11 Kasım 2013 Pazartesi

Canım Oğlum 2 Yaşında

Bu sene oğlumun doğum gününü zamanında kutlayacak enerjim yoktu. Bilge'nin doğum günü Cumartesi idi ve ben onun doğum günü yazısını daha yeni yazıyorum.  Bugün tez önerimin savunması vardı ve ancak kendime gelebildim.

Benim canım oğlum, sımsıcak gülümsemem, kıpır kıpırım,
8 Kasım 2011 gecesi 11 gibi banyomu yaptıktan sonra yavaş yavaş artan sıklıklarla gelen sancılarımın geçmesini bir süre tek başıma bekledim. Gece 1 gibi artık dayanılmaz bir hal alınca babanı kaldırdım. Baban benden telaşlı idi. Eli ayağına dolaşmış ne yapacağını bilemez bir durumda idi. Onu uyandırınca bana emin misin diye sorduğu an ona elime gelen en sert şeyi atmak istediğimi itiraf etmeliyim. Hastaneye varmamız ile senin doğman bir oldu diyebilirim.  Doğduğunda miniciktin. Sana baktım ve nasıl büyüyeceğini görmeye çalıştım. Tabii ki şu anki görünüşünü hayal bile etmem mümkün değildi. Ve tabii karakterini. Bunların hepsi değişecek, umarım gelişecek ama bu büyüme sürecinde her aşamayı birlikte yaşamak sahip olduğum en değerli şeylerden birisi diyebilirim.

Canım oğlum şimdi sana biraz iki yaşındaki senden bahsedeceğim.  Fiziksel olarak fazlasıyla aktif bir çocuksun. Bir yerlerden atlamak, zıplamak, koşmak, tırmanmak gününün büyük bir çoğunluğunu oluşturuyor diyebilirim. Ancak yapacağın aktivite öncelikle sana göre sana uygun olmalı. Mesela hala kaydıraktan kayarken tereddüt ediyorsun veya çok uzun veya her tarafı kapalı kaydıraklardan kaymıyorsun. Biz ısrar etsek bile seni ikna edemiyoruz. Demirlere tutunup takla atmak da tereddüt ettiğin aktiviteler arasında. Bu konuda Meryem'in daha cesur olduğunu söylemem gerek. Buna karşılık arabadan inerken elini tutmamı istemiyorsun. Kendi başına merdivenlerden inip çıkmak istiyorsun.

Yemek yemek senin için çok büyük bir keyif. Seni yemek yerken seyrederken benim de iştahım açılıyor. Kaşık ve çatalı yarım yamalak ta olsa kullanıyorsun ama ellerinle yemek senin için ayrı bir keyif. Özellikle çok açsan bir bakmışız tabağındaki yemeği avuç avuç ağzına götürüyorsun. Öyle pek bir yemek ayırt etmiyorsun, senin için önemli olan damak tadına uyması. Sebzeleri de yerine göre aynı iştahla yiyebiliyorsun. Domates, marul, salataya doğranmış kuru soğan, biber severek yediğin sebzeler arasında. Geçen gün kahvaltı sofrasına koyduğum avakadonun yarısını ben sofrayı hazırlamayı bitirmeden sen yemiştin bile. Bunda sanırım bir önceki akşamın yemeğini pek sevmemen de etkili olmuştu. Meyvelerden elmayı çok seviyorsun. Bu aralar portakal ile muzu da çok yiyorsun.
Şu son bir kaç ayda kelimelerin çok arttı. Artık Türkçe'de üç kelimeyi bir araya getirerek cümleler kurabiliyorsun. İsteklerini dile getrimekte kullandığın bazı kelimeler var. Sevmediğin birşey olduğunda "istemiyorum", seni tutmamızı istemediğinde "bırak", istediğin bir şeyi gösterdiğimizde veya bir soru sorduğumuzda yanıtın olumlu ise "evet" oluyor. Bütün bu kelimelere eşlik eden bir de vücut dilin var ki o kendi aksanın ile söylediğin kelimeleri daha bir sevimli kılıyor. Mesela benim favorilerimden birisi "evet" derken kafanı abartılmış bir şekilde aşağı yukarı sallayıp yüzüne kendinden emin bir bakışın yayılması. Bir de tercihlerini belirten "bu mu" demen. Sanırım biz sana hep bu mu, bu mu diye sorduğumuzdan sen istediğin birşey olduğunda "bu" demek yerine "bu mu" diyorsun. Hayırların hep ingilizce, kuvvetli ve zaman zaman gürültülü bir "no" şeklinde. Meryem veya baban ortalarda yoksa bana baba nerede, Meryem nerede diye sormak yerine kendi açıklamalarını getiriyorsun. Bu açıklamalar genelde "Baba uyyor, Meryem uyyor" veya "baba odada" oluyor. Aslında bir sürü de İngilizce kelimen var. Bugun kar yağıyordu ve Meryem dışarıyı gösterince hemen "snow" dedin. Kar kelimesinin ingilizcesi kelime hazinende yer almıştı bile.

Etrafındaki insanlar senin için önemli. Sınıfındaki birçok arkadaşının adını biliyor ve hatta onlara isimleri ile hitap ediyorsun. Hem ben hem de diğer çocukların anne babaları onların çocuklarına isimleri ile bay-bay demene şaşırıyor ve seviniyorlar. Artık yavaş yavaş paralel oyundan bir arada oyuna geçiyorsun. Hatta öğretmenlerin geçen gün sürekli oynadığın bir arkadaşın olduğundan bahsetmişti. Meryem'in eski sınıfından Diego senin yaşıtın olmamasına rağmen onunla birlikte çok eğleniyorsunuz. Diego eğer seni görürse hemen yanına gelip sarılıyor ve tabii ki sen de ona. Bundan bir ay kadar önce kreşe geldiğimiz bir sabah  yanımıza kırmızı kamyonet tarzı bir araba durdu. Sen hemen "Autumn" diye bağırdın. Kamyonetin içindeki bebek sınıfının öğretmeni "Autumn"du. Kamyonetin içinden öğretmeni tanımana mı şaşırmalıyım kendi sınıfının öğretmeni olmayan bir öğretmeni ismi ile biliyor olmana mı karar veremedim. Bu arada Autumn çok güzel ve genç bir öğretmen. Yani benim de öyle bir öğretmenim olsaydı sanırım hemen hatırlardım. Miss Ortega var bir de. Siyahi bir bayan. Sen bu kreşe başladığından bu yana seni tanıyor ve sanki onunla aranızda çok özel bir bağ var. Miss Ortega okuldan izinli olduğu dönemlerde bile seni görmek için geldiğini anlatmıştı.

Şu aralar kitapları kendi başına karıştırmayı seviyorsun. Tek tek sayfalarını açıp resimlerini inceliyorsun. Büyük parçalı legolar, tren ve arabalarla oynamayı seviyorsun. Ve hayvanlar, özellikle atlar. Geçtiğimiz gecelerin birinde yatağına yatmadan eline küçük atını aldın ve yatağının içinde, karanlıkta yarım saat kadar o at ile oynadın. Okulda öğretmenin de oyuncak hayvanlar ile oynamayı ne kadar çok sevdiğini söyledi. "The last lions" belgeseli Meryem ve senin izlemekten çok keyif aldığınız bir belgesel. Bazen elime kumandayı verip "korkunç" diyerek bu aslan belgeselini açmamı istiyorsun.

Televizyon seyretmeyi çok seviyorsun ama tabii bunu sınırlamaya çalışıyoruz. Bir favori listen var. Dora senin için bir numara. Dora'yı Caillou ve hayvan belgeselleri takip ediyor. Fimler için tek adresimiz televizyon değil. Benim telefonumda da Dora var ve ben telefonuma kilit koymadan önce telefonumdan Dora'yı kendi başına açabilmeyi öğrenmiştin bile. Geçen gün seni koltuğun arkasında gizlice telefonumu karıştırırken yakaladık. Neyin yasak olduğunu biliyor ve sınırlarını zoramaya çalışıyordun sanırım.

Dışarı çıktığımızda eline değnek alıp o değneyi sürüyerek yürümeyi seviyorsun. Bir de yerden topladığın yaprak, çöp nevinden şeyleri göle atmayı. Şu aralar bizimle karşılık top oynamak da sevdiğin aktiviteler arasında. Sen bana atıyorsun ,ve ben senin attığın topu yakalayınca çok mutlu oluyorsun ve biraz da kendinle gurur duyuyorsun. Sonra ben sana atıyorum, bazen yakalıyor bazen kaçırıyorsun ama kaçırdığın zamanlarda bile kaçan topun peşinden koşmak senin içn ayrı bir keyif. Bisiklet sürerken daha tam pedalları çeviremiyorsun. O açıdan ne kadar bisiklete bineceğim diye ısrar etsen de bize kısa kesiyoruz. Diğer türlü sürekli seni ittirmemiz gerekecek. Karşı bloklarda Tom amcamız var ve eğer onu görürsen hemen "Hi Tom" diye sesleniyorsun. Bazen okuldan geldiğimizde onun apartmanının olduğu tarafa bakarak o olmasa dahi ona sesleniyorsun. Sanırım onu görmek istediğini anlatmak istiyorsun.

Bu seneki Türkiye gezimizde hayvanlarla iletişiminde bir şey farkettim. Boyuna göre hayvanları kendine hedef olarak seçiyordun. Kediler, ördekler senin başedebileceğin büyüklükte hayvanlar olduğu için onların peşini bırakmadın. Öte yandan danalar epey bir büyük olduğu için olsa gerek yanına bile yaklaşmaya cesaret edemedin. Türkiye'de kaldığımız iki hafta boyunca ve ben zamanla alışır dediğim halde danaların yanına yaklaşmayı denemedin bile. Babam ve İbrahim birkaç sefer seni oraya götürmeyi denedilerse senin tepkin karşısında pes ettiler. En son gelmemize yakın danaların ahırının yanındaki sandalyeye benimle oturup onları seyretme cesareti kazanmıştın. Bunun tam tersi kedi ve ördekler senden kaçmaktan yorulmuşlardı artık. Kediyi yakalayınca sıkıyor, kuyruğunu çekiyor olmana rağmen zavallı kedicik sana hiçbir şey yapmadı.

Benim için seninle geçirdiğim en zor vakitler okula götürme ve okuldan alma vakitleri. Sabahları evden çıkışımız ayrı bir hikaye zaten. Hep bizi oyalayan birşey oluyor. Ya sürekli birşeyler yemek istiyorsunuz, sen özellikle şu son zamanlarda üzerini değiştirmek istemiyorsun veya bir oyuna dalıyorsun ve oyunu bırakamıyorsun. Uzun bir ısrar çabasından sonra seni bir şekilde merdivenlerden aşağıya indiriyorum. İkinci aşama dışarı çıkınca arabaya bindirme aşaması. Dışarıda hemen kendine oynayacak birşeyler buluyorsun. Ya yerden yaprakları alıyorsun, veya bir değnek buluyorsun veya bir bakmışım dış kapının merdiveninin korkuluğuna çıkmışssın. İkinci bir bağrış çağrışla seni arabaya sokuyorum. Üçüncü aşama seni araba koltuğuna oturtup emniyet kemerini bağlama aşaması. Arabaya girer girmez benim koltuğum tarafına veya arka tarafa gidiyorsun. Seni oradan ya ikna ile (bu genelde bir yiyecek vaadi ile oluyor) ya da zorla koltuğuna oturtuyorum. Bu sefer emniyet kemerini kendin bağlamak için ısrar ediyorsun. Defalarca birbirine geçirmeye çalısıyorsun, olmuyor. Ben bekliyorum. Bazen bir şekilde sana farkettirmeden gizlice yardım ediyorum böylelikle daha çabuk halletmiş oluyoruz. Kendi koltuğuma oturunca derin bir oh çekiyorum ama daha bitmedi. Okula gelince sınıfına gidesiye kadar yolda oyalanmadığımız yer kalmıyor. Bir süre okulun bahçesinde, bir süre koridorda. Bazen duvardaki maymunlara "high five" vermek istiyorsun bazen tek tek sınıfların penceresinden içeri girmek istiyorsun ve ben sınıfından içeri  girebildiysek çok seviniyorum. Çünkü ondan sonrası rahat. Önce elini yıkıyoruz ve sen hemen bana el sallıyorsun. Akşam da bütün bunları tersten yapıyoruz. Seni eve sokasıya kadar akla karayı seçiyorum diyebilirim. Bir yanda senin yeni şeyleri keşfetmeye ve olmadık günlük rutinler (okulun bahçesinin en köşesinden taşları alıp başka bir köşesine atmak gibi) oluşturmaya karşı isteğin diğer tarafta benim zamana karşı yarışım. Bir şekilde dengeliyoruz.

Siz yanımda yokken zaman zaman kendi kendime gülümsüyorum; çünkü siz aklıma geliyorsunuz. Senin kafanı sallayarak evet diyişin bir an gözümün önünden geçiyor veya bumu bumu diye bana giymek istediğin kıyafetleri göstermen... Günümün bütün sıkıcılığını götürüyor.  Bir anda içim aydınlanıyor. Öyle zamanlarda Allah'a çok şükrediyorum. İyi ki varsınız diye.

Canım oğlum iyi ki doğdun, iyi ki varsın...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder