30 Mayıs 2013 Perşembe

Ben Merkezcil Düşünme

Çocuk gelişimini okuduğumuz kitaplardan teorik olarak bildiğim bir konuydu ama şu an bu durumu çok daha iyi anlıyorum diyebilirim. Meryem şu an bu ben merkezcil düşünme aşamasında. Çocukların çevresinde olan olayları kendileri ile ilişkilendirerek açıklaması. Bu gerçekten doğruymuş.

Kamp gezimiz sırasında Meryem ile tuvalete gidiyoruz. Meryem tuvaletin olduğu minik kulubenin görüntüsünü beğendi. Bana neden oraya yapmışlar, niye bu şekilde yapmışlar gibi bir dizi niye'li soru sorduktan sonra kendi beklediği cevabı kendi verdi. "anne, ben seviyim diye mi böyle yapmışlar?". Şimdi buna ne denir ki? "Evet kızım, sen sev diye".

Çiçekler neden çok güzel kokuyor biliyor musunuz? Tabii ki Meryem sevsin diye. Dolunay gökyüzünde parıl parıl parıldıyor çünkü Meryem'in çok hoşuna gidiyor.

Bir de bu işin olumsuz tarafı var. Sadece güzel şeyleri değil hayatında olan olumsuz şeyleri de kendisi ile ilişkilendirerek açıklamaya çalışınca bu konuda dikkatli olmamız gerektiğini anladım. Emre bu Pazartesi  Şikago'ya gitti ve orada iki ay kalacak. Orada stajını yapıyor. Meryem ile Emre'nin neden bir süreliğine Şikago'da olacağını defalarca konuştuk. Ben merkezcil düşünce ne kadar kuvvetli ki bu işi kendisi ile ilişkilendirerek anlamaya çalıştığını bana sorduğu sorudan anladım. "Anne baba neden Şikago'ya gitti. Bizden sıkıldı mı?". Olur mu canım kızım, babanız sizi çok seviyor ve sizi çok özleyecek ama işi için orada olması gerekiyor.

Yıldırım Korkusu

Baharla birlikte yıldırım sezonumuz da açılmış oldu. Son bir hafta da hemen hemen hergün yağmur ve yıldırım vardı. Meryem yıldırımdan çok korkuyor. Hatta bunu bir takıntı haline dönüştürdü diyebilirim. Gözü her an bulutlarda. "anne, bak bulutlar siyaha dönüyor", "bulutlar hareket ediyor", "hava çok bulutlu". O kadar çok bulutların hareketini takip ediyor ki yakında bulutlar konusunda uzman olacak. Ben bazen dayanamıyorum "kızım yeter artık, gökbilimci olacaksın diyorum". Bunlara ek olarak ardı arkası bitmeyen yağmur ve yıldırımın sebeplerini araştıran sorular. "Niye yağmur yağıyor?", "Neden gök gürültüsü oluyor?" ve niye, niye, niye. Artık bir yerden sonra açıklamalar tükeniyor ama onun "niye"leri tükenmiyor.

Arabada giderken sırf "thunderstorm" sözü geçiyor mu diye pür dikkat haber dinliyor ve eğer müzik dinliyorsam bana haber kanalını açtırıyor. Bir şekilde bu sözü duyarsa sabahın en erken vaktinde de olsa akşam için endişelenmeye başlıyor. Bana defalarca "Eğer thunderstorm olursa sen bizim yanımıza gelirsin değil mi" diye soruyor. Geçen gün odasının penceresinden sürekli gökyüzüne bakıyor. Yok bulutlar siyah oluyor, yok hareket ediyor diye defalarca söyledi durdu. Benim onlarla kalmamı istiyor. Artık benim sabrım tükenmek üzereydi. Ona kızgın bir şekilde boş boşuna endişelenmek yerine uyumasını söyledim. O gece tesadüf hiç olmadığı kadar çok gök gürültüsü oldu. Ben odaya yanlarına gidince bir de bana bilmiş bilmiş demesin mi "anne, ben sana söylemiştim" diye.

22 Mayıs 2013 Çarşamba

Çocuklara Dayatılan Kız ve Erkek Rolleri

Geçen gün kulak misafiri olduğum bir kız çocuğu ile bir büyük (erkek) arasında geçen kısa  konuşmadan bir kesit:
....
Adam: Sen ne nazlısın böyle. Kızlar ama nazlı olurlar.
Çocuk:....
Adam: Kardeşin yaramazlık mı yapıyor: Erkekler yaramaz olur, kızlar hep uslu olurlar.
Çocuk:....

Başka zamanlardan hatırladıklarım.
-- bak, bak, işte kız çocuğu nasıl süslenmeyi seviyor.
-- annesine nasıl da yardım ediyormuş böyle. Kız çocuğu gibisi yok.
-- erkek ya nasıl da dayılanıyor.
-- benim oğlum nasıl da kardeşini korurmuş.
-- benim kızım nasıl da kardesine bakarmış.

Kızlara dayatılan roller nazlı olmak, uslu olmak, süslü olmak, ev işini yapmak, kardeşine bakmak. Erkek çocuklarına dayatılan roller yaramazlık, dayılanmak, korumacılık.

Bir de şu genelleme var ve bunu ne acı ki çocuklarımızın önünde söylemekten çekinmiyoruz.
--Kız çoçukları babaya düşkün olur, erkek çocukları da anneye.

Benim  gözlemlerim bana çocukların ilk iki yaş arasında birincil derecede kendileri ile ilgilenene düşkün olduğunu gösteriyor. Kız veya erkek farketmeden bu genelde anne oluyor ama eğer baba bu görevi üstleniyorsa babaya çok fazlasıyla düşkün çocuklar da gördüm. Ne yazık ki biz bu dayatmayı yapa yapa çocuklarımız bazen o yöne doğru ilerliyorlar.

Meryem bebekken bana çok düşkündü, şimdi her ikimiz de onun vazgeçilmezleriyiz. Meryem'in Emre'ye düşkünlüğü  kız çocuklarının babaya düşkünlüğünden öte Emre'nin Meryem ile biriktirdiği anılarla ilişkili. Birlikte çok güzel sohbet ediyorlar, nutella ve benzeri tatlı kaçamakları yapıyorlar, film seyrediyorlar, dans ediyorlar, vs. vs. Şimdi bu durumu kız çocuklarının babaya düşkünlüğü ile açıklamak ince ince kurulan bu ilişkiye saygısızlık olmuyor mu?

Anne olarak benim açımdan ise başlı başına beni çıldırtan birşey. Ne demek çocukların sevgilerini sınırlayıp bir kişide toplamak... Ben kızım ve benim aramda çok özel ve güçlü bir bağ olduğunu biliyorum ve yine bu bağ öyle rasgele oluşmuş bir bağ değil. Bebekken onun ihtiyaçlarını karşılayan birincil kişi olduğum için de değil sadece. Biz kızımla çok özel anlarımızı paylaşıyoruz ve birlikte yapmaktan çok zevk aldığımız aktiviteler biriktiriyoruz. Birlikte kitap okumak, yemek yapmak, dans etmek, hareket yapmak, alışverişe gitmek, resim yapmak bunlardan sadece birkaçı.

Aynı şekilde bu gereksiz genelleme oğlan çocuklarını anneci yapmak değil de nedir? Baba ile oğul arasında kurulacak bağı daha oluşmadan baltalamak aynı zamanda. Bilge şu anda bana çok daha düşkün ama bu durum Meryem'de olduğundan çok farklı değil. Meryem'in bebekliğinde Emre ile Meryem bir arada daha çok vakit geçirdiler çünkü Meryem bir buçuk yaşına gelesiye kadar Meryem'e evde dönüşümlü baktık. Bilge'de ise durum farklı idi. Bir süre babaanne buradaydı sonra da hemen kreşe başladı zaten. Emre ile Bilge yeni yeni ilişkilerini kuvvetlendirmeye başladılar ve eminim paylaşımları arttıkça bu bağ daha da kuvvetli olacak.

Günlük hayatımızdaki konuşmalarımız çocuklarımızın üstleneceği rolleri belirleyici bir görev edinebilir. O açıda biraz daha dikkat diyorum sadece. Bunu başta kendime ve Emre'ye diyorum tabii ki.

20 Mayıs 2013 Pazartesi

İlk Kamp Maceramız

Bu hafta sonu Cuma ve Cumartesi için kamp planı yaptık. Cuma günü çocukları kreşten öğlen vakti aldık. Buraya yaklaşık 3.5 saat uzaklıktaki Fisherman's Island State Park'a kamp yapmak için yola çıktık. Cuma günü hava epey bir sıcaktı ve haftasonu yağmur ihtimaline karşın sıcak görünüyordu. Kuzeye doğru gittiğimiz için orada sıcaklık buraya göre daha düşük olacaktı. Havanın iyi olmasını umut ederek yola çıktık.
 

Yol boyunca manzara çok güzeldi. Çam ormanları, bakımlı çiftlik evleri, irili ufaklı göller yolculuğumuz sırasında bize eşlik etti.


Bilge'yi kreşten alırken uykusundan uyandırarak arabaya bindirdiğimiz için başlarda biraz huzursuzdu. Hatta bir yarım saat kadar arabada ağladı. Sonra mecburen uykuya daldı.



Meryem bu konuda tecrübeliydi. Yolculuğumuzun uzun süreceğini bildiği için hemen uykuya daldı.

Kampa Mete ve Aslı ile birlikte gittik. Onlar daha önceden  tecrübeli oldukları için bize birçok konuda rehberlik ettiler. Bu kamp yerinde daha önce kamp yapmışlardı ve etrafta ne olup olmadığını biliyorlardı. Kamp  yerimize yaklaştığımızda bir markette durduk ve akşam yemeğimiz ve sabah kahvaltımız için alışverişimizi yaptık. Mangal için etimizi, salata için malzemelerimizi, közde pişirmek için mısır ve marshmallovlarımızı aldık.

Daha önce bu park alanını bilmenin avantajı ile Mete kamp yerimizi güzel seçmişti.  Ormanın içinde



ve Michigan gölünün hemen yanında idi.



Biz Selçukların çadırını ödünç almıştık. Çadırları kurduğumuzda Selçukların çadırının bize küçük geleceğini farkettik. Mete ve Aslı kendi çadırlarını bize verdiler ve onlar bizim çadırımızı aldılar.

Mavi olan Mete'lerin çadırı.



Bununla da kalmayıp çadırlarının içine koymak için getirdikleri şişme yatağı bize verdiler. Şişme yatak küçük çadıra olmayacaktı, bu kesindi. Ya yatak boşta bekleyecekti ya da biz alacaktık.


Çadırın altına ve üstümüze sermek için evde bulduğumuz battaniye, yorgan ne vardıysa arabamızın büyük olmasının avantajını kullanarak kamp yerine taşımıştık. Mete ile Aslının şişme yatağını biz alınca altımıza çok birşey sermeye gerek kalmadı. Getirdiklerimizi Aslı ve Mete ile paylaştık. Elimizden ancak bu kadarı geliyordu. Bir de onların da bizim kadar rahat uyumalarını umut etmek. Onların yatağında biz uyuyacaktık ve onlar kuru yerin üzerinde yatacaklardı. 

Çadırımız, arabamız ve yatağımız...




Kamp yerinde sivrisine kaynıyordu. Sinek savar spreylerimizi elimize, yüzümüze ve açıkta olan her yerimize iyice sürdük. Sivrisinekler etrafımızda uçuşuyorlar ama bizi ısırmıyorlardı. Yani spreyler işe yarıyordu. Ancak spreyi Meryem'in ensesine sürmeyi unutmuşum ve bunu farkettiğimde zavallı kızım ensesinden beş altı sivrisinek ısırığı almıştı bile. 

Çadırları kurduktan sonra kamp ateşi için etraftan odun toplamaya başladık. İlk başlarda bulduğumuz odun kütükleri ıslak olduğu için ateşimiz hemen harlanmadı. Ancak geceye doğru kamp ateşimiz o kadar güzel oldu ki başından ayrılmak istemedik. Ayrıca kamp ateşimizi yakınca sivrisinek sürüsü hemen hemen tamamen ortadan kayboldu.


Meryem, Aslı önderliğinde etraftaki yaprak kurularını topladı. Böylelikle odunlar çabuk ateş aldılar.


Kamp ateşimiz için odun toplarken Bilge de üzerine düşeni yaptı. Bir büyük kütüğü taşımanın gururu ve görev bilinciyle babasına yardım etti.


Ateş başladığında Meryem ve Bilge buldukları uzun çubuklar ile Mete'yi taklit ederek ateş alan minik odun parçalarını karıştırdılar.

Yakın çevremizden bulduğumuz odun kütüklerinin ıslak olduğunu farkedince Emre ile Meryem ormanın derinliklerine gidip kamp ateşi için yerlere düşmüş büyük odun parçalarını getirdiler. Meryem bu işi çok sevmişti. Onun için güzel bir macera olmuştu. Hava kararmaya başlayınca, ormanın derinliklerinin havanın aydınlık olduğu zaman kadar eğlenceli olmadığına karar veren Meryem ve bunu her an bir kuru ağacın düşebileceğini söyleyerek pekiştiren Emre, son odun kütüğü turunu yapıp kamp yerinde kalmaya karar verdiler.


Kamp yerindeki tuvalet başlı başına bir olaydı. İçerisinde gayet lüks görünümlü bir klozet olmasına rağmen  köy yerlerinde eskiden olan çukur tuvaletlerden bir farkı yoktu. Klozeti çukurun üzerine oturtmuşlardı. İşin en kötüsü tuvalette ellerimizi yıkamak için bir çeşmenin olmamasıydı. Sadece antibakteriyel bir sıvı vardı. Ayrıca yakınlarda da bir çeşme yoktu. Köy usulü ellerimizi, bulaşıklarımızı göl suyunda yıkadık. Su o kadar soğuktu ki akşam yemeğinden sonra bulaşıkları yıkarken ellerimiz donmak üzereydi.

Mangalda pişen tavuklarımız, domates ve marul salatamız ile açık havada keyifli bir şekilde akşam yemeğimizi yedik.






 Bilge masada bir süre bizimle yedikten sonra eline aldığı bir parça et ile etrafta turlamaya başladı.

 
 


Tatlı olarak ateşte erittiğimiz marshmallowları Aslı'nın getirdiği pötibör bisküvilerin arasına koyarak yedik. Gecenin ilerleyen vakitlerine ise köz ateşi ile ağır ağır pişen mısırlarımızı sakladık.

Meryem kamp boyunca genelde bizim yanımızdaydı. Çadırı kurmamıza yardımcı oldu, odun topladı, çöpün ucuna taktığı marshmallovları pişirdi, ateşi közledi ve bir de zaman zaman bizim yapmayı unuttumuz birşey olan Bilge'ye göz kulak oldu.




Bilge ise her yerdeydi. Bir ara ateşin içine düşecek diye korktuk. Ateşin içerisinde yanan odun kütüğünü yalamaya bile çalıştı. Ateşin başından ayrılmasını sağlamak için onu plaja doğru götürdüm. Kısa bir süre de olsa Meryem ile birlikte kum üzerinde oyuncakları ile oynadı.




Ancak gölün hemen gerisinde oluşmuş minik su göletlerini keşfettikten sonra onu tutabilene aşk olsun. Bir göletten diğerine girdi çıktı.

Bilge göletlerin üzerinde turlarken Meryem kumda oynamaya devam etti. Kovasına su doldurmak için göletin yanına geldi ve kovayı düz bir şekilde suyun üzerine koydu. Baktı kova su dolmuyor, bana seslendi "anne kovama su dolmuyor diye". Ben "kızım öyle koyarsan kovana tabii ki su dolmaz" dedim. Bu sefer kovasının ters çevirdi. Yine su dolmuyordu. Kızım yan koyman lazım. Ağzından içerisine su gelmesi lazım. Sonunda olmuştu.

Bilge su üzerinde hoplayıp zıpladıktan sonra Emre ile göl kenarına gidip göle taş attı.

 

Tahmin edilebileceği gibi üstü başı ıslandı ve kum oldu. Onu bu durumda tek temizleme yolumuz gölde yıkamaktı. Baştan aşağı soyduktan sonra, parça parça üzerini göl suyu ile yıkadım. Yeni kıyafetlerinin çok uzun süreli temiz kalmayacağını bile bile temiz ve kuru kıyafetler giydirdim. Tahmin ettiğim gibi bu kıyafetler de kısa bir süre sonra kuma ve suya bulandı.


Gece saat 9 buçuk gibi çocuklar artık iyice yorulmuşlardı. Onları alarak çadırımızın içine girdim. Pijamalarını giydiler, dişlerini fırçaladılar ve bir süre çadırın içerisindeki yatağın üzerinde hoplayıp zıpladılar. İyice yorulmuşlardı ama Bilge hala uyumamakta direniyordu. Meryem yatağın içine girince Bilge onun yanına yattı. Önce Meryem, sonra Bilge derin bir uykuya daldılar. Biz büyükler bir saat kadar daha ateşin başında vakit geçirdik. Hava bulutlu olduğu için yıldızları doyasıya seyredemedik ama ateş başında oturup temiz havayı içimize çekmek ve sevdiğimiz arkadaşlarımız ile bu güzel geceyi paylaşmak çok çok güzeldi.


Geceleyin çocuklar üşümek bir yana  uyurken üzerlerini açıp durdular. Bir köşede ben, bir köşede Emre gece boyunca çocukların üzerini örtmekten yorulduk. Geceleyin ben biraz üşüdüm ama sabah doğaya uyanmak çok güzeldi. Çadırın üstüne düşen yağmur sesine gözlerimi açtım.Yağmur çok kuvvetli değildi ama sürekliydi.

Ben uyku uyanıklık arasında çadırın üzerine düşen yağmur sesini dinlerken Bilge uyandı. Biraz çadırın içinde oynadık. Bilge çadırın sınırlarını kontrol ediyordu. Bir Bilge klasiği olan herşeyi dili ile tanımaya çalışmak burada da kendini göstermişti. Eli ve ayakları ile çadıra dokunduktan sonra dili ile yalamaya çalıştı. Artık ne bekliyordu bilemiyorum ama bir tadı yoktu ve sanırım bunu farketti çünkü tekrardan yalamayı denemedi. Bilge çadırın içinde oyundan sıkılınca dışarı çıktık. Pijamasını çıkarıp üzerine sabah serinliğinde onu koruyacak biraz kalın kıayfatler giydirdim ve tuvalete doğru yürümeye başladık. Bilge bu yürüyüşümüzü bir oyuna dönüştürdü. Yolda bulduğu irili ufaklı değnekleri alarak gördüğü su birikintilerine "attııı" diye diye yolumuza devam ettik.

Kamp yerine geri döndüğümüzde baktım Bilge etrafta birşey arıyor. Sağa gidiyor, sola gidiyor sonra ellerini iki yana açarak "yoook" diyor. Ben ne aradığını anlamamıştım ama gözüm üzerinde idi. Hemen yanı başımızdaki diğer kamp yerine girdi. Sonra sağa döndü ve aradığını bulmuştu. Dün akşam üzeri oynadığı göletleri arıyordu. Bulunca çok sevindi. Ben hemen peşinden gittim. Beni görünce onu alacağımı anladı ve bana "no, no" ve "bye" diyerek kendi başına kalmak istediğini anlatmaya çalıştı. Orada biraz oynamak istiyordu. Baştan aşağı çamur ve su olmasını göze alarak ona müsaade ettim.





Bu arada Mete ile Aslı kahvaltı için sıcak kahve almak üzere yakındaki markete gittiler. Emre ile Meryem hala uyuyordu. Meryem çadırdaki yatağından gayet memnundu. Bir önceki günün verdiği yorgunlukla kalkmakta epey bir zorlandı. Emre sabah beş gibi kalkıp biraz yürüyüş yapmıştı ve bu onun ikinci uykusuydu. İkisi de biraz daha yatak keyfi yapmak istiyordu. Bir süre sonra kalktılar ve ben Meryem ve Bilge ile ikinci kez tuvalet yolunu tuttum. Meryem tuvaletten korkuyordu. Bana yolda sıkı sıkıya tembih etti: "Anne sen beni oturt ve beni tut olur mu" diye. Zaten tutmazsam çukura düşme ihtimali çok büyüktü.

 Mete ve Aslı sıcacık kahveler, domates, tazecik salatalıklar ve nutella ile geri gelmişlerdi. Bizimkilerin ne kadar nutella düşkünü olduklarını biliyorlardı. Yağmurdan dolayı masa örtümüz ve oturduğumuz banklar hep ıslandığı için kahvaltımızı kokteyl usulü ayakta yaptık.

Yağmurun dinmeye niyeti yoktu ve göle girmek için hava çok soğuktu. Göl suyu buz kesiyordu. Plaj hayallerimizi başka bir zamana ertelemek daha mantıklı olacaktı. Bir saat kadar bir sahil yürüyüşünden sonra çadırlarımızı toplayıp dönmeye karar verdik. Yürüyüşümüz sırasına Bilge biraz daha sakindi. O kadar suya girip çıktıktan sonra üşümeye başlamıştı.



Bu arada Meryem en sevdiği aktivitelerden birisi ile meşguldü. Sahilde kenara vurmuş taşlara bakıyor ve sevdiklerini alıyordu. Taş toplama işini büyük bir akıllılıkla yapıyordu. Kendi cebine küçük taşları alıyor ve bana "anne, sen bunu sevdin değil mi?" diyerek büyüklerini veriyordu.

Kamp yerimize döndüğümüzde toplanmaya başladık. Toplamak çadırları kurmak kadar başlı başına bir işti. Herşeyimizi toparlayıp arabalarımıza bindikten çok kısa bir süre çocuklar uykuya daldılar ve hemen hemen bütün dönüş yolu boyunca uyudular.


Her ne kadar planladığımızdan daha kısa süreli olduysa da ilk kamp tecrübemiz hoş bir anı olarak hatıralarımızda yerini aldı. Bu kampın bir diğer güzel yanı bize sahip olduklarımızın değerini anımsatmasıydı. Akşam eve gelince sıcacık banyomuza girip duşumuzu almak ve yumuşacık ve sıcacık yatağımızda uyuyabilmek ne kadar değerliymiş meğer...

.


14 Mayıs 2013 Salı

Büyümek

Bugün sabah okula giderken arabadaki sohbetimizden...

Meryem: Anne, ben neden büyümüyorum?
Ben: Kızım büyüyorsun.
Meryem: Ama büyümüyorum, bak aynıyım.
Ben: Annecim, öyle çok çabuk büyünmez. Çok çabuk büyüseydik çok çabuk yaşlanırdık.
Meryem: ama ben büyümek istiyorum.
Ben: Sen büyüyünce ben de yaşlanacağım ama...
Meryem: Nasıl, yaşlı mı olacaksın?
Ben: evet...
Meryem: Ben senin kadar olunca senin doktoruna gideceğim ve göbeğimden bebeğim olacak...
Meryem: ama girl [kız] olacak.
Ben: Peki adı ne olsun istersin?
Meryem: at...
Ben: at? peki...

11 Mayıs 2013 Cumartesi

Evi Niye Temizliyoruz?

Bu sabah kahvaltı sonrası Emre ile bir telaş işe giriştik. Amacımız mutfağın işini bir an önce bitirmekti. Biraz oyalanınca ikimizin de canı yapmak istemiyor ve iş uzadıkça uzuyordu. Bu telaşlı iş yapışımız Meryem'in gözünden kaçmadı ancak sorduğu soru bizim ev işindeki en büyük motivayonumuzu açık bir şekilde ortaya koyuyordu: "Anne, kim gelecek?"

10 Mayıs 2013 Cuma

Laleler Neden Kokmaz?

Meryem ve Bilge'nin çiçekleri koparmasına engel olmak için çiçeklerle iletişim derslerimiz sanırım yanlış bir genellemeye sebep oldu. Bütün çiçekler kokar genellemesine. Meryem daha çok küçükken bir çiçek gördüğünde onu koparmaya çalışıyordu. Şimdi, Bilge aynı şeyi yapıyor. Buna alternatif olarak yumuşak bir şekilde çiçeğe dokunup, çiçeği hissetmeyi ve koklamayı gösterdik. Çiçeğin kokusunu içimize çeker gibi "mis gibi" diyerek çiçekleri koklamak bizde bir gelenek oldu diyebilirim. Baharın ilk çiçekleri olan nergizler ve sümbüllerin de bu genellemede payı var. Arkadaşımızın evinde gördüğümüz mor sümbül o kadar güzel kokuyordu ki Meryem saksıyı eline alıp sümbülü tekrar tekrar kokladı.

Rengarenk açan laleri görünce büyüsüne kapılmamak elde değil. Meryem hemen lalelerin yanına gitti ve onları koklamaya başladı.



İlk tepkisi "anne, bu kokmuyor" oldu. Ben "evet kızım, laleler kokmaz" dedim. Sanırım aklı karışmıştı. Tek tek bütün laleleri kokladı.

 


Gerçekten kokmuyorlardı. Daha doğrusu bir sümbül, bir nergiz gibi güçlü kokuları yoktu. Bana şaşkın bir ifade ile bakarak "niye ki" dedi. Şimdi kolaysa açıkla lalerin neden kokmadığını. Ona bazı çiçeklerin etrafa koku yayan özel kısımlarının olduğunu, bazı çiçeklerde bunun olmadığını söylerek açıklamaya çalıştım ama çok başarılı olduğumu söyleyemeyeceğim. Aslında benim de bu konuda öyle çok bir bilgim yok. Lalerin neden kokmadığını başka bir zamana bırakarak pembe çiçeklerini kocaman kocaman açmış ağacın mis gibi kokusunu içimize çektik.



9 Mayıs 2013 Perşembe

Kirlenmek Güzeldir

1 ve 2 yaş arası çocukların en güzel yaptığı şey bence baştan aşağı kirlenmek. Saç derilerine, ağız içlerine varıncaya kadar tepeden tırnağa kirlenmek. Meryem'den hatırlıyorum çok severdi toprakla, çamurla oynamayı. Şimdi sıra Bilge'de. Oyun oynamak için yarım saatliğine bile dışarı çıksak  üzerinde zıplayacağı bir su birikintisi veya içinde yatıp yuvarlanacağı bir kum havuzu mutlaka buluyor. Lake Lansing gölü kıyısına koşar gibi gidip suyun içerisine girdiğinde onu geri çekmek için çok geçti.

Suyun tadını çıkarmasına izin verdim. Su çok soğuktu ama bu onun umrunda değildi.

Dün ise oyun parkında kum havuzunun içerisinde resmen kum banyosu yaptı. Kumları alıp başına attı. Sonra yüzün koyun yatıp yemeye çalıştı. Oda yetmedi içinde yuvarlanmaya başladı.



Ancak tepeden tırnağa kum olduktan sonra kum havuzundan çıkmaya karar verdi.



Balkondaki saksılardaki toprakla oyunu genelde Bilge'nin içerisinde yüzebileceği bir toprak birikintisine dönüşmesi ile son buluyor.

