini de ifade etmiyor değil.




Tabii burada zor olan Meryem'i kitapçıdan hiçbirşey satın almadan dışarı çıkarabilmek. Bu bir ikna süreci gerektiriyor. Kimi zaman başarılı kimi zaman başarısız sonuçlanan.

Bilginin Sınırı Nedir?

Çocuğun gözünde anne-babanın bilgisi şu şekilde açıklanmış:


6 YAŞINDA    :Babam herşeyi biliyor.
10 YAŞINDA :Babam çok şey biliyor.
15 YAŞINDA :Ben de babam kadar biliyorum.
20 YAŞINDA :Babamın da pek fazla birşey bildiği söylenemez.
30 YAŞINDA :Bir kere de babamın fikrini sorsam fena olmayacak.
40 YAŞINDA :Ne de olsa babam bazı şeyleri biliyor.
50 YAŞINDA :Babam herşeyi biliyor.
60 YAŞINDA :Ahh ! Keşke babam hayatta olsaydı da kendisine danışabilseydim...


Meryem'in bazı istek ve soruları gerçekten bu söylemi doğruluyor. Şu aralar sık yaptığı şey rasgele kelimeleri biraraya getirerek kendi oluşturduğu şarkılarını söylemek. Eline mikrofon benzeri birşey alarak sanki sahnedeymiş gibi bir performans gösteriyor. Dansları, sesini yükseltip alçaltmaları ile kendisini tam olarak sahnede hissettiğini söylebilirim. Burada problem kendi yarattığı şarkıları benim biliyor olmamı ve hatta devamını getirerek söylememi bekliyor olması. Bazen bu şarkılarında anlamlı kelimeler sadece aralara serpilmiş oluyor. Gel çık işin içinden çıkabilirsen...

Meryem: hqwertsms.... Bilge .....adesakdd....mutlu....
Meryem: Anne bunu söylesene
Ben: Annecim ben o şarkıyı bilmiyorum
Meryem: Biliyorsun... shdhssdjj .... mutlu .....hsahdjj ... 
Meryem: Hadi söylesene.
Ben: Meryemcim o şarkıyı sen şimdi kendin uydurdun. Ben bilmiyorum. Sen söyle de ben dinleyim.
Meryem: Biliyorsun....

Burada iki önemli varsayım var. Birincisi anne ve babalar herşeyi bilirler. İkincisi annem benim düşündüklerimi hatta düşüneceğim şeyleri de biliyor. Bu varsayımları çürütmekte biz anne-babalara düşüyor
Her insanın sınırlı bir bilgisi olduğunu, yaşadıkça, okudukça bu bilgi birikimimizi arttırdığımızı ama sonuçta bilmediğimiz ve bilemeyeceğimiz birçok şey olabileceğini anlatmak, anlatabilmek gerekiyor   
İkinci varsayım sanırım zamanla kendi kendini yokedecektir. Bebeklerin ilk doğduklarında anneleri kendi vücutlarından bir parça sanmaları gibi birşey bu. Bakın yeni doğan bebeklere sanki bir meme hali hazırda onlar için bekliyor. Başlarını sağa, sola, yukarı, aşağı hareket ettirerek ona ulaşmaya çalışıyorlar. Meryem sanırım zamanla annesinin Meryem'in düşüncelerini de aynı zamanda takip edebilme gibi bir gücünün olmadığını farkedecektir. Bu şekilde adım adım bağımsız bir birey olduğunun farkına varabilmenin adı da büyüme oluyor.    
  
 

29 Kasım 2012 Perşembe

Nutella Alışkanlığı Bulaşıcı mı?

Çocukları doktora getirdiğimde eğer sebze-meyve yemediklerinden şikayet edecek olsam bana verdikleri cevap siz ne sıklıkta yiyorsunuz oluyor. Yapılan araştırmalara göre sağlıklı beslenme alışkanlığı olan ailelerin çocukları da sağlıklı beslenme alışkanlığı geliştiriyormuş. Yani şu an için çocuklar sebze yemese bile biz soframızdan salatayı, sebzeyi eksik etmezsek onlar da zamanla yemeye başlayacaklarmış. Bunun doğruluğunu kendi beslenme alışkanlıklarımda görüyorum aslında.

Cocukken yemekte soğandan nefret ederdim, patlıcanı bana hayatta yediremezlerdi. Ama şu anda  yemek içerisinde koca koca doğranmış soğanları zevkle yiyorum. Sanırım büyürken yediğimiz şeyler bir şekilde genlerimize falan kodlanıyor ve zamanla vazgeçemiyeceğimiz alışkanlıklara dönüşüyor. Ayranın temel içeçeklerimizden birisi olması gibi veya yoğurdu herhangi birşey katmadan her yemekte kaşık kaşık yemek gibi. Bu durumu özellikle burada daha çok farkediyorum. Geçen gün Amerikalı arkadaşlarımdan birisi facebook'ta soruyor. Düz yogurt almış ve yiyemiyor. Tatsız tutsuz birşey diyor. Ne yapabilirim bana bir tavsiye gibisinden arkadaşlarına soruyor. Bizde ise yoğurt olmayan buzdolabı sanki boş bir buzdolabıdır.

Sağlıklı yiyeceklerle yeme alışkanlığı kazanma hızı arasında kesinlikle bir ters orantı var. Birşey ne kadar sağlıksız o kadar çok çabuk alışkanlık haline dönüşüyor. Bu durumda bizim evde Nutella'nın birinciliği var. Önce Meryem, şimdi de Bilge. Bilge henüz yemeğe başlamadı ama yemek için büyük bir arzu duyuyor. Kokusu mudur yoksa Emre ile Meryem'in iştahlı yiyişleri midir anlamadım ama Nutella kavanozunu görünce onun da ağzının suyu akıyor diyebilirim. Geçen gün bitmiş Nutella kavanozunu masadan almış ve içerisinde kalanları yemeye çalışırken yakaladım onu.
Bal tutan parmağını yalarmış. Bizimkisi de parmakları, avucu artık neresine bulaştırdıysa...

İnce İnce Örülen Arkadaşlık Bağları

Meryem yeni okuluna basladığından beri arkadaşlık sorunu yaşıyor. Önceki okulunda bir yaşından beri birlikte vakit gecirdiği, birlikte büyüdüğü çocuklarla aynı ortamda olmanın verdiği bir rahatlık vardı. Birbirini anlayan birbirini seven bir grup seklinde büyüyorlardı. Şu an o sınıfta olsa yine benzer sorunlar olur muydu bunu bilemiyorum. Ancak şu aralar "I am not your friend" lafı çok yaygın bu yaş grubundaki cocuklarda ve eğer o anda birisi ile oynamak istemiyorlarsa hemen ben senin arkadaşın değilim anlamına gelen "I am not your friend" diyorlar birbirlerine. Bu cümleyi Meryem çok kullanıyor ve biliyorum ki sınıf arkadasları da ona soyluyor.

Şu an Meryem ciddi bir şekilde arkadaş sıkıntısı çekiyor. Ancak bu konuda nedense benimle değil de Emre ile daha cok konusuyor. Benimle bu sıkıntısını paylaşmamasının sebebi acaba benim her zamanki öğretmen tavrını takınarak onu dinlemek yerine ona tavsiyelerde bulunmam olabilir mi diye düşünmeden de edemiyorum. Emre bu konuda gerçekten çok iyi. Dinliyor ve ona çözüm önermek yerine onu anlamaya çalışıyor. Ben ise öğüt veren ses tonuyla "bak kızım arkadaşlarına I am not your friend dersen üzülürler; sınıfa girdiğinde mutlaka günaydın de" gibi belki de o an için hiç bir anlamı olmayan bir dizi öğüt veriyorum. Dolayısıyla arkadaşları ile olan problemlerinden Emre aracılığı ile haberdar oluyorum. Emre'ye genelde tek başına oynadığından, arkadaşlarının onunla çok oynamadığından bahsediyormuş.

Bu sorunumuz hala bir sorun olarak önümüzde duradursun ancak kızım tamamen de yalnız değil. Dongkwan ile arkadaşlıklarının her geçen gün daha çok kuvvetlendiğini görmek beni çok mutlu ediyor.

Bundan yaklaşık iki sene önce Eun Mi ile Patriarch parkta bir kahvaltı ayarlamıştık. İki doktora öğrencisi anne olarak birbirimize destek olmaktı amacımız. Meryem ile Dongkwan ilk o zaman tanıştılar. Zoraki yarım yamalak bir merhaba'nın ardından parkta yapılan kahvaltı, oyun alanında biraz oyun ve Meryem ve Dongkwan'ın sıra ile farklı sebeplerle ağlama krizleri ile geçen bir sabah olmuştu. Dongkwan daha fazla kek yemek istediği için ağlamıştı. Meryem ise park yerine arabanın içerisinde oynamak istediği için ağlamıştı. O gün Eun Mi ve ben hayal kırıklıkları ile birbirimize hoşçakal demiştik. Eun Mi'nin akşam dersleri olduğu için bir dönem boyunca Perşembe akşamları Dongkwan'ı ben (veya Emre) aldım. İlk birkaç haftadan hafızamda kalan en net anı benimle gelmek istemeyen ve "mama" yani anne diyen bir cocuğu arabaya bindirmem. Kendimi epey bir garip hissetmiştim. O ilk haftalarda evde Meryem ve Donkgwan kendi köşelerinde oynadılar. En büyük iletişimleri ikisinin de o an oynamak istediği bir oyuncak üzerine yaptıkları kavgalar idi. O sırada ya Emre ya ben devreye giriyorduk. Onlara söylediğimiz ya sıra ile oynamayı kabul etmeleri ya da oyuncağı oynamaktan vazgeçmeleriydi.  Meryem ile Dongkwan her hafta düzenli olan buluşmalar ile birbirlerini daha iyi tanımaya ve zamanla birlikte oynamaya başladılar.

Şu an Dongkwan ben onu almaya gittiğimde koşarak yanıma geliyor ve Meryem ile vakit geçireceği için gayet mutlu birşekilde arabaya biniyor. Bu dönem oyun günleri Salı akşamları. Eun Mi'nin Sali akşamları 6-9 arası dersi var. En sevdikleri oyun kendilerine bir köşe belirleyip sevdikleri oyuncaklardan bir yığın yapmak. Sonra da o oyuncakları ya bir çantanın içerisinde ya da bir arabada odadan odaya taşımak. Hala üzerinde kavga ettikleri oyuncaklar var. Mesela içerisinde pembe pullar bulunan topu ikisi de çok seviyor. Ama artık daha az ağlama sesi veya şikayet duyuyoruz. Bir şekilde kendi sorunlarını kendi aralarında çözüyorlar. Geçen gün baktım Meryem'in patenlerinin birisi Meryem'de birisi Dongkwan'da ve ikisi de gulumseyen gozlerle tek patenle dolaşıyorlar.


Geçtiğimiz hafta sonu Meryem'in odasında oynamadıkları oyuncakları topluyordum. Meryem'e oyuncaklardan birisini gösterip bunu oynuyor musun diye sordum. Hayır o Dongkwan'in diye cevap verdi. Oyuncakları bile paylaşmışlardı anlaşılan. Bu Salı tamamen kendi başlarınaydılar. Yemekten sonra Meryem'in odasına gittiler. Bilge gelmesin diye kapıyı kapattılar ve kendi başlarına orada uzun bir süre oynadılar. Zaman zaman birlikteö zaman zaman bir arada ama tek başına. İşte o an farkettim arkadaşlığın nasıl zamanla kuvvetlenen bir bağ olduğunu. Emek vermeden, birşeyleri paylaşmadan, bir şeylerin kavgasını yapmadan arkadaşlık olmuyordu.

25 Kasım 2012 Pazar

Anne Kucagi

Hani hep soylenir ya anne kucagi ne kadar degerlidir, insani nasil rahatlatir falan filan diye. Insan yaslari yakin iki cocugu olunca daha iyi anliyormus. Ozellikle de sefkate en muhtac olduklari zamanda yani hasta olduklarinda. Son birkac haftadir evin icerisinde hastalikla bogusuyoruz. Once Meryem ve Emre sonra bir sureligine ben ve sonra Bilge. Bilge bir turlu toparlayamadi. Hala burnu akiyor ve oksuruyor. Benim icin de durum oyle bir gelip bir gidiyor. Bugun sesim yine gitti ve son birkac gecedir oksuregim azdi.
Meryem hasta oldugunda ozellikle cok zor bir cocuk oluyor. Ilac kesinlikle istemiyor. Atesini zoraki olcmemize izin veriyor. Surekli bana sarilarak, gogsume basi dayali bir sekilde uyumak istiyor. Ben kizimin bu zor durumunda elimden geldigince onu rahatlatmak istiyorum. Keske Anne Kucaginin buyulu bir etkisi olsa da annelerinin kucaklarina sarili bir sekilde birkac saat kalan cocuklar hemencecik iyilesiverseler. Maalesef bu olmuyor. Bir de tabii Bilge var. O da Meryem surekli kucagimda oldukca hem kiskaniyor hem de daha meme emdigi icin ayrica bir ihtiyac duyuyor. Bu durumda ben hangi tarafima hangisini alacagimi sasiriyorum. Kendimi o an klonlayip iki tane ekstradan cocuklarim icin anne kucagi yapmak istiyorum. Ben onlari icim huzurlu bir sekilde anne kucaklarina birakirken diger taraftan da onlarin iyilesmesini hizlandiracak tavuk suyuna corbayi hazirlabilecegim bu sekilde.

15 Kasım 2012 Perşembe

Bana Bir Masal Anlat Baba

Bu bizim gencligimizde Yeni Turku grubunun cok meshur bir sarkisiydi. Super Baba dizisinin fon muzigi.

Bana bir masal anlat baba
İçinde denizler balıklar
Yağmurla kar olsun
Güneşle ay

Baba bir masal anlat bana
İçinde bütün oyunlarım
Kurtla kuzu olsun
Şekerle bal

Anlatırken tut elimi
Uykuya dalıp gitsem bile
Bırakıp gitme sakın beni

Bana bir masal anlat baba
İçinde tüm sevdiklerim
İçinde İSTANBUL olsun.

O zaman da cok severdim bu sarkiyi simdi animsayinca icimi bir sicaklik kapladi. Bu sarki aklima nereden mi geldi? Meryem ile uyku oncesi paylasimlarimiz su anda bu sekilde. Anne bana masal anlat diyor ve aklinda ne gelirse o an kimi neyi dusunmek, hayal  etmek isterse bana onu soyluyor ve ben de ona gore bir masal uyduruyorum.
Verilerimiz mutlaka bir sekilde pembe bulunduracak icinde:
Pembe kedi
Fil, pembe sut
Inek, pembe sut, cocuk
cocuk, anne, pembe kek
Kays, Meryem, pembe sut
Kays, Story, Meryem, pembe kek

Anlattigim masalin sekline gore icerik de yenileniyor
"Bilge, pembe kek, evde tek basina" gibi.
Isin zor kismi bu verileri bir anlam ifade edecek sekilde bir araya getirebilmek.

Inek, pembe sut ve cocuk masalimiz:
Bir varmis bir yokmus. Koyun birinde bir ciftlik varmis. Bu ciftlikte bir tane inek varmis. Ciftci bu inekten her gun sut sagarmis. Birgun bu inegin bir yavrusu olmus. Yavrusu olunca bu inek beyaz degil pembe sut vermeye baslamis. Adam cok sasirmis. Hic pembe sut olur mu demis. Pembe sutu kim icer diye dusunmeye baslamis. Kendisi tadina bakmis. Cok begenmis. Hemen cocuklarini cagirmis onlara vermis. Kisa bir sure icerisinde bu inegin pembe sutunun unu tum koye yayilmis...gibi devam eder masal.

Burada guzel olan sey bu masal animiz Meryem'in sevdikleri, korkulari, onu heyecanlandiran aktiviteler uzerine epey bir bilgi sahibi olabilmemi sagliyor. Mesela sinfinda sevdigi yeni arkadaslarinin adlarini ogreniyorum cunku onlar da masalimiza giriyor. Story, Don Kwan ve Kays mutlaka oluyor ama artik Ali de bas kahramanlardan sonra Garret diye birisinden bahsetmeye basladi. Evde tek basina kalmak veya disariya tek basina yuruyuse cikmak da onu cok heyecanlandiriyor.

Bu masal paylasimlarinda zor olan birsey var ki o da bir gun veya birkac gun once bu verileri kullanarak masali nasil anlattigimi hatirlayabilmek. Daha iki gun once bunun bir krizini yasadik. Masallardan birinin sonundaki anne ile cocugu arasindaki konusmayi tam olarak hatirlayamadigim icin Meryem tekrar tekrar "o degil" diye duzeltti. Ben de artik dayanadim e sen anlat  o zaman dedim. Aklinda kaldiginca masalin sonunu bana hatirlatti.

9 Kasım 2012 Cuma

Canim Oglum 1 yasinda


Oglum bugun bir yasini doldurdun. Bir yilimizi birlikte gecirdik (tabii benim icimdeyken gecirdigimizi zamandan bahsetmiyorum) ve ben bu zamanin her ani icin Allah’a sukrediyorum. Seni bize verdigi icin.
Dogdugun anda kucagima aldigim zaman miniciktin. Sakin bir kisiligin oldugun hastanede gecirdigimiz ilk geceden belli idi. Karnin doyunca hemen uykuya dalmis ve annene de guzel bir dinlenme imkani vermistin.
Ilk birkac ayda birkac sebebini bilmedegimiz aglama krizlerimiz disinda genelde iyiydin. Benim icin itiraf etmeliyim ki o ilk birkac ay epey bir stresli gecti. Yaklasik olarak dort aylik oluncaya kadar ben oglusum meme yerine mamayi tercih etmesin diye epey bir ugrastim. Meryem'de de sende de en buyuk problem hem yeteri derecede beslenebilmenizi saglamak hem de bizim icin en buyuk paylasim animiz olan emmeyi birakmamanizdi. Ben olmadigim zamanlarda biberonu aldin ben varken de ben seni besleyebildim. Aciktigini ve emmek istedigini kucagima gelip elini gogsume vurarak anlatiyorsun. Su an bir yasini doldurdugun icin gun icersinde senin icin sut birakmiyorum. Son bir haftadir okula normak sut gonderiyorum. Istahin yerinde. Meyve, sebze ayirt etmeden guzelce yiyorsun. Tabii ki daha sevdigin yemekler var. Dondurma veya sutlac yedigimizi nasil farkediyorsun ama sanki kokuyu aliyorsun hemen yanimiza gelip kus gibi agzini aciyorsun.
Sanirim geceleri iyi emdigin icin sabahlari kalkinca pek ac olmuyorsun ama aksam yemeklerinde gayet guzel yiyorun. Kasik ve catal kullanmak istiyorsun hatta inat ediyorsun. Benim kasigimi elimden alip agzina goturmeye calisiyorsun. Kasigindan defalarca dusurmene ragmen elinle kasigina koyup agizina goturmeye calisitigin yemek hala gozumun onunde.
Birsey istediginde sag ayagini birkac kere yere vuruyorsun. Bu bana ver analamina geliyor. Dun dolaptan aldigin mama kavanozunu elime verdin ve ayagini yere vurarak "i-i-i" diyerek mama yemek istedigni anlattin mesela.
Bu sabah uyandiginda ben sesini duymadim. Dustaydim. Baktim banyo kapisinin oraya kadar gelmissin. Orada bana sesleniyorsun. Her zamanki sikayet-aglama-seslenme arasi sesinle. Hic bir zaman yardim icin yerinde bekleyen bir cocuk olmadin. Bir iki seslendikten sonra eger biz gelmezsek sen yanimizda oluveriyordun. Uykulu, yorgun olman bunu degistirmiyordu. Erken yurumen de aslinda bunun bir sonucu. Kendin yapmali, kendin ilerlemeliydin. Dustugunde pes etmek yerine ayaga kalkarak yeniden denemeyi tercih ettin. Umarim ileride de bu aliskanligin hayatinina akisini olumlu etkileyecek bir sekilde devam eder. 
Su an en anlamli kullandigin kelime "al" kelimesi. Babanin al-ver seklindeki pratikleri sonucunda gayet guzel anlamini olusturdugun ve kullandigin bir kelime. Gecen gun banyoda ordekle oyanrken "quack-quack" dedigini farkettim.
Arabada istisnasiz her araba koltuguna koydugumuzda itraz ediyor, emniyet kemerini baglamamamiz icin elinden geleni yapiyorsun. Eline bir tane balik kraker verince de hemen susuyorsun.
Ben uzerimi giyinirken benim cekmecemden eline gelen kiyafetleri alip bana veriyorsun. Sacimi kurutmak icin kurutma makinesi icin bugun priz araken baktim sen de sac sekillendiricimi almis ve prize takmaya calisiyorsun. Ayrica bugun Meryem'e banyo sonrasi camasirliktan aldigin onun kiyafetini uzattin. Yani baya baya nerde ne oluyor farkindasin.
Biraz yuksekte biryerlerin uzerine cikip ayaga kalkmak cok hosuna gidiyor. Banyoda Meryem'in taburesinin uzerine cikip orada dislerini fircalamaya calisiyorsun mesela. Ben duseceksin diye korksam da sen ne inmek istiyor ne de seni tutmama izin veriyorsun. 
Meryem'in odasindaki masaya Meryem'in pembe sandalyesinin uzerine basip cikmayi basardigindaki keyfin cok hostu. Kendinle cok gurur duymustun.
Icerideki masanin uzerini karsitimayi ise hemen senin gorus alaninda olan ve uzerine tirmanabilecegin bir oyuncak olmasi yeterli. Su an kendin alip oraya getirmiyorsun veya uzakligini cok iyi ayarlayamiyorsun ama en azinda herhangi bir oyuncagi bir basamak biyetine kullanabiliyorsun.


 Tabii bu zaman zaman tehlikeli durumlar olusturabiliyor.

Artik elimden tutup yanimda yuruyebiliyorsun.  Hatta elimden tutarak merdivenleri inmeye bayiliyorsun. Izin versem evimizden asagi inen merdivenlerden tek basina (surune surune) inip cikacaksin ama su an icin cok tehlikeli.
Kapak kapatip acmak seni epey bir oyaliyor. Eger mutfakta is yapiyorsam ve seni de oyalamam gerekiyorsa eline caydanligi vermem yeterli.



Caydanliklari birbirinin ustune koymaya calisiyor, demligin kapagini acip kapatiyorsun ve eger yakinda birseyler varsa onlari caydanligin icine koyup cikariyormak seni mesgul etemey yetiyor 10 dakika kadar. Eger daha uzun sureli bir sekilde oyalanmani istiyorsam tek yapmam gereken seni mutfak lavabosunun icine koyup suyu da birazcik acmak. ama tabii bunun sonunda sen bastan asagi sirilsiklam oluyorsun ve tabii ki etraf da epey bir islanmis oluyor.

Meryem'i cok seviyorsun. Hatta ben olmadigimda Eun Mi onun pesini birakmadigini soyluyor. Bugun Meryem'in de seni nasil onemsedigini ve koruma ic gudusuyle davrandigini farkettim. Cop atmaya disari ciktigimizda hava karanlikti ve Meryem biraz korkmustu. Sen elimi birakip baska yone yuruyunce hemen senin yanina kosup benden once seni almaya calisti. Bir gozu hep senin uzerindeydi.

Canim oglum, iyi ki dogdun ve iyi ki varsin. Seni cok, cok,cok... seviyoruz.