20 Mayıs 2013 Pazartesi

İlk Kamp Maceramız

Bu hafta sonu Cuma ve Cumartesi için kamp planı yaptık. Cuma günü çocukları kreşten öğlen vakti aldık. Buraya yaklaşık 3.5 saat uzaklıktaki Fisherman's Island State Park'a kamp yapmak için yola çıktık. Cuma günü hava epey bir sıcaktı ve haftasonu yağmur ihtimaline karşın sıcak görünüyordu. Kuzeye doğru gittiğimiz için orada sıcaklık buraya göre daha düşük olacaktı. Havanın iyi olmasını umut ederek yola çıktık.
 

Yol boyunca manzara çok güzeldi. Çam ormanları, bakımlı çiftlik evleri, irili ufaklı göller yolculuğumuz sırasında bize eşlik etti.


Bilge'yi kreşten alırken uykusundan uyandırarak arabaya bindirdiğimiz için başlarda biraz huzursuzdu. Hatta bir yarım saat kadar arabada ağladı. Sonra mecburen uykuya daldı.



Meryem bu konuda tecrübeliydi. Yolculuğumuzun uzun süreceğini bildiği için hemen uykuya daldı.

Kampa Mete ve Aslı ile birlikte gittik. Onlar daha önceden  tecrübeli oldukları için bize birçok konuda rehberlik ettiler. Bu kamp yerinde daha önce kamp yapmışlardı ve etrafta ne olup olmadığını biliyorlardı. Kamp  yerimize yaklaştığımızda bir markette durduk ve akşam yemeğimiz ve sabah kahvaltımız için alışverişimizi yaptık. Mangal için etimizi, salata için malzemelerimizi, közde pişirmek için mısır ve marshmallovlarımızı aldık.

Daha önce bu park alanını bilmenin avantajı ile Mete kamp yerimizi güzel seçmişti.  Ormanın içinde



ve Michigan gölünün hemen yanında idi.



Biz Selçukların çadırını ödünç almıştık. Çadırları kurduğumuzda Selçukların çadırının bize küçük geleceğini farkettik. Mete ve Aslı kendi çadırlarını bize verdiler ve onlar bizim çadırımızı aldılar.

Mavi olan Mete'lerin çadırı.



Bununla da kalmayıp çadırlarının içine koymak için getirdikleri şişme yatağı bize verdiler. Şişme yatak küçük çadıra olmayacaktı, bu kesindi. Ya yatak boşta bekleyecekti ya da biz alacaktık.


Çadırın altına ve üstümüze sermek için evde bulduğumuz battaniye, yorgan ne vardıysa arabamızın büyük olmasının avantajını kullanarak kamp yerine taşımıştık. Mete ile Aslının şişme yatağını biz alınca altımıza çok birşey sermeye gerek kalmadı. Getirdiklerimizi Aslı ve Mete ile paylaştık. Elimizden ancak bu kadarı geliyordu. Bir de onların da bizim kadar rahat uyumalarını umut etmek. Onların yatağında biz uyuyacaktık ve onlar kuru yerin üzerinde yatacaklardı. 

Çadırımız, arabamız ve yatağımız...




Kamp yerinde sivrisine kaynıyordu. Sinek savar spreylerimizi elimize, yüzümüze ve açıkta olan her yerimize iyice sürdük. Sivrisinekler etrafımızda uçuşuyorlar ama bizi ısırmıyorlardı. Yani spreyler işe yarıyordu. Ancak spreyi Meryem'in ensesine sürmeyi unutmuşum ve bunu farkettiğimde zavallı kızım ensesinden beş altı sivrisinek ısırığı almıştı bile. 

Çadırları kurduktan sonra kamp ateşi için etraftan odun toplamaya başladık. İlk başlarda bulduğumuz odun kütükleri ıslak olduğu için ateşimiz hemen harlanmadı. Ancak geceye doğru kamp ateşimiz o kadar güzel oldu ki başından ayrılmak istemedik. Ayrıca kamp ateşimizi yakınca sivrisinek sürüsü hemen hemen tamamen ortadan kayboldu.


Meryem, Aslı önderliğinde etraftaki yaprak kurularını topladı. Böylelikle odunlar çabuk ateş aldılar.


Kamp ateşimiz için odun toplarken Bilge de üzerine düşeni yaptı. Bir büyük kütüğü taşımanın gururu ve görev bilinciyle babasına yardım etti.


Ateş başladığında Meryem ve Bilge buldukları uzun çubuklar ile Mete'yi taklit ederek ateş alan minik odun parçalarını karıştırdılar.