Bütün bunlar sırasında o kadar mutlu oluyor ki onu engellemek yerine onu kendi haline bırakıyorum. Bilge'yi bu kadar keyifli oynarken izlemenin tadını çıkarıyor ve kendi kendime kirlenmek güzeldir diyorum.


tobi, tobi, tobi...

Bilge yüzüne dağılan sevimli gülümsemesi ile parmakları ile gıdıklar gibi göbeğine dokunarak tobi, tobi, tobi diyor. Aynı şekilde eğer benim göbeğimi açıkta görürse hemen gelip tobi, tobi, tobi diyerek dokunuyor. Sanırım okulda yaptıkları birşey bu. Tahmin ettiğim kadarı ile "Tummy"nin Bilge versiyonu.

7 Mayıs 2013 Salı

Bahar Çiçekleri

Her taraf rengarenk ve mis gibi kokuyor. Meryem ile çiçeklerin adlarını öğreniyoruz. Laleyi, manolyayı öğrendi. Erguvan ve nergizi hatırlamak için bana soruyor. Leylaklar daha tomurcuk halinde. Birkaç güne onlar da açar.

Akşam üzeri yürüyüşlerimiz aynı zamanda bizim doğa keşif anlarımız. Evin hemen yakınlarındaki orman yürüyüşümüz sırasında karşımıza çıkan, kuru yaprakların içerisinden başlarını uzatan binlerce sarı çiçek, doğanın kuruların arasından nasıl yeniden can bulduğunu anlatır gibiydi.

Orman yürüyüşümüz sırasında Bilge yine kendini içine atacağı bir su birikintisi buldu. Bilge'nin ıslak elbiseleriyle daha ileriye gitmeye çalışmanın çok da iyi bir fikir olmadığını düşünerek yürüyüşümüzü kısa kesmek zorunda kaldık.

Bir kaç gün sonra sarıların yanına pembeler, beyazlar, morlar eklenmişti bile. Ormanda hala sarının egemenliği vardı ama yolumuz üzerindeki evlerin bahçelerindeki çiçekler açmak için sanki birbirleri ile yarışıyorlardı.

Erguvan ağacının yanına yaklaştık ve minik, mora kaçan pembe çiçeklerine dokunduk.


Sonra da önüne geçip poz verdik.


Önümüzdeki manolya ağacını fotoğraflarken, Emre ile manolya ağacının ne kadar gösterişli ama ömrünün ne kadar kısa olduğundan konuştuk.


Yolumuzun üzerindeki çocuk parkında biraz mola verdik. Bilge üzerinde sallanabildiği tahta çubuğu çok sevdi.



Oyun parkı epey bir kalabalıktı ve bu kalabalık Meryem'in çok hoşuna gitmişti. Birçok çocuğun oynadığı dönme tahtasına gitti. Önce diğer çocuklar gibi dönme tahtasının üzerine oturdu ve yaşı büyük çocuklardan birinin önderliğinde dönmeye başladılar. Bir süre böyle oynadıktan sonra büyük çocukların yaptığı gibi dönme tahtasını döndürmeye çalıştı. Çok hızlı döndüğü için birkaç düşme tehlikesi atlatsa da bu onu vazgeçirmedi. Çocuklar teker teker evlerine gittiğinde Meryem ve Bilge dönme tahtasını tekellerine geçirmiş olmanın keyfi ile bir süre daha oynadılar.




Yatma vakitleri çoktan gelmişti. Ellerine yerden kopardıkları sarı kır çiçeklerinden alarak  arabalarına oturdular ve eve doğru yürümeye başladık.

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Gökkuşağı ve Yokuş

Meryem yokuşa gökkuşağı diyor. Ben gökkuşağını yağmurdan sonra güneşli havalarda göreceğimizi hatirlatiyorum ona ama o inatla her yokuş çıktığımızda anne gökkuşağı demeye devam ediyor. "Annecim biz yokuş çıkıyoruz" dedikçe "yani gökkuşağı" diye ekliyor.  İnatla bu ikisinin aynı anlama geldiğini söylüyor. Gökkuşağının ne olduğunu çok iyi biliyor. Hatta resmini bile yapıyor. Gökkuşağı da yokuş gibi inişli çıkışlı olduğu için mi yokuşu gökkuşağı olarak görüyor tam anlayamadım. Şu an için bu konuda çok ısrarcı olmadan kavram ayrımını zamana bıraktım.

Bilge'nin Balkon Keyfi

Havalar ısındığından beri bizim evin balkon kapısı açık. Bu durum en çok Bilge'nin hoşuna gidiyor. Ördeklere, kazlara, kuşlara, sincaplara "hi" diyor, evin içinden eline geçirdiğini aşağıya atıp "attı" diyor ve bunu yaparken muzur muzur yüzüme bakıyor. Bir de tabii saksıdaki topraklar. Onlarla elini, yüzünü güzel bir yıkıyor; arada ağzına götürüp tadına bakıyor. Bazen hızını alamayıp tüm saksıyı yere devirip yere dökülen toprağın içerisinde yüzüyor.

Gecen gün biz yemek masasının üzerinde oturup mısırlarımızı yerken bir de baktım Bilge aldı eline mısırını, balkondaki minik pembe sandalyeyi göle doğru çevirdi ve sandalyeye oturup mısırını yemeye başladı.





İşte keyif diye buna derim ben.

Aargıınnn

Dün Mete ile Aslı'lara gittik. Oraya her gittiğimizde bizim çocukların akıllarına ilk gelen Mete ile Aslı'nın kedisi Tarçın. Bilge daha eve girer girmez Tarçın'ı aramaya başladı. Tarçın'a sesleniyor "aargıınn" diyerekten. Tarçın bizimkileri görünce evin içerisinde biryerlere saklandı. Biz bahçeye çıkınca kapıya yaklaşır gibi oldu. Bizimkiler bu fırsatı kaçırır mı hemen cama yapıştılar. Bilge yine başladı "aargıınn" diye bağırmaya. Cama yapışmış bir şekilde gözlerini kocaman açarak Tarçın'ın yanına gelmesini bekledi epey bir süre. Tarçın akıllı, gelir mi hiç bizim gibi canavarların yanına. Bilge de sonunda pes etti ve oyuna döndü. Arada bir Taçın'ı yoklamayı ihmal etmedi ama.

3 Mayıs 2013 Cuma

Deneysel Çalışma'da İkinci Tur

Bilge ile Kültürler Arası Duyguları İfade Etme çalışmasının ikinci veri toplama aşamasını Çarşamba günü yaptık. Bu seferki yarım saat sürdü. İlk seans bir saati geçmişti. Aktiviteleri üç grupta toplayabiliriz. Anne-oğul serbest oyun zamanı, hikaye okuma ve problem çözme. Proje lideri Claire ve iki öğrencisi vardı.

Geçtiğimiz sefer olduğu gibi yaklaşık 1 metrekare olan yeşil bir batteniyenin üzerine koydukları oyuncaklarla oluşturdukları oyun alanında Bilge ile 7 dakika kadar oyun oynamamızı istediler. Biz oynarken onlar bizi videoya kaydettiler. Daha önceki seferde (yaklaşık 6 ay önce) Bilge değil oradaki oyuncaklarla oynamak o 1 metrekarelik alanda durma fikrinden bile çok uzaktı. Odanın içerisinde girmedik köşe bırakmamıştı. Geçtiğimiz çalışmadan bu yana Bilge'de gözle görülebilir bir değişiklik vardı. Bu sefer yeşil batteniyenin üzerindeki oyuncaklarla çok ilgiliydi. Önce minik çimento kamyonunu aldı ve onunla bir süre oynadı. Bu kamyonun kasasındaki çimentoları karıştırdığı kazanın kamyonu sürdükçe dönüyor olması hoşuna gitmişti. Daha sonra minyatür hayvanları aldı. Hayvanlarla epey bir süre birlikte oynadık.Aslanı elinde tutarken aslan gibi kükremeye çalışıyor, atı  dıgıdık-dıgıdık yürütüyordu. Bir ara kitabı aldı ve sayfalarını çevirdi sonra oyuncak tefi ancak tekrardan kamyona ve hayvanlara döndü. Battaniyenin üzerindeki bloklar hiç dikkatini çekmemişti.

İkinci aktivite hoşuna gitmedi. Claire üzerinde resimler bulunan kartları kullanarak değişik duyguları içeren kısa hikayeler anlattı. Bu hikayelerde geçen duygu ifadelerine Bilge'nin nasıl tepki verdiğini görmek istiyorlardı. Mutlu, kızgın, üzgün, korkmuş bu hikayelerdeki duygulardı. Hikayenin birinde çocuk annesi ile oynuyor. Dondurma alıyorlar ve çocuk dondurmayı yediği için mutlu oluyor. Diğer bir hikayede annesi çocuğu parka götürüyor. Çocuk kum havuzunda oynarken annesi bankta oturuyor. Çocuk büyük bir köpek görüyor ve korkuyor. Annesini olduğu yerde göremiyor, endişeleniyor...

 Bilge hikayeleri dinlemek istemiyordu. Dinlemediği için de onların bekledikleri tepkileri gösteremiyordu. Tek yaptığını o durumdan mutlu olmadığını bana anlatmaya çalışmaktı. Kucağıma geliyor, bana sarılıyor ve onlara arkasını dönüyordu. Hikaye dinlemeye hazır olsa idi bile duygularını mimikleri ile ifade etmede o kadar geniş bir aralığının olduğunu sanmıyorum. Bu belki de kültürel bir şeydir. Bana göre bizim kültür olarak mimiklerimiz amerikaların mimikleri kadar belirgin değil. Amerikalıların endişeli yüz, şaşkın yüz, utanmış yüz, korkmuş yüz, mutlu yüz, kızgın yüz diye nitelendirdikleri ifade şekilleri var. Ben kendimi düşündüğümde biz de en çok kullanılan mutlu, üzgün ve kızgın.

Üçüncü aktivitede Bilge'ye üç tane problem durumu sundular ve Bilge'nin bu problem durumundaki davranışlarına baktılar. Birinci problem, üzerinde üçgen, daire ve dikdörtgen delikler olan kutuya uygun bokları uygun deliklerden atma problemi. Bilge henüz şekillere dikkat etmiyor. Daha çok sonuca odaklanıyor. Eline aldığı blokları kutunun içerisine bir şekilde atabilmekti tüm derdi. Önce dikdörtgen bloğu üçgen delikten atmaya çalıştı, blok o delikten girmeyince diğer deliği denemek yerine kutunun kapağını kaldırıp atmaya çalıştı ama tabii biz bu duruma engel olduk. Bu sefer benim yardımımla diğer delikleri denedi. Bütün blokları kutunun içine atınca blokları kutudan çıkardı ve tekrar yaptı. Sonra tekrar. Sonra tekrar yapacaktı biz elinden aldık çünkü diğer probleme geçmemiz gerekiyordu.

İkinci problem kavanozun içindeki nesneyi çıkarma problemiydi. Claire, minik oyuncak ördeği Bilge'nin gözü önünde kavanozun içine koydu ve kavanozun kapağını kapatarak Bilge'nin eline verdi. Bilge önce kavanozu ters çevirdi. Baktı kapak açılmıyor kapağı kaldırmaya çalıştı; baktı olmuyor eliyle birazcık çevirdi ve kapak açıldı. Ördeği kavanozun içinden çıkardı. Tekrar yapmak istiyordu ama Claire bu sefer ona daha sıkı kapatılmış içinde fil olan başka bir kavanoz verdi. Bunu açmayı başaramadı. Benden yardım isteyen gözlerle bana bakınca ben ona sen yap dedim. Denedi olmuyor. Bu sefer kavanozu bıraktı ve kucağıma geldi. Claire tekrar yapması için kavanozu verdi ama Bilge çoktan pes etmişti. Kavanozu bıraktı ve bana sarıldı.

Son problem tahta çubuğa büyükten küçüğe dizilmiş halklar. Birkaçı dizilmişti ve kalan üç dört taneyi Bilge'nin dizmesini istiyordu. Bilge halkaları boyutuna dikkat etmeden eline gelme sırasına göre halkanın deliğinden geçirip dizmeye çalışıyordu. Ancak iki tanesi ne kadar denediyse tahta çubuğa girmiyordu. Bilge bunları çubuğa sokmayı epey bir denedi. Daha önce çubuğa dizidklerini çıkarıp tekrar takıyor sonra o kalan iki tanesini deniyordu. Sanki kendi kendine bu çubuğa dizme şeklini test ediyordu. Diğerlerinde oluyordu ama neden bu ikisinde olmuyordu onu anlamaya çalışıyor gibiydi. Birkaç kere diğerlerini çıkardı taktı. Bir maviyi bir sarıyı alıp tekrar tekrar denedi Pes etmişti. Halkaları bırakıp kucağıma geldi. Önce ben de anlamamıştım ama o iki halka çubuğa girmiyordu ve bu oyunun bir parçasıydı. Kararlılığını ve problem çözme şeklini öğrenmek istemişlerdi. Oğlum bu konuda azimli davrandı ve iyice emin olmadan bırakmadı. Bilge pes edince Claire çantasından yeni iki tane mavi ve sarı halka çıkardı ve bunları Bilge'ye verdi. Bu sefer olmuştu. Bilge hepsini çubuğa dizmişti.

Aktiviteler bitmişti. Ben Bilge konusunda birkaç yeni şey öğrenmiştim. Herhangi bir hayal kırıklığı veya imkansızlık durumunda ağlamak veya bağırmak yerine sessizce bana gelip kucağıma sığınıyordu. Aşabileceğini düşündüğü zorluklar karşısında tekrar tekrar denemekten çekinmiyordu. Bir işi tamamlamış olsa bile ilgisini çekecek bir zorluk içeriyorsa tekrar tekrar pratik yapmak istiyordu.

Bilge'ye hediye olarak bir kitap bana ise 10 dolar değerinde Starbucks hediye kartı verdiler. Ben Bilge ile farklı bir anı paylaşmıştım ve ayrıca ikimiz de hediye almıştık. Bundan daha güzel ne olabilirdi. Bilge kitabını alınca yerde serili olan yeşil battaniyeyi üzerine çekerek yanıma kucağıma yatmaya çalıştı. Ben ne olduğunu anlamıştım. Kitabı eline alınca uyku zamanı öncesi hikaye okuma saatimiz aklına gelmişti. Ona orada kitabı okuyamayacağımızı söyleyince kitabı koltuğunun altına aldı ve yüzünde büyük bir iş yapıyormuş bakışı ile sınıfının yolunu tuttuk.

Sınıfına girdik ama beni bırakmak istemiyordu. O sabah dışarıdaki oyun alanındaydılar ve Bilge dışarıdaki oyun alanına gitmek dahi istemiyordu. Kitabını da vermiyordu. Bilge'yi öğretmenlerinin birisinin kucağına verip ayrılmaya çalıştım ama öğretmenin kucağından inip bana doğru koşmaya başlayınca doğru gitmeyen birşeyler olduğunu anladım. Geri döndüm ve birlikte emzirme odasına gittik. Kitabı ona okumamı istiyordu ve o bu arada beni emecekti. Birkaç kez bize verdikleri kitabı okuduktan sonra onu mutlu bir şekilde sınıfına bıraktım.

Meryem'in Küçük Çetesi

Meryem'in öğretmeni ile olan toplantımızından bazı şeyleri Meryem ile paylaştım. Mrs. Kasey'nin Meryem'in ne kadar güler yüzlü, hareketli ve arkadaşları ile iyi geçinebilen bir çocuk olduğunu söylediğini anlattım ona. Kendi kendine çok güzel şarkılar söyleyip dans ettiğini de. Bir arkadaşı onun oynadığı bir oyuncağı isterse çok güzel bir şekilde arkadaşına beş dakika içerisinde alabileceği gibi cevaplar verdiğini ancak bazı durumlarda arkadaşları ile oyuncakları toplama zamanında oyuncakları toplamak yerine dağıtabildiğini öğretmeninin söylediğinden bahsettim ona.

Meryem'in öğretmeninin benimle paylaştıklarından bazılarını Meryem'le paylaştım çünkü ona özel olan ve güzel yaptığı şeylerin görüldüğünü ve takdir edildiğini bilsin istedim. Problem olarak nitelendirebileceğimiz davranışını paylaştım çünkü bizim okulda yaptıklarından haberdar olduğumuzu bilsin istedim. Ancak bunu paylaşırken herhangi bir yargılama ifadesi kullanmadım. Tamamen olayı tanımlayıcı ifadelerle aktardım. Benim bu yargısız paylaşımım, Meryem'in benimle öğretmenlerinin çok hoşuna gitmeyen ama onun arkadaşları ile yapmaktan hoşlandığı diğer şeyleri paylaşmasını sağladı.

Meryem: Anne arada saklanıyorum. Bir de arada seni istiyorum. "I want my mommy" diyorum.
Ben: Nereye saklanıyorsun:
Meryem: My Locker (Dolabıma).
Ben: Ne zaman saklanıyorsun?
Meryem: Clean up time. (Temizlik yani oyuncak toplama zamanı)
Ben: Peki ne yapıyorsun?
Meryem: Diego ile diğer arkadaşlarımızın dolaplarındaki eşyalarına bakıp geri yerine koyuyoruz.
Ben: Sadece ikiniz mi?
Meryem: Hayır, Ali de var.

Sanırım Mrs. Kasey'in problem çocuklar diye nitelendirdiği grup bu ve Meryem de bu çetenin bir parçası. Endişelenmeli miyim yoksa çocukça bir merak ve yaramazlık tutkusuna mı bağlamalıyım bu durumu bilemedim.

Meryem'in Dönem sonu Değerlendirmesi

Meryem Yeşil sınıfta iki dönemini tamamladı. Dün Meryem'in öğretmeni ile dönem sonu değerlendirme toplantımızı yaptık. Mrs. Kasey benimle Meryem ile ilgili gözlemlerini paylaştı. Ben de ona bazı kaygılarımı dile getirdim. Mrs. Kasey'in gözünden Meryem bir kaç kelime ile herkesle anlaşabilen, hareketli, mutlu ama büyük gruplarda utangaç ve sessiz bir çocuk. Meryem'in kendisini o ortama ait hissetmeden tam anlamıyla o ortama dahil olmayacağı konusunda hem fikirdik. Büyük grupları sevmediği konusunda da. Mrs. Kasey Meryem'in öyle durumlarda tamamen sessiz olduğunu paylaştı benimle.

Meryem'in sınıfa adapte olması için geçen süreçten konuştuk. Meryem bu sınıfa 2012 senesinin Ağustos ayında başlamıstı. O sırada 3 buçuk yaşında idi. İngilizce olarak kendini tam olarak ifade edemiyordu ve hala duygusal olarak bana çok bağlıydı. İlk birkaç haftada çok zorlanmıştık. Bu zorluk sadece yeni bir ortam ve Meryem'in kendini ifade etmemesi ile ilgili değildi. Bu durum Meryem'in karşılaştığı yeni gruplarla genel ilişki durumunun karakteristik bir özelliğiydi. Meryem iyi bir gözlemcidir. Bulunduğu ortamı tanımak ve benimsemek için gözlemlerini çok güzel biriktirir. Bulunduğu ortamın kurallarını ve kişilerini anlamaya başladığı zaman katılmaya ve kendini açmaya başlar. Yeşil sınıfa başladıktan dört beş ay geçtikten sonra Mrs. Lea benimle Meryem'in muzur yanını görmeye başladıklarını paylaşmıştı. İşte o zaman, Meryem'in kendisi gibi davranmaya başladığını anladım.

Meryem'in doğası gereği ihtiyacı olan bu süre onun yakın arkadaşlıklar kurmasına bir engel oluşturmuştu. Bu toplantımızda Mrs. Kasey sonunda açık bir şekilde Meryem'in sınıfta sürekli olarak bir arada oynadığı yakın bir arkadaşı olmadığını söyledi. Bu bizim Meryem'den son birkaç aydır duyduğumuz bir durumdu ve ne zaman öğretmenlerine bu durumu  dile getirsem, Meryem'in gayet mutlu olduğu, herkesle çok güzel oynadığı şeklinde cevaplar alıyordum. Öğretmenlerinin bu cevapları üzerine acaba bu durum kızımın sadece olumsuzlukları bize aktarması mı diye düşünmeye başlamıştım. Geçtiğimiz günlerde Meryem'in sınıftaki diğer arkadaşları ile gözlemlerini çok net bir şekilde benimle paylaşması bana kızımın ilişki analizlerinde aslında çok başarılı olduğunu ve benim onun bana söylediği durumunu önemsemem gerektiğini gösterdi. Bana sınıfındaki arkadaşlarını anlatıyor: Chole hep Aaron ile oynuyor arada Alice ile oynuyor. Ben Ali ile oynamak istiyorum ama o benimle oynamak istemiyor. Garret ile oynamayı seviyor... Mrs. Kasey ile bu görüşmemizde dersimi çalışmıştım. Meryem'in benimle paylaştığı arkadaşlık analizlerinden örnekler vererek Meryem'in bize anlattığı gibi yalnız olup olmadığını sordum. Mrs. Kasey, yakın arkadaşlıkların çocukların geldiği ilk birkaç ay içerisinde kurulmaya başladığını ve ilk iki ayın sonunda ikili, üçlü grupların oluştuğunu söyledi. Meryem bu süreç içerisinde daha gruba alışmaya çalışıyordu ve arkadaş treni çoktan gitmişti. Emre ile en büyük hayal kırıklığımız, sınıfın gerçeklerini somut örneklerle öğretmenlere göstermeden onlardan  gerçeği gösteren yanıtlar alamayışımız. Bu sanırım çocukların okul hayatı olunca böyle olacak. Bizim okulda neler olup bittiğini çok iyi takip ediyor olmamız gerekli. Bu özellike Amerika'da böyle. Onlara göre herşey mükemmel ta ki somut bir olay bu durumun öyle olmadığını gösterene kadar.

Meryem People's Church'de kalsaydı arkadaşlık durumu bu kadar dramatik olmayacaktı çünkü orada zaten hali hazırda oluşmuş arkadaşlık bağları vardı. Hemen hemen bütün kreş birbirini tanıyordu. Yani bir üst sınıfa geçseydi bile adapte olma süreci daha hızlı olacaktı. Orada da dil engeli karşısına çıkacaktı. Çünkü konuşma ağırlıklı ilişkilerin kurulduğu süreçte sessiz olanlar grup dışı kalıyor. Meryem'in Michaeale ile ilişkisi böyle zayıflamıştı. Bebekken çok iyi arkadaşlardı ama ne zaman Michaele kendini çok iyi ifade etmeye başladı Meryem ile bağları zayıfladı. Ancak arkadaş grubunda eksilemeler olduğu gibi zamanın verdiği alışkanlıkla artmalar olacak ve burada olduğu gibi bir yalnızlık süreci yaşamayacaktı. Bizi bu konuda rahatlatan tek şey hayatında bu gibi zorlukların her zaman karşısına çıkacak olması ihtimaline karşın bizim bu durumdan erkenden haberdar olmamız.

Meryem hem Türkçe'de hem de İngilizce'de kendini ifade etme olarak şu anda başladığı durumdan çok daha ileride. Mrs. Kasey geçtiğimiz yıla göre çok büyük gelişmeler gösterdiğini söyledi. Ben bunu arkadaşları ve öğretmenleri ile konuşmalarından gözlemleyebiliyorum. Ancak yaşıtlarına göre  hala sınırlı. Anlatmak istediklerini uzun cümlelerle anlatmakta hala zorlanıyor.

Ben Mrs. Kasey'e Meryem'e Türkçe'de bazı sorduğumuz sorulara tam olarak sorunun cevabını alamadığımızdan bahsettim. Özellikle sorunun tek bir cevabı yoksa. Neden, niçin ve nasıl soruları bu kapsama giriyor ve Meryem ya bu sorularımızı cevaplamak istemiyor ya da "nasıl" sorusu yerine "ne" sorusuna cevap veriyor. Mrs. Kasey bu durumu kendisinin de gözlemlediğini ifade etti. Mrs. Kasey'in soyut olarak nitelendirdiği bu sorulara Meryem'in ya sessiz kaldığını ya da arkadaşlarından duyduğu cevapları tekrar ettiğini söyledi.

Meryem ile ilgili sınıf içerisinde herhangi bir sorun yaşayıp yaşamadığını sorduğumda ara ara sınıftaki "problem" çocuklarla beraber kendilerinin istemediği şeyleri yaptığını söyledi. Meryem'e arkadaşlarını doğru seçmesi gerektiğini hatırlattıklarında davranışını düzelttiğini ekledi. Mrs. Kasey'nin bahsettiği bu durum beni iki sebeple şaşırttı. Birincisi sınıfta her zaman problem olan bir çocuk grubu mu vardı. İkincisi arkadaşlarımızı öğretmenlerin tanımı ile problem grubuna giren çocuklardan mı seçmemiz gerekiyordu. Tam olarak ne demek istediğini anlamamıştım. Bu durumu örneklendirmesini istedim. Sınıftaki oyuncakları toparlama sırasında toparlama yerine dağıtmayı seçen  çocuklar vardı ve Meryem zaman zaman o gruba dahil oluyordu. Bu gibi durumlarda Diego (Meryem'in favori arkadaşı) çete liderlerinden oluyordu.

Meryem'in öğretmeni ile yaptığımız dönem sonu değerlendirmesinden sonra Emre ile beraber aile değerlendirmesi yaptık. Bazı konularda düzenli bir müdahelede bulunmamız gerektiğine karar verdik. Meryem'in olayları tasvir yeteneğini zenginleştirmek, sorulara güzel cevaplar üretebilmesi konsunda yardımcı olmak iyi bir başlangıç noktası olabilirdi. Meryem de aslında bizim gibiydi. Kendini yeterli hissettiği ölçüde özgüveni artıyor ve özgüveni arttıkça daha kolay ilişkiler kurabiliyordu. Hayatın bir gerçeği başarı her zaman başarıyı getiriyordu. Bizim ona en büyük desteğimiz kendisini yeterli hissedebileceği konuları arttırmak olabilirdi. Emre ile arada akşamları harfleri çalışıyorlar. Hangi kelimeler hangi harflerle başlıyor alıştırması yapıyorlar. Ben uyku öncesi kitap okuyorum. Arada onun hayal oyunlarına katılıyorum. Sanırım bizim en büyük eksiğimiz birşeyleri düzenli yapmıyor olmamız. Bu yaptığımız aktiviteler her akşam veya her haftasonu veya üç günde bir şeklinde bir düzen kazanmadıkça yararlarını görmeyi beklemenin bir anlamı yok. Anne baba olmak sadece çocukları dünyaya getirmekle veya sadece onlara güvenli bir ortam yaratmakla olmuyor. Şu anda hayatımızda sadece tezimizi oluşturmanın sancıları yok. Tezimizle birlikte çocuklarımıza nasıl ve ne gibi zengin ortamlar oluşturabileceğimizin kaygılarını yaşıyoruz.