29 Ocak 2013 Salı

Renkli Dünyalarımız Olsun




İçbükey olarak birbirine iliştirilmiş minik çubukların bir ucundan tutunca rengarenk bir dünyaya dönüştüğü oyuncağa hem Meryem hem Bilge bayılıyorlar.








 Bu rengarenk dünyanın içerisine girip bize gülücükler dağıtmak ilk yaptıkları şey.


Gruffalo ile Tanışma




Gruffalo minik bir farenin kendisini ormandaki diğer havyanlardan korumak için uydurduğu sonradan gerçeğe dönüşen hayali kahraman. Bu aynı zamanda geçtiğimiz Pazar günü Meryem ile gittiğimiz oyunun adı. Tecrübesizliğin verdiği cesaret ile kendisini büyük tehlikelere atan minik farenin cüssesinin aksine bütün o tehlikelerden kendisini nasıl aklını kullaranak kullandığını izledik. Çok eğlenceli bir gösteriydi. Meryem en çok minik farenin önderliğinde salondaki bütün seyircilerin hep beraber canavar taklidi yaparak tilkiyi, yılanı ve baykuşu korkuttukları sahneyi sevdi. Tabii bir de gerçeğe dönüşen hayali kahraman Gruffalo ile tanışma anını.

Gruffalo bir çocuğun aklına gelebilecek bütün korkutucu özellikleri bir arada bulunduran bir canavar. Farenin ilk Gruffalo ile karşılaşmasında Meryem "onu şimdi kim kurtaracak?" diye sordu bana. Ben de bakalım görelim birisi kurtarmaya gelecek mi dedim. Hikayede gördük ki her zor durumda kaldığımızda bizi kurtaracak birisi olamayabilir. Bizi kurtarabilecek sadece kendimizdir çoğu zaman.


Umarım benim minik kızım zorlukları eğlenceli bir oyuna dönüştürebilecek zenginliği ve karşısına çıkan Gruffalo'lara karşı tek başına savaşabilecek gücü her zaman kendisinde bulabilir.

23 Ocak 2013 Çarşamba

Bilge Yeni Sınıfına Giderken

Geçtiğimiz haftalara göre biraz daha iyi olmasına rağmen Bilge hala yeni sınıfına alışamadı. Bıraktıktan yaklaşık 5 dakika sonra ağlamayı bırakıyor. Sınıfa ve sınıftaki arkadaşlarına biraz daha alışmış durumda. Yemeklerini genel olarak iyi yiyor. Öğretmenleri sınıf içerisinde artık daha neşeli olduğunu söylediler.
Sabahları ilk bırakma anımız çok zor oluyor. Sınıfın kapısına yaklaştığımızda onu oraya bırakacağımızı anlıyor ve hemen koşarak gidiyor. ama sınıfa değil çıkışa... Bir kaçışı var ki anlatamam. Tabii peşinden koşup yakalıyor ve sınıftaki öğetmenlerine teslim ediyorum.

Yeni Arkadaşlıklar Kurabilmek ve Eskilerini Koruyabilmek

Bu blogda arkadaşlıkla ilgili ikinci yazım olacak. Çocuklar büyüdükçe belki daha niceleri eklenecek. Çocuklar için arkadaşın tanımı büyükler için olduğundan daha farklı. Daha yalın, daha teklifsiz. Meryem herhangi bir oyun alanında birisi ile birlikte oynamak istiyorsa önce o arkadaşının yaptığı aktiviteleri tekrarlıyor. Sonra bir şekilde onun yaptığı aktiviteleri diğer çocuğun tekrar etmesini istiyor. Genelde bütün bunlar konuşmadan gözlerle ifade ediliyor. Sonra konuşmaya ve bir arada oynamaya başlıyorlar. Ancak Meryem büyüdükçe bu doğaçlama arkadaş edinme sürecinin Meryem'de daha çekinken ve içe dönük bir karaktere dönüştüğünü gözlemlemeye başladım. Oyun alanlarında diğer çocuklara çok fazla karışmak istemiyor ve diğer çocukların onunla oynama isteğine  itici bir şekilde karşılık veriyor. İstemediğini belli eden bir "ıııı" veya kelimelerle "I am not your friend" türünden karşı tarafındakini kırıcı ifadeler kullanıyor. Aslında tek başına oynamayı sevdiği için değil de birisi ile nasıl oynayacağını tam olarak bilmediği için. Bir süre sonra Bilge'nin yanına geliyor ve onu rahatsız etmeye başlıyor. Biliyorum ki Bilge ile oynamak istiyor. Bilge'nin onun arkadaşı olmasını istiyor ama Bilge Meryem'in istediği gibi oynamak için daha çok küçük. Sonuç olarak bulunduğu yerden çabuk sıkılıyor ve gitmek istiyor.