Yakın çevremizden bulduğumuz odun kütüklerinin ıslak olduğunu farkedince Emre ile Meryem ormanın derinliklerine gidip kamp ateşi için yerlere düşmüş büyük odun parçalarını getirdiler. Meryem bu işi çok sevmişti. Onun için güzel bir macera olmuştu. Hava kararmaya başlayınca, ormanın derinliklerinin havanın aydınlık olduğu zaman kadar eğlenceli olmadığına karar veren Meryem ve bunu her an bir kuru ağacın düşebileceğini söyleyerek pekiştiren Emre, son odun kütüğü turunu yapıp kamp yerinde kalmaya karar verdiler.


Kamp yerindeki tuvalet başlı başına bir olaydı. İçerisinde gayet lüks görünümlü bir klozet olmasına rağmen  köy yerlerinde eskiden olan çukur tuvaletlerden bir farkı yoktu. Klozeti çukurun üzerine oturtmuşlardı. İşin en kötüsü tuvalette ellerimizi yıkamak için bir çeşmenin olmamasıydı. Sadece antibakteriyel bir sıvı vardı. Ayrıca yakınlarda da bir çeşme yoktu. Köy usulü ellerimizi, bulaşıklarımızı göl suyunda yıkadık. Su o kadar soğuktu ki akşam yemeğinden sonra bulaşıkları yıkarken ellerimiz donmak üzereydi.

Mangalda pişen tavuklarımız, domates ve marul salatamız ile açık havada keyifli bir şekilde akşam yemeğimizi yedik.






 Bilge masada bir süre bizimle yedikten sonra eline aldığı bir parça et ile etrafta turlamaya başladı.

 
 


Tatlı olarak ateşte erittiğimiz marshmallowları Aslı'nın getirdiği pötibör bisküvilerin arasına koyarak yedik. Gecenin ilerleyen vakitlerine ise köz ateşi ile ağır ağır pişen mısırlarımızı sakladık.

Meryem kamp boyunca genelde bizim yanımızdaydı. Çadırı kurmamıza yardımcı oldu, odun topladı, çöpün ucuna taktığı marshmallovları pişirdi, ateşi közledi ve bir de zaman zaman bizim yapmayı unuttumuz birşey olan Bilge'ye göz kulak oldu.




Bilge ise her yerdeydi. Bir ara ateşin içine düşecek diye korktuk. Ateşin içerisinde yanan odun kütüğünü yalamaya bile çalıştı. Ateşin başından ayrılmasını sağlamak için onu plaja doğru götürdüm. Kısa bir süre de olsa Meryem ile birlikte kum üzerinde oyuncakları ile oynadı.




Ancak gölün hemen gerisinde oluşmuş minik su göletlerini keşfettikten sonra onu tutabilene aşk olsun. Bir göletten diğerine girdi çıktı.

Bilge göletlerin üzerinde turlarken Meryem kumda oynamaya devam etti. Kovasına su doldurmak için göletin yanına geldi ve kovayı düz bir şekilde suyun üzerine koydu. Baktı kova su dolmuyor, bana seslendi "anne kovama su dolmuyor diye". Ben "kızım öyle koyarsan kovana tabii ki su dolmaz" dedim. Bu sefer kovasının ters çevirdi. Yine su dolmuyordu. Kızım yan koyman lazım. Ağzından içerisine su gelmesi lazım. Sonunda olmuştu.

Bilge su üzerinde hoplayıp zıpladıktan sonra Emre ile göl kenarına gidip göle taş attı.

 

Tahmin edilebileceği gibi üstü başı ıslandı ve kum oldu. Onu bu durumda tek temizleme yolumuz gölde yıkamaktı. Baştan aşağı soyduktan sonra, parça parça üzerini göl suyu ile yıkadım. Yeni kıyafetlerinin çok uzun süreli temiz kalmayacağını bile bile temiz ve kuru kıyafetler giydirdim. Tahmin ettiğim gibi bu kıyafetler de kısa bir süre sonra kuma ve suya bulandı.


Gece saat 9 buçuk gibi çocuklar artık iyice yorulmuşlardı. Onları alarak çadırımızın içine girdim. Pijamalarını giydiler, dişlerini fırçaladılar ve bir süre çadırın içerisindeki yatağın üzerinde hoplayıp zıpladılar. İyice yorulmuşlardı ama Bilge hala uyumamakta direniyordu. Meryem yatağın içine girince Bilge onun yanına yattı. Önce Meryem, sonra Bilge derin bir uykuya daldılar. Biz büyükler bir saat kadar daha ateşin başında vakit geçirdik. Hava bulutlu olduğu için yıldızları doyasıya seyredemedik ama ateş başında oturup temiz havayı içimize çekmek ve sevdiğimiz arkadaşlarımız ile bu güzel geceyi paylaşmak çok çok güzeldi.


Geceleyin çocuklar üşümek bir yana  uyurken üzerlerini açıp durdular. Bir köşede ben, bir köşede Emre gece boyunca çocukların üzerini örtmekten yorulduk. Geceleyin ben biraz üşüdüm ama sabah doğaya uyanmak çok güzeldi. Çadırın üstüne düşen yağmur sesine gözlerimi açtım.Yağmur çok kuvvetli değildi ama sürekliydi.

Ben uyku uyanıklık arasında çadırın üzerine düşen yağmur sesini dinlerken Bilge uyandı. Biraz çadırın içinde oynadık. Bilge çadırın sınırlarını kontrol ediyordu. Bir Bilge klasiği olan herşeyi dili ile tanımaya çalışmak burada da kendini göstermişti. Eli ve ayakları ile çadıra dokunduktan sonra dili ile yalamaya çalıştı. Artık ne bekliyordu bilemiyorum ama bir tadı yoktu ve sanırım bunu farketti çünkü tekrardan yalamayı denemedi. Bilge çadırın içinde oyundan sıkılınca dışarı çıktık. Pijamasını çıkarıp üzerine sabah serinliğinde onu koruyacak biraz kalın kıayfatler giydirdim ve tuvalete doğru yürümeye başladık. Bilge bu yürüyüşümüzü bir oyuna dönüştürdü. Yolda bulduğu irili ufaklı değnekleri alarak gördüğü su birikintilerine "attııı" diye diye yolumuza devam ettik.

Kamp yerine geri döndüğümüzde baktım Bilge etrafta birşey arıyor. Sağa gidiyor, sola gidiyor sonra ellerini iki yana açarak "yoook" diyor. Ben ne aradığını anlamamıştım ama gözüm üzerinde idi. Hemen yanı başımızdaki diğer kamp yerine girdi. Sonra sağa döndü ve aradığını bulmuştu. Dün akşam üzeri oynadığı göletleri arıyordu. Bulunca çok sevindi. Ben hemen peşinden gittim. Beni görünce onu alacağımı anladı ve bana "no, no" ve "bye" diyerek kendi başına kalmak istediğini anlatmaya çalıştı. Orada biraz oynamak istiyordu. Baştan aşağı çamur ve su olmasını göze alarak ona müsaade ettim.





Bu arada Mete ile Aslı kahvaltı için sıcak kahve almak üzere yakındaki markete gittiler. Emre ile Meryem hala uyuyordu. Meryem çadırdaki yatağından gayet memnundu. Bir önceki günün verdiği yorgunlukla kalkmakta epey bir zorlandı. Emre sabah beş gibi kalkıp biraz yürüyüş yapmıştı ve bu onun ikinci uykusuydu. İkisi de biraz daha yatak keyfi yapmak istiyordu. Bir süre sonra kalktılar ve ben Meryem ve Bilge ile ikinci kez tuvalet yolunu tuttum. Meryem tuvaletten korkuyordu. Bana yolda sıkı sıkıya tembih etti: "Anne sen beni oturt ve beni tut olur mu" diye. Zaten tutmazsam çukura düşme ihtimali çok büyüktü.

 Mete ve Aslı sıcacık kahveler, domates, tazecik salatalıklar ve nutella ile geri gelmişlerdi. Bizimkilerin ne kadar nutella düşkünü olduklarını biliyorlardı. Yağmurdan dolayı masa örtümüz ve oturduğumuz banklar hep ıslandığı için kahvaltımızı kokteyl usulü ayakta yaptık.

Yağmurun dinmeye niyeti yoktu ve göle girmek için hava çok soğuktu. Göl suyu buz kesiyordu. Plaj hayallerimizi başka bir zamana ertelemek daha mantıklı olacaktı. Bir saat kadar bir sahil yürüyüşünden sonra çadırlarımızı toplayıp dönmeye karar verdik. Yürüyüşümüz sırasına Bilge biraz daha sakindi. O kadar suya girip çıktıktan sonra üşümeye başlamıştı.



Bu arada Meryem en sevdiği aktivitelerden birisi ile meşguldü. Sahilde kenara vurmuş taşlara bakıyor ve sevdiklerini alıyordu. Taş toplama işini büyük bir akıllılıkla yapıyordu. Kendi cebine küçük taşları alıyor ve bana "anne, sen bunu sevdin değil mi?" diyerek büyüklerini veriyordu.

Kamp yerimize döndüğümüzde toplanmaya başladık. Toplamak çadırları kurmak kadar başlı başına bir işti. Herşeyimizi toparlayıp arabalarımıza bindikten çok kısa bir süre çocuklar uykuya daldılar ve hemen hemen bütün dönüş yolu boyunca uyudular.


Her ne kadar planladığımızdan daha kısa süreli olduysa da ilk kamp tecrübemiz hoş bir anı olarak hatıralarımızda yerini aldı. Bu kampın bir diğer güzel yanı bize sahip olduklarımızın değerini anımsatmasıydı. Akşam eve gelince sıcacık banyomuza girip duşumuzu almak ve yumuşacık ve sıcacık yatağımızda uyuyabilmek ne kadar değerliymiş meğer...

.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder