27 Aralık 2013 Cuma

Banyo Sırası

Bu çocukları banyoya sokması da banyodan çıkarması da çok zor. Banyo zamanı geldiğinde önce kim girecek tartışması oluyor. Banyoya ilk kim girecek sorusuna Meryem "Bilge" diyor. Bilge "Meryem" diyor. İş tekerlemelere kalıyor. Oooo papatya dilli tekerlemesinde kim çıkarsa o girecek.

Oooo
O lili lili papatya dilli
Kız senin saçın kaç türlü?

Meryem tek sayılarda Bilge'ye geldiğini keşfetti. En kolay tek sayı olan üç veya biri tercih ediyor. Bilge klasik hep dokuz diyor. Sonuçta sıra hep Bilge'ye geliyor.

Bilge'nin bu durumu kabul etmeye bugün pek bir niyeti yok. "Bilge, ilk sensin!" diyorum. Hemen bana "Meryem" diyor. Bir de altında kaka yapmış, nasıl kötü kokuyor. Ben "pis popolu, önce sen diyorum" ne derse beğenirsiniz? "Meryem popo pis, Meryem!" Hadi canım ordan, kokarca seni diyor ve Bilge'yi son çare olarak omuzluyorum. Doğru banyoya.. İş zaten banyonun kapısından girinceye kadar, sonra oradan çıkarmak bir mesele oluyor.

Kar Oyunları

Kış geldi, çocuklar büyüdü, o halde bir kızak almanın vaktidir diyerek Emre marketten çocuklar için bir tane kızak aldı. Meryem ve Bilge çok heyecanlı. Tatil olması ve sürekli evde bizimle vakit geçiriyor olmaları ayrı bir güzellik, ailece planladığımız aktiviteler bir ayrı. Kızağa ilk başta Bilge oturdu, Meryem sürdü.




Daha sonra Meryem oturdu, Bilge sürmeye çalıştı.


Büyük bir heyecan ve keyifle bizim evin yakınındaki ilkokulun oraya geldik.


Amacımız hem biraz yürüyüş olsundu hem de oradaki yokuştan çocukların güzel kaydığını görmüştüm. Bizimkiler de diğer çocuklara katılabilirler diye düşündüm. Düşündüğüm gibi olmadı, çünkü okul çevresi bomboştu. Ancak biz karın ve kızağın tadını sonuna kadar çıkardık diyebilirim.

Meryem kızak kaymaktan çok mutlu oldu. Defalarca bana anne çok eğleniyorum. Bu çok güzel dedi. Bilge ilk başlarda yokuştan aşağıya kaymaya pek ilgi göstermedi. O, kar ve ağaçlardan sallanan buzları yemekle meşguldü.


Bir süre yokuş aşağı kaydıktan sonra kış, kar demeden parka gidip buz ve kar ile daha bir kayganlaşan kaydıraktan kaydık, salıncaklarda sallandık.



Eve dönüş yolunda küçük bir kızak krizi yaşadık. Malum tek bir kızağımız var. Bilge  kızağa tek ve hep binmek istiyordu ve sıranın Meryem'e gelmesini kabul etmediği için sırayı Meryem'e devrettiği an ağlamaya başladı ve bu durum eve gidesiye kadar devam etti. Aslında bunda biraz uykusunun gelmesinin de payı yok değildi. Açık hava ve o kadar hareket ikisini de epey bir yormuştu.

Öğlen  uykusundan sonra Meryem'in gözü yine dışarıdaydı. Evin önündeki gölde iki kız paten ile kayıyorlardı. Meryem telaşlı bir şekilde "ama anne, hepsini bitirecekler" deyince ne demek istediğini tam anlamadım. Sonra aşağı inip kızağı gölün üzerinde hiç ayak değmemiş yerlerden keyifle sürerek, karda bıraktığı ize mutlu mutlu bakınca anladım. Ayak izi değmemiş kar kalmayacak demek istiyordu. Bilge'yi kızağa oturtup gölün üzerinde kızağını çekti. Hiç ayak izi değmemiş yerlerden kızağını götürürken arkada bıraktığı izleri bana göstererek "bak, bunları çok seviyorum" dedi.



Meryem gölün üzerinde çılgınca kızağını sürmekle meşgulken ben Emre ile Bilge'yi bizim evi arkalarına alarak fotoğraflamayı başardım.


Meryem ve Bilge bol bol kızak kaydı. Bir arada ve yalnız. Bir arada yalnız olduklarından çok daha hızlı ve istikrarlı kayıyorlardı, Artan ve kızağın her yerine dağılan ağırlıktan olsa gerek. En büyük sorun Bilge'nin Meryem ile bir arada oturmayı kabul etmemesiydi. Onun da çözümünü keşfetmem uzun zaman almadı. Bilge'nin eline kızağın iplerini vermek yeterliydi. Meryem kızakta iken Bilge oturmak istemiyor, onu itiyordu. Bu itirazın sebebi aslında kızağın kontrolünün Meryem'de olduğunu düşünmesiydi. İpleri o eline alınca sanki kontrol sahibi kendisiymiş gibi hissediyordu sanırım ve Meryem ile birlikte binmeye sesini çıkarmıyordu.

Akşam olduğunda hepimiz çok yorgunduk. Bu yorgunluğa ve dışarıdan aldığımız soğuğun üzerine sıcak çikolatalı süt çok iyi geldi doğrusu.

Bilge ve Avakado

Bilge avakado yemeyi çok seviyor, özellikle açken. Dün akşam masaya koyduğum avakado dilimleri bir baktım teker teker tükeniyor. Tabii ki Bilge yiyor.


Önünde biriken kabuklar zaten suçluyu hemen ele veriyor. Ben biraz Meryem de yesin diyerekten son kalan dilimi Meryem'e uzatınca o anda kıyamet koptu. Bilge'nin Meryem ile paylaşmaya hiç niyeti yoktu.


Allah'tan evde fazladan avakado vardı. Yenisinden bir dilim Meryem'e bir dilim Bilge'ye verdim de sorun çözülmüş oldu.

23 Aralık 2013 Pazartesi

Ayna

Meryem: Anne benim hiç aynam yok.
Ben: Alalım kızım bir tane.
Meryem: Biraz büyük olsun.
Ben: Tamam
Meryem: Beyaz olsun.
Ben: Benim el aynam gibi mi?
Meryem: Evet, ben onu istiyorum!

Ben Sadece Babayı Seviyorum!

Meryem ile alışveriş merkezinde geziyoruz. Meryem ile birbirimize vitrindeki elbiseleri gösteriyoruz. O bana anne ne kadar güzel değil mi diyor. Ben ona gösteriyorum. Neresini sevdiğimizden konuşuyoruz. Hep kadın elbiselerine baktığımızı farkettim. Bir erkek mağazasının önünden geçiyorduk. Ona orada resmini koydukları bir erkek modeli göstererek "bak Meryem ben bunu da sevdim" dedim. Meryem bir süre boş boş erkek posterinin olduğu vitrine baktı, bana döndü ve dedi ki "ben sadece babayı seviyorum!".

Büyüyünce

Meryem: Anne, senin üç adın var. Benim de büyünce üç adım olacak.
Ben: Üç mü?
Meryem: Anne, Funda, Gönülateş. Ben büyüyünce benim de üç adım olacak. Meryem, Funda, Gönülateş.
Ben: Annecim senin adın yine hep Meryem olacak.
Meryem: Dört tane olacak. Anne, Funda, Meryem, Gönülateş.
Anne: Kızım ama biz büyüsek de adımız değişmez ki...


16 Aralık 2013 Pazartesi

Güneşin Doğuşu

Sabah Meryem neşeli bir şekilde yanıma geldi.
- anne biliyor musun? Ben uyurken karnım ağrıdı. Sonra kalktım, tuvalete gittim. Sonra odama gelip pencereden baktım ve güneşi doğarken gördüm. Çok güzeldi. Pembeydi.

Seviyeye ve İş Birliğine Uygun Projeler Aranıyor

Eğer benim bir işim varsa çocukları üzerimden uzaklaştırmanın bir kolay yolu bir zor yolu var. Kolay yolu onlara televizyonda bir şeyler açmak. Hipnoz olmuşcasına saatlerce televizyon karşısında kalabilirler. Tabii bu benim çok içimin elvermediği bir durum. Acil durumlarda veya kısa süreli olacak ise hemen bir Dora veya Caillou açıyorum ve ben de rahatca işime bakabiliyorum ama diğer durumlarda bu seçeneği tercih etmemeye çalışıyorum. Dün akşam üzeri dışarıdan geldikten sonra ben mutfak tarafına geçtim. Meryem'e odanıza gidin oynayın dememe rağmen salonda kalmayı tercih ettiler. Birlikte koltukların minderlerini indirip oynamaya başladılar. Meryem kendisinde ev yapmak istedi. Ben bu arada içeriden gelen bağrış çağrış seslerine tepkisiz kalmaya çalışıyordum. Kendi problemlerini kendileri halletsinler diye. Arada Bilge şikayete geliyor arada Meryem. Birkaç bağrıştan sonra Bilge yanıma gelip ağlamaya başladı. Bana yüzünü gösteriyor ve "Meryem acıttı" diyordu. Bilge Meryem'in evini bozmuştu. Meryem ise Bilge'nin yüzünü çizmişti. Bilge'yi sakinleştirip tekrar içeri gönderdim. Beş dakika geçmemişti ki Bilge yine ağlayarak yanıma geldi. Bu sefer Meryem Bilge'nin yüzünü tırnaklamıştı ve epey derin bir iz bırakmıştı. Meryem'e bir daha kardeşine zarar vermemesi gerektiğini söylerek Bilge'yi odasına götürdüm. Oradan iri parçalı lego setini aldık ve ayağımın dibinde oynamaya başladı. Tek başına oynamaktan sıkılan Meryem onun yanına geldi ve bir süre birlikte oynadılar.

İlk sıkılan Bilge oldu. Dolaptan dünden haşladığım patatesleri çıkardı ve boş tabak istedi. Patatesleri soyma ve doğrama projesi ikisi için mükemmel bir projeydi. Hem bana yardımcı olacaklar hem de kavga etmeden bir arada yapabileceklerdi. Bilge hiç üşenmeden tek tek bütün patatesleri soydu. Meryem ise onun soyduklarını doğradı. Ben ise onların soyup doğradığı patatesleri soğanla kavurdum ve börek içimizi hazırladım.

O an anladım ki çocuklarımız bizim hayatımızdaki rollerimizi paylaşmak istiyorlar. Sen odana git oyna deyince onları bir nevi hayatımızdan uzaklaştırmış oluyoruz. Bu konuda tek zor olan hayatımızdan onlara göre ve bir arada yapabilecekleri kesitleri bulabilmek.

Sezonun İlk Karı

Yılın ilk karı tam anlamıyla bu haftasonu yağmaya başladı. Daha önceki haftalarda birkaç kere yağmıştı ama bu seferki gibi her yer bembeyaz olmamıştı. Çocuklarla dışarı çıktık. Donmuş gölün üzerinde koşturmanın tadını çıkardık. Önce korkak adımlarla, sonra bize ait olan koskocaman alanın tadını çıkararak...



Yere uzanıp kar melekleri yaptık. Meryem ile kar üzerinde resimler çizdik.




Bilge gölün üzerinde duran bisiklet kayığa tüm yaz boyunca binmek istemişti ve şimdi hazır onu bekliyordu. Epey bir süre burada oynadı.


Çocuklar kar oynamaya doymamışlardı ama ben üşümeye başlamıştım. Onları neyin kandıracağını çok iyi biliyordum. Sıcak çikolatalı süte hangi çocuk hayır diyebilirdi ki? Eve geldiğimizde Bilge'nin yanakları kıpkırmızı olmuştu.



Eve girip kapıyı kapatınca Bilge eve döndüğümüz gerçeğini anladı ve tekrar dışarıya çıkmak istedi ama artık eve girmiştik bir kere.

10 Aralık 2013 Salı

Kısa Kısa Kısa

Meryem ile baleye gidiyoruz. Yolumuz üzerinde dört yolun bağlandığı bir dönel kavşaktan geçiyoruz.
Meryem: Anne bu yol niye dağınık?

Meryem'lerin okul çıkışı bir ambulans okul kapısında bekliyor. Küçük çocuklardan birinin annesi çocuğunu almak için geldiği sıra rahatsızlanmış. Meryem'in ilk sorusu "ama şimdi bebeğini kim alacak?" İkinci sorusu ise "anne, sen hasta olmazsın değil mi?" Hemen bu sorusunun ardından "Sen hastaneye gitmiştin sonra Bilge olmuştu ama sonra gelmiştin". Arabada eve giderken bu olay konuşma konumuz olmuştu. Aklını bir türlü o anne ve çocuktan alamıyordu. Hem çocuk için endişeleniyor hem de kendisi için korkuyordu.

Meryem banyo yaparken Ashley ile oyunlarından konuşuyoruz.
Meryem: Ashley hep anne oluyor ben bebek veya abla oluyorum.
Ben: Sen arada anne olmayı istiyor musun?
Meryem: Evet ama o zaman Ashley ikimiz de anne olalım diyor. Ben öyle istemiyorum.
Ben: Peki ya sen Ashley'e söylesene sadece ben anne olmak istiyorum diye.
Meryem: Anne benim okulumda Türkçe konuşmuyorlar ki!

Meryem ve Bilge'yi yatırıyorum.
Meryem: Anne sen ne yapacaksın.
Ben: Salonda biraz daha oturacağım.
Meryem: Anne bence sen de yat. Uykunu alman lazım. Öyle daha iyi olur.

Emre Meryem ve Bilge'yi yatmaya götürdü ve ben salonda Ebru ile oturuyorum. Ertesi sabah...
Meryem: Anne siz Ebru ile neye gülüyordunuz?
Ben: Nasıl yani?
Meryem: Ben duydum siz gülüyordunuz.

27 Kasım 2013 Çarşamba

I Love You!

Bilge'nin favori cümlesi bu aralar "I love you!". Okulda öğretmeni Bilge'nin bezini değiştirirken Bilge'nin "I love you dady! I love you momy! I love you Meryem!" diye kendi kendine konuştuğunu söyledi. Sınıflarında Dahlia da bu I love you aşkından payını alanlardanmış. Evde de yanımıza geliyor biraz utangaç bir tavırla "I love you!" diyor. Sonra yüzüne güzel bir gülümseme yayılıyor.

Öğretmeni ayrıca Bilge'nin kendisine bir fil ailesi yapıp filleri "dady, momy, Meryem, Bilge" diyerek saydığını anlattı.

I love you, Bilge!

Bilge'nin Sınıf Değiştirmesi

Bundan iki ay önce Bilge'nin yardımcı öğretmeni bana Bilge'nin 2-3 yaş grubuna geçeceğini ve bizim iki sınıftan birine dair tercihimizin olup olmadığını sordu. Ben de düşüneceğimizi söyledim. Bu süreç içerisinde bir daha öğretmenle bu konuda konuşmadık. Bundan önceki gün gelen mesajda Bilge'nin sınıfından 2-3 yaş grubu sınıfına geçecek çocukların isimleri yazılmıştı ve Bilge bunların arasında yoktu. Ben bu mesaji alır almaz hemen okul müdürünü aradım. Bir 10 dakika kadar telefonda konuştuk. Bu duruma çok sinirlenmiştim. Birincisi beni önce bilgilendirip sonra sözlerini tutmadıkları için. İkincisi Bilge sınıfındaki gün olarak dahi olsa en büyük çocuktu ve bir üst sınıfta olmayı yaş olarak hak eden oydu. Üçüncüsü Bilge'nin her hangi bir şekilde arkadaşlarından geri kalan bir yanı yoktu ve hatta birçok konuda ileride diyebilirim. Okul müdürü değerlendirmeleri yaparken birçok konuya baktıklarını sadece yaşa değil çocuğun o sınıfa uygun olup olmadığına vesaire birçok konunun göz önünde bulundurulduğunu söyledi. Ben ise bu konuda kesinlikle aynı fikirde değildim. Bugün okul müdür yardımcısı, Bilge'nin sınıf öğretmeni ve ben yaklaşık bir saat süren bir toplantı yaptık. Hiç bir geçerli argümanları yoktu. Bilge iki dilli bir çocuk olmasına rağmen yaşının gereği sahip olması gereken kelime hazinesine sahipti. Bir çok konuda aktif ve kendini gayet güzel ifade edebilen bir çocuktu. İşin açıkcası öğretmen bu kararın verildiği zaman yeni gelmişti ve Bilge'yi tam olarak tanıyamamıştı. O zaman kelimeleri çok iyi kullanmadığını ve kendini iyi ifade edemediğini düşündüğünü söyledi. Şu anda bu konuda hata yaptığını kabul ediyor ama geriye alınacak birşey yok. Sonuçta o iki çocuk diğer sınıfa geçti ve benim oğlum hala küçük çocuklarla birlikte. Bir sürü vaatlerde bulunuyorlar. Neymiş efendim Bilge ile özel ilgileneceklermiş de yok ona ihtiyacı olan farklılaştırmayı yapacaklarmış da falan. Sınırlarımı zorlayabileceğim şekilde zorladım ama sonuç sıfır. Ortada yapılmış büyük bir haksızlık var ve bunu değiştiremiyor olmam hala canımı acıtıyor. Bu konuda Emre ile çıkardığımız en büyük ders insanın kendi yolunu hep kendisinin açtığı. Başkalarının senin hakkını gözetmesini beklemeyeceksin. Önceden düşünüp gerekli olan adımları atacaksın. Ne acı kı şu anda bunun faturası Bilge'ye çıkarıldı. Bu durumun bir ay içerisinde düzeltilmesini umut ettiğimi söyledim ama bakalım bizim bu talebimizi ne kadar ciddiye alacaklar?

Sen Küçükken Neredeydin?

Meryem dün sabah yine her zamanki gibi yanıma geldi. Biraz birbirimize sarıldık ve sonra sohbet etmeye başladık. Meryem yine birbirinden ilginç sorularına başladı.

Meryem: Anne sen küçükken neredeydin?
Ben: Anneanne ve dedenin yanındaydım.
Meryem: Orada mı yaşıyordun?
Ben: Evet.
Meryem: Peki baba nerede yaşıyordu?
Ben: Babaannen ve dedenle birlikte.
Meryem: Peki sen babamı görmüyor muydun?
Ben: Yok kızım ben daha o zamanlarda babanı tanımıyordum.
Meryem: Niye?
Ben: Çünkü ikimiz de farklı yerlerde oturuyorduk. Onunla okuldayken tanıştık.
Meryem: Nasıl?
Ben: Baban çok kitap okuyordu ve ben de bu kim böyle çok kitap okuyan demiştim.
Meryem: Konuşuyor muydun onunla?
Ben: İlk başlarda değil. ama sonradan çok iyi arkadaş olduk.
Meryem: Ben babamın küçükken resmini gördüm ama hiç baba gibi değildi.

20 Kasım 2013 Çarşamba

Minik Tatlılıklar

Bilge her zamanki gibi kendi işlerini kendi yapmakta ısrarcı. Pijamalarını çıkardık ve dışarı giysilerini giydireceğiz. Kıyafet seçiminden, kıyafetlerini giymeye kadar kendi yapmak istiyor. Bluzlerinin olduğu çekmeceyi açtı. Kendisine üzerinde top resmi olan turuncu bluzu çıkardı. Bir başka bluz daha aldı. Belki iki bluzu bir arada diymek istiyordur diye ses çıkarmadım. Turuncu bluzunu kafasından geçirmeyi başardı. Sıra kollarda. Kollarını içeriden geçiremeyince dışarıdan kol yerini tuttu ve içerisine geçirdi. Sonuçta hedefine ulaştı ama birazcık kendisini bluzü ile düğümlemiş oldu. O da bu işte bir yanlışlık olduğunun farkındaydı ama ne olduğundan emin değildi. Kollarını çıkarıp alttan giymesine yardımcı oldum. Sıra pantolanda. Aldığı diğer bluze ayaklarını sokmaya çalışıyor. O pantolan değil bluz diyerek elinden aldım ve ona pantolan verdim. Ayaklarını önce aynı bacak yerine sonra doğru yerlere sokup pantolonunu giymeyi başardı. Yüzüne yayılan gurur dou bakışla hadi gidelim der gibi bana baktı.

Akşam yemeğinden sonra masayı topladım. Birkaç parçayı toplamayı unutmuşum. Meryem kalan bir çatalı bana uzatırken ben ona kızım bana uzatmak yerine bulaşık makinasına koysan ya dedim. Emre o sırada bana dönüp sen de çocuklardan çok şey istiyorsun dedi. İşte tam bu sırada Bilge elinde bir kaşıkla bulaşık makinasının kapağını açtı ve kaşığı makinanın içerisindeki kaşıklığa koydu. Hepimiz Bilge'ye şaşkın gözlerle bakarken o gayet sıradan bir iş yapıyormuş havalarında idi. Acaba çocuklardan çok şey değil de az şey mi istiyoruz, bekliyoruz?

Bizim evde şu aralar sevgi kelebekleri uçuşuyor. Aman nazar değmesin. Bilge durup dururken Meryem'e gidiyor ve sıkı sıkıya sarılıyor. Meryem bu durumdan çok memnun. İkisi de fazlasıyla dokunsal çocuklar. Sonra gelip bizi öpüyorlar. Hep beraber birbirimize yaslanıp televizyon seyrediyoruz. Yani değmeyin keyfimize.


14 Kasım 2013 Perşembe

Altın Sarısı, Geyik ve Sıcak Bir Gülümseme

Sabah 7 gibi Meryem yanıma gedi. Ben henüz uyanmamıştım. Onun sıcacık gülümsemesi ile uyandım. Bir süre yatakta birbirimize sarıldık sonra Meryem perdeyi aralayıp dışarıya bakmaya başladı. Önce yerdeki yapraklardan konuştuk. Her taraf altın sarısına boyanmıştı. Sonra birden bana heyecanla "anne buna inanmayacaksın!" dedi. Baktım, evimizin hemen önünde bir geyik. Aynı kartpostallardaki gibi. Bir süre geyiği seyrettik. Sanki kaybolmuş gibiydi. Bir ara yola doğru gitti. Sonra hızla tekrar bizim taraf doğru koşmaya başladı. Yoldan arabalar geçiyordu ve bu onu korkutmuştu. Bir süre daha ne tarafa gideceğinden emin olmayan adımlardan sonra yavaş yavaş gözden kayboldu. Meryem geyiğin bizimle yaşaması gerektiğini düşünüyordu. Ben ona geyiklerin evinin orman olduğunu bizim evimizin içerisinde mutlu olamayacaklarını açıklamaya çalıştım.

Yine yatağımızın içerisine girdik ve bir süre daha sohbet ettik. Meryem, Ashley ile Türkiye'ye gidip anneanne ve babaanneyi ziyaret planlarından bahsetti. Sonra başka bir konu, sonra başka bir konu daha derken uykumuz iyice açıldı ve beraber yataktan kalktık. Yeni bir gün için bundan daha güzel bir başlangıç olabilir mi?

12 Kasım 2013 Salı

Bana Burda Hiç Anne Yok!

Meryem ile birlikte Bilge'yi sınıfına bıraktık. Çıkmadan Bilge Meryem'e her zamanki gibi sarıldı. Meryem dışarıda bana "anne ne güzel sarıldı değil mi? Keşke ben de orada olsaydım. Hem Bilge anneyi istediğinde yanında olurdum" dedi. Sonra Meryem'in sınıfına gittik. Meryem benden ayrılmakta yine zorlanıyordu. Birkaç kere sarıldım ama hala bırakmak istemiyordu. Benim ise okulda işlerim var. "Kızım gitmem gerek, geciktim artık" dedim. Bana "ama bana burda hiç anne yok" dedi. Bir an şaşırdım ve ne diyeceğimi bilemedim. Elini aldım ve kalbinin üzerine koydum. Bak dedim, kalbini hissediyor musun? İşte ben tam buradayım. Her zaman senin yanında, taa içinde. Ne zaman anne istersen kalbine dokun ve beni hisset.

Kızım aslında Bilge'nin sınıfından çıkarken bana kendi duygularını açıklamıştı. Onun gözleri zaman zaman anne gibi sarılıp güvenebileceği birisini arıyordu. O halde Bilge de buna ihtiyaç duyuyor olmalıydı  ve Meryem Bilge'nin okuldaki annesi olabilirdi. Aslında bunu çok güzel başarıyordu. Bir annenin evladına sarıldığı sıcaklıkla sarılıyordu kardeşine ve Bilge bunu çok iyi biliyordu.

11 Kasım 2013 Pazartesi

Canım Oğlum 2 Yaşında

Bu sene oğlumun doğum gününü zamanında kutlayacak enerjim yoktu. Bilge'nin doğum günü Cumartesi idi ve ben onun doğum günü yazısını daha yeni yazıyorum.  Bugün tez önerimin savunması vardı ve ancak kendime gelebildim.

Benim canım oğlum, sımsıcak gülümsemem, kıpır kıpırım,
8 Kasım 2011 gecesi 11 gibi banyomu yaptıktan sonra yavaş yavaş artan sıklıklarla gelen sancılarımın geçmesini bir süre tek başıma bekledim. Gece 1 gibi artık dayanılmaz bir hal alınca babanı kaldırdım. Baban benden telaşlı idi. Eli ayağına dolaşmış ne yapacağını bilemez bir durumda idi. Onu uyandırınca bana emin misin diye sorduğu an ona elime gelen en sert şeyi atmak istediğimi itiraf etmeliyim. Hastaneye varmamız ile senin doğman bir oldu diyebilirim.  Doğduğunda miniciktin. Sana baktım ve nasıl büyüyeceğini görmeye çalıştım. Tabii ki şu anki görünüşünü hayal bile etmem mümkün değildi. Ve tabii karakterini. Bunların hepsi değişecek, umarım gelişecek ama bu büyüme sürecinde her aşamayı birlikte yaşamak sahip olduğum en değerli şeylerden birisi diyebilirim.

Canım oğlum şimdi sana biraz iki yaşındaki senden bahsedeceğim.  Fiziksel olarak fazlasıyla aktif bir çocuksun. Bir yerlerden atlamak, zıplamak, koşmak, tırmanmak gününün büyük bir çoğunluğunu oluşturuyor diyebilirim. Ancak yapacağın aktivite öncelikle sana göre sana uygun olmalı. Mesela hala kaydıraktan kayarken tereddüt ediyorsun veya çok uzun veya her tarafı kapalı kaydıraklardan kaymıyorsun. Biz ısrar etsek bile seni ikna edemiyoruz. Demirlere tutunup takla atmak da tereddüt ettiğin aktiviteler arasında. Bu konuda Meryem'in daha cesur olduğunu söylemem gerek. Buna karşılık arabadan inerken elini tutmamı istemiyorsun. Kendi başına merdivenlerden inip çıkmak istiyorsun.

Yemek yemek senin için çok büyük bir keyif. Seni yemek yerken seyrederken benim de iştahım açılıyor. Kaşık ve çatalı yarım yamalak ta olsa kullanıyorsun ama ellerinle yemek senin için ayrı bir keyif. Özellikle çok açsan bir bakmışız tabağındaki yemeği avuç avuç ağzına götürüyorsun. Öyle pek bir yemek ayırt etmiyorsun, senin için önemli olan damak tadına uyması. Sebzeleri de yerine göre aynı iştahla yiyebiliyorsun. Domates, marul, salataya doğranmış kuru soğan, biber severek yediğin sebzeler arasında. Geçen gün kahvaltı sofrasına koyduğum avakadonun yarısını ben sofrayı hazırlamayı bitirmeden sen yemiştin bile. Bunda sanırım bir önceki akşamın yemeğini pek sevmemen de etkili olmuştu. Meyvelerden elmayı çok seviyorsun. Bu aralar portakal ile muzu da çok yiyorsun.
Şu son bir kaç ayda kelimelerin çok arttı. Artık Türkçe'de üç kelimeyi bir araya getirerek cümleler kurabiliyorsun. İsteklerini dile getrimekte kullandığın bazı kelimeler var. Sevmediğin birşey olduğunda "istemiyorum", seni tutmamızı istemediğinde "bırak", istediğin bir şeyi gösterdiğimizde veya bir soru sorduğumuzda yanıtın olumlu ise "evet" oluyor. Bütün bu kelimelere eşlik eden bir de vücut dilin var ki o kendi aksanın ile söylediğin kelimeleri daha bir sevimli kılıyor. Mesela benim favorilerimden birisi "evet" derken kafanı abartılmış bir şekilde aşağı yukarı sallayıp yüzüne kendinden emin bir bakışın yayılması. Bir de tercihlerini belirten "bu mu" demen. Sanırım biz sana hep bu mu, bu mu diye sorduğumuzdan sen istediğin birşey olduğunda "bu" demek yerine "bu mu" diyorsun. Hayırların hep ingilizce, kuvvetli ve zaman zaman gürültülü bir "no" şeklinde. Meryem veya baban ortalarda yoksa bana baba nerede, Meryem nerede diye sormak yerine kendi açıklamalarını getiriyorsun. Bu açıklamalar genelde "Baba uyyor, Meryem uyyor" veya "baba odada" oluyor. Aslında bir sürü de İngilizce kelimen var. Bugun kar yağıyordu ve Meryem dışarıyı gösterince hemen "snow" dedin. Kar kelimesinin ingilizcesi kelime hazinende yer almıştı bile.

Etrafındaki insanlar senin için önemli. Sınıfındaki birçok arkadaşının adını biliyor ve hatta onlara isimleri ile hitap ediyorsun. Hem ben hem de diğer çocukların anne babaları onların çocuklarına isimleri ile bay-bay demene şaşırıyor ve seviniyorlar. Artık yavaş yavaş paralel oyundan bir arada oyuna geçiyorsun. Hatta öğretmenlerin geçen gün sürekli oynadığın bir arkadaşın olduğundan bahsetmişti. Meryem'in eski sınıfından Diego senin yaşıtın olmamasına rağmen onunla birlikte çok eğleniyorsunuz. Diego eğer seni görürse hemen yanına gelip sarılıyor ve tabii ki sen de ona. Bundan bir ay kadar önce kreşe geldiğimiz bir sabah  yanımıza kırmızı kamyonet tarzı bir araba durdu. Sen hemen "Autumn" diye bağırdın. Kamyonetin içindeki bebek sınıfının öğretmeni "Autumn"du. Kamyonetin içinden öğretmeni tanımana mı şaşırmalıyım kendi sınıfının öğretmeni olmayan bir öğretmeni ismi ile biliyor olmana mı karar veremedim. Bu arada Autumn çok güzel ve genç bir öğretmen. Yani benim de öyle bir öğretmenim olsaydı sanırım hemen hatırlardım. Miss Ortega var bir de. Siyahi bir bayan. Sen bu kreşe başladığından bu yana seni tanıyor ve sanki onunla aranızda çok özel bir bağ var. Miss Ortega okuldan izinli olduğu dönemlerde bile seni görmek için geldiğini anlatmıştı.

Şu aralar kitapları kendi başına karıştırmayı seviyorsun. Tek tek sayfalarını açıp resimlerini inceliyorsun. Büyük parçalı legolar, tren ve arabalarla oynamayı seviyorsun. Ve hayvanlar, özellikle atlar. Geçtiğimiz gecelerin birinde yatağına yatmadan eline küçük atını aldın ve yatağının içinde, karanlıkta yarım saat kadar o at ile oynadın. Okulda öğretmenin de oyuncak hayvanlar ile oynamayı ne kadar çok sevdiğini söyledi. "The last lions" belgeseli Meryem ve senin izlemekten çok keyif aldığınız bir belgesel. Bazen elime kumandayı verip "korkunç" diyerek bu aslan belgeselini açmamı istiyorsun.

Televizyon seyretmeyi çok seviyorsun ama tabii bunu sınırlamaya çalışıyoruz. Bir favori listen var. Dora senin için bir numara. Dora'yı Caillou ve hayvan belgeselleri takip ediyor. Fimler için tek adresimiz televizyon değil. Benim telefonumda da Dora var ve ben telefonuma kilit koymadan önce telefonumdan Dora'yı kendi başına açabilmeyi öğrenmiştin bile. Geçen gün seni koltuğun arkasında gizlice telefonumu karıştırırken yakaladık. Neyin yasak olduğunu biliyor ve sınırlarını zoramaya çalışıyordun sanırım.

Dışarı çıktığımızda eline değnek alıp o değneyi sürüyerek yürümeyi seviyorsun. Bir de yerden topladığın yaprak, çöp nevinden şeyleri göle atmayı. Şu aralar bizimle karşılık top oynamak da sevdiğin aktiviteler arasında. Sen bana atıyorsun ,ve ben senin attığın topu yakalayınca çok mutlu oluyorsun ve biraz da kendinle gurur duyuyorsun. Sonra ben sana atıyorum, bazen yakalıyor bazen kaçırıyorsun ama kaçırdığın zamanlarda bile kaçan topun peşinden koşmak senin içn ayrı bir keyif. Bisiklet sürerken daha tam pedalları çeviremiyorsun. O açıdan ne kadar bisiklete bineceğim diye ısrar etsen de bize kısa kesiyoruz. Diğer türlü sürekli seni ittirmemiz gerekecek. Karşı bloklarda Tom amcamız var ve eğer onu görürsen hemen "Hi Tom" diye sesleniyorsun. Bazen okuldan geldiğimizde onun apartmanının olduğu tarafa bakarak o olmasa dahi ona sesleniyorsun. Sanırım onu görmek istediğini anlatmak istiyorsun.

Bu seneki Türkiye gezimizde hayvanlarla iletişiminde bir şey farkettim. Boyuna göre hayvanları kendine hedef olarak seçiyordun. Kediler, ördekler senin başedebileceğin büyüklükte hayvanlar olduğu için onların peşini bırakmadın. Öte yandan danalar epey bir büyük olduğu için olsa gerek yanına bile yaklaşmaya cesaret edemedin. Türkiye'de kaldığımız iki hafta boyunca ve ben zamanla alışır dediğim halde danaların yanına yaklaşmayı denemedin bile. Babam ve İbrahim birkaç sefer seni oraya götürmeyi denedilerse senin tepkin karşısında pes ettiler. En son gelmemize yakın danaların ahırının yanındaki sandalyeye benimle oturup onları seyretme cesareti kazanmıştın. Bunun tam tersi kedi ve ördekler senden kaçmaktan yorulmuşlardı artık. Kediyi yakalayınca sıkıyor, kuyruğunu çekiyor olmana rağmen zavallı kedicik sana hiçbir şey yapmadı.

Benim için seninle geçirdiğim en zor vakitler okula götürme ve okuldan alma vakitleri. Sabahları evden çıkışımız ayrı bir hikaye zaten. Hep bizi oyalayan birşey oluyor. Ya sürekli birşeyler yemek istiyorsunuz, sen özellikle şu son zamanlarda üzerini değiştirmek istemiyorsun veya bir oyuna dalıyorsun ve oyunu bırakamıyorsun. Uzun bir ısrar çabasından sonra seni bir şekilde merdivenlerden aşağıya indiriyorum. İkinci aşama dışarı çıkınca arabaya bindirme aşaması. Dışarıda hemen kendine oynayacak birşeyler buluyorsun. Ya yerden yaprakları alıyorsun, veya bir değnek buluyorsun veya bir bakmışım dış kapının merdiveninin korkuluğuna çıkmışssın. İkinci bir bağrış çağrışla seni arabaya sokuyorum. Üçüncü aşama seni araba koltuğuna oturtup emniyet kemerini bağlama aşaması. Arabaya girer girmez benim koltuğum tarafına veya arka tarafa gidiyorsun. Seni oradan ya ikna ile (bu genelde bir yiyecek vaadi ile oluyor) ya da zorla koltuğuna oturtuyorum. Bu sefer emniyet kemerini kendin bağlamak için ısrar ediyorsun. Defalarca birbirine geçirmeye çalısıyorsun, olmuyor. Ben bekliyorum. Bazen bir şekilde sana farkettirmeden gizlice yardım ediyorum böylelikle daha çabuk halletmiş oluyoruz. Kendi koltuğuma oturunca derin bir oh çekiyorum ama daha bitmedi. Okula gelince sınıfına gidesiye kadar yolda oyalanmadığımız yer kalmıyor. Bir süre okulun bahçesinde, bir süre koridorda. Bazen duvardaki maymunlara "high five" vermek istiyorsun bazen tek tek sınıfların penceresinden içeri girmek istiyorsun ve ben sınıfından içeri  girebildiysek çok seviniyorum. Çünkü ondan sonrası rahat. Önce elini yıkıyoruz ve sen hemen bana el sallıyorsun. Akşam da bütün bunları tersten yapıyoruz. Seni eve sokasıya kadar akla karayı seçiyorum diyebilirim. Bir yanda senin yeni şeyleri keşfetmeye ve olmadık günlük rutinler (okulun bahçesinin en köşesinden taşları alıp başka bir köşesine atmak gibi) oluşturmaya karşı isteğin diğer tarafta benim zamana karşı yarışım. Bir şekilde dengeliyoruz.

Siz yanımda yokken zaman zaman kendi kendime gülümsüyorum; çünkü siz aklıma geliyorsunuz. Senin kafanı sallayarak evet diyişin bir an gözümün önünden geçiyor veya bumu bumu diye bana giymek istediğin kıyafetleri göstermen... Günümün bütün sıkıcılığını götürüyor.  Bir anda içim aydınlanıyor. Öyle zamanlarda Allah'a çok şükrediyorum. İyi ki varsınız diye.

Canım oğlum iyi ki doğdun, iyi ki varsın...


Hayır Nasıl Evet Olur?

Bilge 2 yaşını bu Cumartesi doldurdu. Daha önceden karar verdiğimiz gibi artık anne sütüne son vermemiz gerekiyor. Bilge'nin tüm ısrarlarına rağmen sabah büyük bir kararlılıkla hayır demeyi başarabildim. Kahvaltı sonrası koltuğa oturdum ve televizyon bakıyordum. Sonra bir baktım elimde telefon ben internette geziyorum ve Bilge meme emiyor. Bilge ne zaman yanıma geldi, ne ara başladı farkında bile değilim. Bu durumu farkeder etmez Bilge'yi kenara çektim. Bir 5 dakika kadar sonra baktım Bilge koltuğun kenarına koyduğum telefonumu benim elime veriyor. Ben telefonu elime aldım tam interneti açıyordum ki baktım Bilge gizliden gizliye bana yaklaşıyor. İşte o an farkettim. Bilge beni çözmüştü bile. Elime telefonumu vermesi yeterliydi. Telefon sanki uyuşturucu gibi birşeydi ve bu Bilge için istediğini elde etmesinin en kolay yoluydu. Şu çocuklar bizi bizden iyi tanıyorlar. Sızabilecekleri delikleri, gevşetebilecekleri kuralları ve hayırları evete döndürmenin yolunu bir şekilde buluyorlar.

5 Kasım 2013 Salı

Çocuklarımın Renkleri

Ders çalışmak istemediğim ve dizi izlemekten sıkıldığım bir vakit Meryem'in boya kalemlerini ve resim defterini elime aldım. Tam olarak resim yapmak istemiyordum ama duygularımı kağıt üzerine yansıtmak istiyordum. Bir boya paleti yapmaya karar verdim.

Önce kırmızıyı elime aldım. Çünkü Meryem benim için kırmızı idi. Hep çok duygusaldı ve duyguları kırmızı kadar şiddtli idi. Sonra biraz da mor. Çünkü içerisinde hep bir gizem vardı. Bir de pembe. Kurduğu pembe hayaller için... ve tabii ki pembeyi çok sevdiği için. Onun için bir elma ağacı çizdim. Üzerinde bol meyve olan bir ağaç. Çünkü Meryem bir şeyler üretmeliydi. Bir şekilde birilerine yardımcı olmalıydı. Ama kesinlikle kök salmalıydı. Bulunduğu yerde kendisini sağlam hissetmeliydi.  İşte ancak o zaman benim kızım çiçek açıp meyveye durabilirdi.

Bilge ise sarıydı. Apaydınlık gülümsemesi ile bir anda içimizi ısıttığı için. Ve gökyüzü gibi herkesi kucakladığı ve su gibi her ortama uyum sağladığı için. Bir de yeşil. Dingin ve kararlı olduğu için.  Onun ağacı yukarılara uzanıyordu. Bir selvi gibi. Meraklıydı, pes etmiyordu. Ufak sarsıntılar onu devirmiyordu.

Sonra anladım ki çocuklarımın hayatı o kadar çok içimde idi ki kendi duygularıma yöneldiğimi sandığım bir anda kendimi onların duygularında gezinir bulmuştum.

Bütün Kızlar Toplandık!

Bu hafta Pazar okulundan sonra Meryem, Beyza ve Ela bir arada vakit geçirdiler. Önce zıplama yerine gittiler. İpe bağlı olarak trambolin üzerinde zıpladılar. Meryem bu konuda epey bir tecrübeliydi. Artık takla atmaya başlamıştı. Ela ve Beyza'nın ise ilk denemesiydi ve Ela epey bir tereddüt içerisindeydi.

Trambolin sonrası çarpışan arabalara gittiler. Burası en çok eğlendikleri kısımdı. Birbirlerine çarptıkça yüzlerini kocaman bir gülümseme kaplıyordu. Zaten arabalarından indikten sonra birbirlerine bir sarılışları vardı ki bir arada bulunmaktan ne kadar keyif aldıklarının bir kanıtı gibiydi.



En son trene bindiler. Trene yalnız bindikleri için tren giderken ayağa kalkmamaları güvenlikleri açısından önemliydi. Bir de kapıya yaslanmamaları. Bu iki konuda dikkatli olmaları gerektiğini söyledik. Ela en büyük olduğu için kendisi kontrol sahibi olmak istiyordu. Meryem de bu konuda sorumluk almak istiyordu. "anne ben de büyüğüm ya ben de kontrol edebilirim" dedi. Sonuçta hepsi birbirinden sorumlu olacaktı. Bizim de istediğimiz bu değil miydi zaten.



Tren sonrasında hem acıkmışlar hem de yorulmuşlardı. Kızlar birbirlerine veda ettiler ve biz  evimizin yolunu tuttuk.

Saç Traşı

Bu hafta sonu bizim aile için saç kesim zamanıydı. Önce Bilge'yi götürdüm ve saçlarını epey bir kısalttık. Kuaför kız Bilge'nin saçlarını keserken Bilge çok uslu durdu. Sessiz sessiz kesimin bitmesini bekledi. Bu Bilge'nin ikinci saç kesimiydi. İlk kesiminden tecrübeliydi. İlkinde kesen kız biraz eğri kesmisti. Bu sefer başka bir kız kesti ve gayet düzgündü.

Bu aşağıdaki resim ilk saç kesiminden. Yani bundan 5-6 ay öncesi bir zamana ait. O zaman Meryem ve Bilge'yi bir arada götürmüştüm. Önce Bilge'nin saçlarını sonra Meryem'inkini kestirmiştik.





Bu sefer ikisini ayrı ayrı götürdüm. Böylelikle birisinin saçı kesilirken diğerinin peşinden koşmak durumunda kalmayacaktım. Ancak beklediğimin aksine Bilge gayet sakindi. Bizden önce dört-beş kişi vardı ve Bilge sırasının gelmesini sabırla bekledi. Sandalyede oturduk, ben dergileri karıştırırken o da eline bir dergi aldı ve bir süre dergilere baktı. Sonra insanlara laf atmaya başladı. En son lolipopları farketti ve bir tane istedi. Bir tane eline alınca yerine oturdu ve güzelce lolipopunu yedi.

Bilge yeni saçları ile sanki başka biri olmuştu. Saçları yaramaz tavırlarını sanki destekler biçimde idi.


Ya da bana öyle geliyordu. Ancak öğretmenleri ile bir konuda hem fikirdik. Artık kesinlikle bir erkek çocuğu gibi görünüyordu.


Bilge'nin saç kesiminden birkaç saat sonra Meryem'i aynı yere götürdüm. Tesadüf Bilge'nin saçını kesen kız denk geldi. Önce Meryem'in sonra benim saçlarını kesti. Meryem kuaföre gitmeden daha saçını ne kadar kestirmemiz konusunda benimle Pazarlık yapıyordu. Çok kısa istemiyordu. Ben ise eğer kısa kestirirse saçlarının daha canlı olacağı ve daha çabuk uzayacağı konusunda onu ikna etmeye çalışıyordum. Aslında bir gizli amacımız da onun saçlarını yolmasına engel olmaktı.

Sonuç gayet başarılı idi. Ağzı, burnu kücücük olan kızıma yeni saçları çok yakışmıştı.


31 Ekim 2013 Perşembe

Cadılar Bayramı

Bu sene buradaki kültüre ayak uydurduk ve biz de cadılar bayramını kutladık. Emre kostümlerimizi çok önceden internet üzerinden sipariş vermişti. Emre sayesinde ilk defa son ana kalmadan bir özel güne hazırdık (bana kalsa son gün hala kostüm bakıyor olurdum).

Geçen hafta bize yakın kütüphanede cadılar bayramı kutlaması vardı. İlizyon gösterisi olacaktı. Okuldan gelir gelmez yemekleri yeyip hemen kütüphaneye gittik. Gösteri sırasında Meryem de Bilge de çok eğlendi.

 
 





Bilge o kadar kendini vermişti ki gösteriyi epey bir süre ayakta seyretti. 

İlizyonistin kim gönüllü olmak ister diye sorduğu ilk iki seferde Meryem parmağını kaldırmadı. Üçüncü kez yani ne olup bittiğini tam anladıktan sonra artık gönüllü olabilirdi. Tabii ki bütün çocuklara sıra gelmesinin imkanı yoktu ve dolayısıyla Meryem gösterilerin birinde yardımcı olabilmek için sahneye çıkamadı. Benim kulağıma yavaşça "anne, bana sıra gelmiyor" dedi. Çocuklarımın sabrını çok seviyorum! Ona güzelce vakit kısıtlı olduğu için herkese sıra gelemeyeceğini söyledim.

Gösteri sonrası ilizyonist çocuklara hayvan şeklinde balonlar yapıp hediye edeceğini söyledi. Bilge balonlar ortaya çıktığı anda hangi renk balon istediğini bilyordu. Hemen "yellow" dedi.

Sıra onlara gelince balon yığınlarının içinden Bilge daha önce söylediği gibi sarı balonu, Meryem ise kırmızı balonu aldı. Meryem bir kedi istedi, Bilge'ye de kostümüne uygun olarak köpek oldu.


Gösteri sonrası bir süre daha kütüphanede vakit geçirdiler, sonra eve geldik.


Bugün Cadılar Bayramı, daha doğrusu cadılar bayramının resmi günü. Okuldan biraz erken eve geldik. Evde çocuklara Jen ve Miriam'ın cadılar bayramı için hazırladığı hediye paketlerini verdim.
Heyecanla açtılar. Çok özenle hazırlanmış paketlerdi. Çantaların birisi Meryem'in seveceği gibi parlak pembe/mor renk diğeri Bilge'nin seveceği gibi hayvan resimleri ile süslüydü. İçlerinde kitaplar, lolipoplar, şekerli sakızlar, şekerlemeler ve bir de elma vardı. 







Bir süre hediyelerini inceledikten sonra yemek için masaya oturduk. Yemeklerimizi yer yemez kostümlerimizi giydik ve Asiye'lerin mahallesine gittik. Bizim burası apartmanlardan oluşan bir mahalle olduğu için burada evleri gezmenin bir anlamı olmayacaktı. Müstakil evleri olanlar evlerinin önünü süslüyor ve hemen hemen bütün mahalle bu organizasyonu sahipleniyor.

Bir vampir, bir palyaço ve bir köpek olarak cadılar bayramını kutlamak için yollardaydık.




Diğer birkaç Türk aile de çocuklarını getirmişti ve bir takım oluşturdular. Annelerden giyinen bir tek bendim. Daha doğrusu Türk aileler arasında.


Evde hep beraber poz verdikten sonra şeker toplamak üzere dışarı çıktık.


Meryem çok heyecanlıydı. Kovasını şeker, çikolata ile doldurmak istiyordu.

Daha birkaç ev gezmişlerdi ki Meryem ağlamaklı yanıma geldi "anne benim çok az oldu" diyerek. Sebebini anlamıştım. Uzaktan onu izlediğim kadarı ile Nesibe ile topladıkları şekerleri karşılaştırmışlardı ve Meryem onda daha çok olduğunu görünce morali bozulmuştu. "Kızım daha yeni başladık, bir sürü olacak" dedim. 

Çocuklar önden gidiyorlardı ve ben arkadan Bilge'yi bekliyordum. Bilge yavaş yürüyor, yolda gördüğü balkabakları, ışıklar, çalılar ile oynaya oynaya gidiyordu. Her evden bir tane şeker alıyor sonra eğer sevdiği bir şekerse bana açtırıyor ve yavaş yavaş şekerini. veya çikolatasını yiyerek gidiyordu. Bu arada bu mahalle zengin bir mahalle olduğu için sunulanlar genelde hep kaliteli çikolatalardı. Kitkatlar, M&M ler, Hershey çikolatalar...

Bir ev süsleme konusunu epey bir abartmış. Sanırsınız o evde çocukları öldüren bir seri katil yaşıyor. Sanki gerçekmiş gibi görünen heykel çocuk kafalarını evinin bahçesine sıralamış. Arka tarafta kocaman siyah bir kedi ve bir sürü mezar. Evden gelen korkunç sesler bu görüntüyü tamamlıyordu.

Bilge daha ilk çocuk başı heykelinin olduğu yerde durdu. Bir süre heykele baktı, baktı. Sonra hiç bir şey demeden arkasını döndü ve yürümeye başladı. Ben yanıma çağırdım ama yanıma gelmedi. Oradan epey bir uzaklaştıktan sonra durdu ve beni bekledi. Tekrar o yola dönmek gibi bir niyeti yoktu biz de mecburen başka taraflara yöneldik.

Hava kararmaya başlamıştı artık. Mahallede görevli 5-6 büyük aynı desenli şemsiyelerini almışlar çocuklarının gezmesini kontrol ediyorlardı. Çoğu kişi zaten birbirini tanıyordu ve eminim bizim o mahalleden olmadığımızı biliyorlardı. 

Bilge şeker toplama işine epey bir alışmıştı. Evlere yaklaşınca benim geride beklememi istiyordu. Kendi gidip kapıyı çalacak ve şekeri alacaktı. Bana eli ile git işaretli yapıyor, aynı zamanda git-git diyordu. Ben onu görebileceğim bir mesafe bekliyordum. Tek sorun onu evden uzaklaştırmak oluyordu. O kadar çok dikkatini çeken şey oluyordu ki bir beş dakika evin bahçesinde oyalanıyorduk. En son bir evin önündeki su bataklığında ayaklarını, kollarını bir güzel ıslattı. Artık eve dönme vakti gelmişti. Ancak bambaşka bir sokakta olduğumuzu farkettim. Hava karanlıktı ve o mahallede Asiyelerin evinin olduğu sokaktan ötesini bilmiyordum. Allah'tan cep telefonum vardı ve telefonumda Asiye'nin adresi vardı. Hemen telefonumun GPS'ini açtım ve kısa bir süre içerinde GPS'in tarifi ile Asiye'lerin evini bulduk. 

Meryem'ler de daha yeni geliyorlardı. Meryem'in kovası ağzına kadar çikolata ile dolmuştu. Tam da Meryem'in istediği gibi. Arabamıza bindik ve evimizin yolunu tuttuk.








Bir Bayram Daha Geçti

Bu sene bayram coşkusunu çocuklar bir kaç defa yaşama fırsatı buldular. İlk başta annelerle düzlenlediğimiz Pazar etkinliğimizde Kurban Bayramı temasını işledik. Çocuklar inekler, koyunları boyadılar, süslediler ve sonrasında oyunlar oynadılar.


Çuval yarışını çok sevdiler. Bir tur onlara yeterli gelmedi.


 Yarış sonrasında kendileri için saklanan şeker, çikolata paketlerini buldular.


Etkinlik sonrası hep beraber ev gezmeleri yaptık. Önce Beyza'lara gittik. Beyza'nın anne ve babası çocuklara hediyeler hazırlamıştı.


Sonra Ömer'lere. Orada bayram çikolatalarının yanında bayramlaşma hediyesi olarak 1 dolarlarını aldılar.


Daha sonra bizim eve geldik. Biz gelmeden Emre evi bayram için temizlemişti.



En son bayram ziyaretini Semra'lara yaptık. Ancak her el öpme sonrası hediye ve para almaya fazla alışan çocuklar burda da aynı şeyi bekliyorlardı. Meryem bana sesli bir şekilde "anne bize para vermeyecekler mi" diye sormasın mı! Tuba çocuklar için çok güzel bir masa hazırlamıştı ama çocuklar yine de bir şey bekliyorlardı.


Buradan da 1 dolar harçlıklarını aldılar. Son olarak birbirlerine iyi bayramlar dilediler ve evlerinin yolunu tuttular.

Bayram gününde bu sefer gayet kararlı olarak çocukları ucu ucuna bile olsa bayram namazına yetiştirebildim. Emre, namaz sırasında Bilge'nin onu güldürdüğünden şikayetçi idi. O yüzden Bilge'yi de Meryem'i de ben yanıma aldım. Çocuklar ilk defa toplu namaz kılınan bir ortamda bulunmanın şaşınlığını yaşıyorlardı. İkisi de yanımdan ayrılmadı. Bilge ben namazda iken elimi tutmak istedi ve ben o istediği zamanlar elini tuttum. Namaz sonrası bayram şekerlerini aldılar. Biz kadınlar tarafından çıkarken Meryem "anne, neden burada az erkek var?" diye sordu. Ben de erkeklerin diğer tarafta namaz kıldığını söyledim. Neyse ki çok sorgulamadı çünkü benim çok fazla verecek bir cevabım yoktu. Namaz sonrası çocukları okuluna bıraktık ve biz de işimize gittik.

O günün akşamı bayram programı vardı. Çocuklar için tam bir şenlik, bizim içinse mini bir ziyafetti. Kurban eti, pilav, salata (bu bayramda salatanın bir kısmını ben hazırladım) ve çeşir çeşit tatlılar. Yemeğimizi yedik, arkadaşlarımızla bayramlaştık.

Çocuklar çok eğlendi. Pamuk şeker, baloncu amca, hediyeler ve bir sürü çocuk. Daha ne ister ki bir çocuk.











Son olarak üniversitenin müslüman ülkelerden gelenler ile işbirliği içerisinde düzenlediği bayram kutlamasına katıldık. Suudi Arabistan, Somali, Malezya, Bangladeş, Türkiye ve şu an için hatırlayamadığım diğer ülkelerden insanlar vardı. Yer olarak üniversite yurt yemekhanelerinden birisi seçilmişti ve sonhabarda manzara çok güzeldi.


Meryem Türk öğrenci birliği başkanı ile sahneye çıkarak insanları biraz utangaç bir "merhaba" ile selamladı.



Çocuklar bayram kutlamalarına o kadar çok alışmışlar ve sevmişlerdi ki Meryem okuldan alınca "anne, bu akşam bir yere gidiyor muyuz?" diye sorar oldu.

Artık seneye, kim bilir nerede kızım...