Emre ile bu durumu konuştuğumuzda kendi çocukluğumuza dönüyoruz. Biz de öyle çok girişken çabuk arkadaşlıklar kurabilen, bir anda ortamda popüler olan tipler olmadık hiç bir zaman. Benim çocukluğum arkadaşlık olarak zor dönemler yaşadığım anılarımla dolu. Sonuçta sahip olduğumuz bir karakter var. Ancak eğitimci bir açıdan baktığımızda herşeyin değiştirilip, geliştirilebileceğine inanmasaydık eğitimci olmazdık. Bu konuda Meryem'e ve sonraki senelerde Bilge'ye nasıl yardımcı olabiliriz derdindeyiz şu anda.

Bu sabah Meryem'i sınıfına bıraktığımda çok tatlı bir kız çocuğu (sanırım Alexandra) koşarak sevinçle Meryem'in yanına geldi. Hemen Meryem'e "Hi, good morning" dedi. Meryem ise onun yüzüne bile bakmadı. Benimle vedalaşmanın telaşındaydı. Dışarıda anlık arkadaş kurmanın zorluğunu anlıyorum ama zaten elinde var olan arkadaşları ile olan arkadaşlık bağlarını kuvvetlendirmek için hiç gayret göstermemesi beni çok üzüyor ve biraz da kızdırıyor.

Dün akşam (bir çok önceki akşamda olduğu gibi) okul çıkışında kiminle oynadın sorusuna "tek başıma oynadım, benimle kimse oynamıyor" cevabını duymaktak yoruldum artık. Pazar günü uzun zamandır görmediği buradaki Türk arkadaşların çocukları ile buluşmaya giderken de aynıydı durum.
"Ne güzel arkadaşlarını göreceksim. Heyecanlı mısın?" soruma aldığım cevap "Onlar benimle oynamıyorlar, benim arkadaşım değiller" oldu. Meryem'in bu cevabi üzerine grup içerisinde nasıl olduğuna baktım. Gerçekten de diğer bütün çocuklar bir tarafta Meryem başka bir taraftaydı. Ancak bu diğer çocuklardan çok Meryem'den kaynaklanan bir durumdu. O ne diğer çocuklarla oynamak için bir çaba sarfediyor ne de onların ne yaptığı ile çok ilgileniyordu. Kendi dünyasında, kendi sevdiği oyuncaklarla kendi istediği şekilde oynuyordu. Bu kötü birşey mi, o an için değil. Ama ya sonrası için?

Dün akşam Meryem'in okulunun çıkışında Dongkwan'ı gördük. Meryem son birkaç haftadır sürekli onu  soruyordu. Onun yine evimize düzenli gelmesini istiyordu. O kadar Donkgwan, Dongkwan diyen Meryem onu görünce ona bakmadı bile. Ben neden onunla konuşmadın diye sorduğumda ona "Hi" dediğini ama Dongkwan'ın ona "Hi" demediğini söyledi. Sanırım hayal kırıklığına uğramıştı. Ona Donkgwan'ın hasta olduğunu ve bu sebeple keyifsiz olduğunu söyledim.

Yeni arkadaşlıklar kurmak Meryem için hiç kolay olmuyor. İstiyor ki tanıdığı, bildiği arkadaşları hep yanında olsun. Kays, Story, Isla ve Dongkwan bebeklikten beri bir arada olduğu sevdiği arkadaşları. Bu eski arkadaşlıklarının eskimemesi için üzerine yeni hatıralar koyması gerektiğinin ve yerine göre daha özverili olması gerektiğinin ise henüz farkında değil. Yeni arkadaşlarının eski ve değerli arkadaşları listesinde farkında olmadan yerini alacağının da...

22 Ocak 2013 Salı

Buz üzerinde Denge Çalışmaları **İstemek ve Elde Etmek

Bu Pazar Meryem ile birlikte ilk defa buz pateni pistine gittik. Benim için buz pateni hep büyülü birşeydi. Buz pateni yarışmalarını izleyip saatlerce kendimin de buz üzerinde dans ettiğinin hayalini kurardım küçükken. Salona girer girmez Meryem'i de aynı büyünün kapladığını farkettim. Çok heyecanlandı. Hemen piste inip pisttekiler gibi dans etmek istedi. Kendi patenlerimiz olmadığı için patenleri kiraladık.

Meryem neden buz üzerinde altına bıçak takılı ayakkabıları giydiğimize bir anlam verememişti ama o kadar heyecanlıydı ki bunu çok sorgulamadı. Biran önce piste inmek istiyordu. Ancak piste indiğimizde yeni yürümeyi öğrenen bebekler gibiydik. Hatta daha da kötü. Doğru düzgün ayakta durmakta zorlanıyorduk. Pistin etrafındaki duvarlara tutunarak yürümeye calıştık ama Meryem bu durumdan hiç memnun olmamıştı. Kendini çok güvensiz hissediyordu ve bu durumda herhangi yeni birsey denemek istemiyordu.
Pistin kenarına çıkmak istedi. Buz üstünde yürümenin verdiği güvensizlik duygusu yanında sanırım ayakkabıları da sıkıyordu. Patenlerini bir büyük numara ile değiştirdiğimizde en azından rahatsızlığının bir kısmı gitmişti. Pist çok dolu olduğu için denge sandalyeleri kalmamıştı ama biz büyük bir şans sonucu bir tane bulabilmiştik. Denge sandalyesi ile Meryem piste güvenli bir şekilde inebildi.

Ancak her düştüğünde eli buza değiyor ve elleri üşüyordu. Pist çok soğuk olmamasına rağmen eldivenleri getirmenin gerekliliğini böylece anlamış oldum.

Meryem bir süre denge sandalyesinde gittikten sonra bir baktım kendisi sandalyeyi bırakıp tek başına buzda gitmeyi deniyor. Bir, iki, üç  ve güm...Birkaç adımdan sonra düşünce güvenini tekrar kaybedip sandalyesine döndü.

 

Ben bu arada ne kadar sabırsız olduğumu farkettim. Meryem'in çabuk pes etmesi, hemen sıkılıp gitmek istemesi, çok da zevkli olmayan ama başarıya götürecek adım olan pratik yapmaktan kaçınması beni çok kızdırdı. Aslında bu onun sahip olduğu fırsatın değerini bilmemesine olan bir kızgınlıktı. Böyle bir imkan varken elinde neden uğraşmak için hiç çaba sarfetmiyor diyordum kendi kendime.

 









Belki de o gösterebileceği gayreti en üst düzeyde gösteriyordu. Sadece ben daha fazlasını istiyordum.







Ama sanırım şunu yavaş yavaş anlıyordu. Her zaman her istediğimizi anında elde edemeyiz. Uğrunda emek vermemiz gerekir, çaba harcamalı ve azmetmeliyiz. Yüzmek, jimnastik ve buz pateni sanırım şu an için bunun en güzel örnekleri. 2 saatin sonunda pistten tribünlere geçtik ve buz hokeyi maçının bir kısmını seyrettik.

Meryem buz hokeyini çok sevdi. Ben de böyle oynamak istiyorum dedim. "Eğer oynamak istiyorsan önce patenle kaymayı öğrenmelisin" dedim ona kinayeli bir şekilde.


Eve geldiğimizde tekerlekli patenleri evin içerisinde giyip bir süre denge alıştırmaları yaptı. Aslına bakacak olursak bu bile büyük bir gelişme.

Meryem'in buz üzerinde yürüyebilmeyi hemen öğrenmek istemesi gibi ben de sanırım çocuklarımın birşeyi hemen yapabilmelerini istiyorum. Aynı kuralın benim için de geçerli olduğunu unutuyorum. Emek vermeden, sabretmeden elde edilen ne var ki şu dünyada. Benim de çocuklarıma karşı azimli ve sabırlı olmayı öğrenmem gerek sanırım...

16 Ocak 2013 Çarşamba

Yeni Bir Okul Yeni Bir Sınıf

Bir aylık Türkiye tatilinden sonra Bilge yeni bir okulda yeni bir sınıfa başladı. Bilge'yi Meryem'in okulu Spartan Child Care'e aldık. Bir yaşını doldurduğu için bu sınıf bir iki yaş grubu sınıfı. Bir ay her an bizimle olmaya alışmış olmak, daha önce hiç tanımdadığı bır ortam bizim için bu geçiş süresini epey bir zorlaştırdı. Geçen hafta sınıf içerisinde durup durup ağlayanö bulduğu herhangi bşr büyüğün bacağına sarılarak bırakıp istemeyen, sınıfa gelen velilerin elini tutup onlarla dışarı çıkmaya çalışan bir Bilge dinledim öğretmenlerinden hep.
Sınıfın ana öğretmeni asıl olarak Portekizliç Görmüş, geçirmiş bir bayan olduğu her halinden belli. Diğeri Hindistan asıllı sanırım. Ona çok alışamadım daha. Bir de yardımcı öğretmenler var. MSU'dan staj için gelenler. Dün Bilge ilk defa sınıfta kendi başına oynamış. Az da olsa etrafa biizm hep alışık olduğumuz o çok meşhur gülücüklerinden saçmış. Umarım çabuk alışırsın oğlum. Biliyorum ki sen bizim yanı başımızda huzurlu ve mutlusun... umarım çabuk alışırsın...

İzin vermek ya da vermemek

Meryem izin almanın ve aldığı (ya da alamadığı) iznin sınırlarını zorlamanın yollarını azimle araştırıyor. Bu kapsamda ipad, şeker veya televizyon konu olarak ilk üçü oluşturuyor.

Meryem: Anne ipadle oynayiyim mi?
Ben: Hayır, şimdi olmaz.
Meryem:Anne ipadle oynayiyim mi?
Ben: Hayır dedim ya kızım.
Meryem: Tamam annecim.... Anne ipadle oynayiyim mi?
Ben: Meryem... Hem görüyorsun benim işim var ipadde
Meryem: Tamam, sen işini bitir. iki tane sonra ben aliyim mi?
Ben: Bakarız. [pes etme emareleri]
Meryem: ama iki tane bitti [o ne demekse] şimdi ben aliyim mi
Ben: Tamam ama bekle daha işim bitmedi.
Meryem: Tamammm.
Meryem: Anne ipadle oynayiyim mi?
Ben: Hayır Meryem, oynayamazsın hem lütfen başımda ısrar edip durma.
Meryem: ama sen yarın [biraz önceyi kastediyor] dedinki ben iki tane yapıyım verecem dedin.
Ben: Tamam Meryem alabilirsin.


Bu isteme daha çok ben birisi ile konuşurken oluyor. Önce hayır diyorum sonra o kadar çok konuşmamı bölüyor ki "tamam Meryem alabilirsin" diyorum.

Şekere gelince onun da yolunu yöntemini bir şekilde buluyor. Geçen gün ben almasına izim vermemiştim. Bir baktım Meryemden ses seda kesildi. Sonra baktık bu bizimki almış şeker kutusunu, gofreti yanına, geçmiş koltuğun arkasına. Orada önce gofretleri bir güzel bitirmiş sonra da lolipoplardan birisini açmaya çalışıyordu.

Televizyon konusunda da epey ısrarcıyız. Kendisine göre programların bir sıralaması var. Bizim izin verme olasılığımızı arttıracak şekilde soruyor.

Meryem: Anne kedi seyredebilir miyim [Tom and Jerry]
Ben: ııı
Meryem: O zaman Dora
Ben: ııı
Meryem: O zaman Shrek
Ben: ııı
Meryem: O zaman Kayu
Ben: ııı
Meryem: O zaman han' geçen seyrettiğin film vardı ya, onu...
Ben: ???

15 Ocak 2013 Salı

Pittsburg'da Yaşama Planları

Meryem oyun oynarken hayali farklı dünyalara dalıyor. Odasındaki üç katlı ranzavari oyuncak dolabının en üst katında iken bunlardan birisni benimle paylaştı.
Anne burası benim evim. Ben İsburg'da yaşıyorum [Pittsburg demek istiyor]. Ben kötü oldum [karlar kralicesinde Kay icine kotuluk aynasinin bir parcasi dustugu icin terk etmisti], uçağa bindim [Uzaktaki yerlere ucakla gidilir] ve buraya geldim. Burada tek başıma yaşıyorum. Burada ayrica penguenler var [Bu Pitsburgh'da yasayan arkadasim Miray'in Meryem'e oraya geldigi geldigi zaman giormeyi vaat ettigi sey).

Cocuklar nasil hayatin akisinda yasadiklari olaylarin minik minik parcalarini alip birlestirip yepyeni bir hikaye yaratabiliyorlar...